0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1544
Okunma
Arayışları hiç bitmeyen Abdullah Alperen’e
kurgular düzüyorum beynimde
senaryolar
uçarı bir boşluk yaşıyorum başrolde
adı tam konulmamış bir boşluk
figüranlar:
hayat, ölüm ve sarhoşluk
ayrılıktan dem vuranlar bahtsız insanlardır bence
şehrin en muamma köşesinde, varoşlarda
yalnızlığa hapsolan rakılı aşklar
beyaz peynir ve enginar
huzur vermiyor artık
düşler görüyorum karma karışık
kısa metrajlı siyah-beyaz bir yapım
kim bana düşman, kim barışık
belirsin diyorum artık ’iyiler’ ve ’kötüler’
yoksa nereye kadar gider
bu kirli aşk
bu körpe ayrılık
bu masum hasret
acaba nerde biter şu küflenmiş nefret?
neden hep Yeşilçam filmleri izliyorum sanki?
niçin hoşuma gidiyor bunlar?
Mecnunun hikayesi ne saçma!
ayrılık şarkıları istemem artık
mor fistanlı notalar
kulaklarım muhabbet türkülerine aşık
ey kara kışta, kara batmış, kara sevda
vurgundur gönül, seher yeli değmemiş sevgilere
ikindi güneşinin soldurmadığı titremeler
her buse dudaklarımda puslu bir alyans
ve her alyans bir ışıktır geceye
sabaha gebe sevişmeler, anlamsız
düş mü bu, gerçek mi bilmem?
kör bıçak paslı gezer zihnimde
ey orta boy, az kudurgan şiirler
artık avuçlarım kapalı hırsızlara
’tırnak içi’ cümleler çekilsin diyorum aradan
büyük harfle yazılmayan kırık dizeler...
duyun:
rol yok bu hikayede vefasız selamlara
pazar yok
ey rengi sarısında kaybolmuş öksüz duygular...
faturalı sevdalar kansız büyüyor bugün
sokaklar kahpe düşlerin koynunda ıssız
ve münhal dereceler, o kadından bu erkeğe
lanetli aşklar pembe gecelerde yalnız
adı var mı lügatlerde ölümün ve hayatın?
rüzgar olup uçtu mu tanımsız ayrılıklar?
merhamet memuru katiller...
kim bilir... hangi gönlü okşuyor en saf yeriden
kaderin mürekkebi şefkat
dişi sökülünce vesvesenin
korkudan çıldırırken şeytanlar inlerinde
ahraz gönüllere tomurcuk olan neyse
odur işte oruçlu ruhuma sahur
göğsümün en orta yerinde kanayan bir özlem
ve mahzun kalplere yağmur
kendimi bulmak isterken kendimde
aklım bir aslan pençesinde tutsak
duygularımsa… eh işte, yürüyor ağır aksak
kalbim aşka mağlup, beynim başka şeylere
bazen pembe düşünüp siyah konuşuyorum
gün ortasında karanlığa koşuyorum bazen
yeni bir doğuş arıyorum günahsız rahimlerden
sonsuzluk ateşini harlıyorum içimde
arzular yakıyor beni
götürüyor kör bir yola
zekamı sağ elime alıyorum, hislerimi sola
fena-beka sınırları aşıldı
geçildi zaman-mekan
sorular azık, cevaplar pusula
albasmalı bohcalarımsa mihrap
aşklarım tanrı oluyor içimde
hislerim kah ince, kah hovarda
koşuyorum dibi görünmeyen karanlığa
ah şu deli sevda!
ondan gelmiştir işte
ne gelmişse başıma...
bazen kaybediyorum kendimi
melek girmez sokaklarda
kendimi seyrediyorum bazen
ateşten bir aynada
şu deli sevda var ya…
bazen derinliklere çekiyor beni
ıssız koruluklara
bazen de çingene pazarına
aklımı tırnaklarımın ucuna alıyorum
çölde su arıyorum
gölde ateş
güneş arıyorum toprağın altında
bir soru düğümleniyor boğazıma
katıksız lokma, demir leblebi
bu hayat acaba yaşamaya değer mi?
buruşturup yoksa çöpe mi atmalıyım onu?
kör bir bıçakla kısasa ne dersiniz?
böylece gelir belki kahpe düşlerin sonu
yoksa Hira’ya mı sığınmalıyım, yarı mahcup?
Olimpus’a mı çıkmalıyım budalaca?
kafamda bin türlü tuzak
belki de bir balığın karnından bakmalıyım hayata
ıslak dehlizlerde kovalamalıyım gölgemi
devlerle çarpışmalıyım Ergenekon’da
ya bir nebi ya bir bozkurt yol göstermeli bana
pıhtılaşan sorular durulmalı artık
aptal duygu
âmâ akıl
korkak zeka...
belki de köprü olmalıyım susuz bir dereye
insanlar hoyratça ezmeli beni
geçenden kırk dolar almalıyım zorla
geçmeyenden altmış akça
olur ya… belki de yağmur olup yağarım
çölleri sularım göz yaşlarımla
yıldız olup geceyi aydınlatırım gökten
sonra tek bir soru kalır geriye, beynimi kemiren
hadi... işkencesiz bir cevap bulsana
var mısın, yok musun ey ’ben’?
ne karakol, ne berzah, ne sırat...
hiçliğe atılmış bir ok musun yoksa?
’evvel zaman içinde inleyen ahir hayat’
1997-2006