7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2949
Okunma
I.
zincire vurduğu düşlerini
simgelercesine,
hep topladığı;
uzun, siyah ve düz saçları vardı.
tuhaf bir korkusuzluğun eşliğinde
iri gözlerini çevreleyen
gür kirpiklerinin arasından
umarsızca savurduğu ifadesiz bakışları;
bembeyaz tenine tezat
kopkoyu bir karanlık yayıyordu yüzüne.
kendi bile hatırlamıyordu artık
taş perdelerin ardına sakladıklarını.
belki onu korkutamayacak kadar
derinde kalmıştı hatırlamadıkları,
belki de bu yüzden, anlamsızlığa
anlam kazandırıyordu karanlığı…
korkmuyordu.
çünkü ne bir ses işliyordu
ne bir damla ışık giriyordu,
yılın her anı geceymiş gibi uyuttuğu;
duvarlarının ardında sakladığı
küçük kızın odasına.
öyle sıkı örtmüştü ki üstünü,
hiç üşümüyordu ruhu.
iki yanından akıp gidiyordu hayat
ve o karışmıyordu hayata.
akmıyordu.
duymuyordu.
görmüyordu…
yalnızca duruyordu zamanın ortasında.
II.
her şey yerli yerindeydi.
her şeyin yerli yerinde olduğuna dair
hiç sarsılmayan inancı,
aniden bastıran bir sisin
yoğunluğu karşısında
titremeye başladı.
inancı titredikçe,
odasında uyuyan kız titredi.
ne vardı sisin ardında?
ya bu duyduğu ses neydi?
korkmalı mıydı acaba…
tüylerini ürperten
o yoğun sisten ayırıp gözlerini,
kıza baktı usulca.
hâlâ titriyordu.
yoksa üşüyor muydu?
üstü kalındı ama…hem uyanmamıştı da.
o zaman neden huzursuzdu?
neydi içini saran bu duygu?
binlerce soru işareti
dolanıp duruyordu kafasında.
bir yandan soruyor,
bir yandan düşünüyor,
bir yandan da geldiğini hissediyordu onun,
giderek yaklaşıyordu ayak sesleri.
yaklaştıkça huzursuzlaşıyor,
gözlerini açmaya çalışıyordu bedeni.
ruhu kıpırdandıkça
aklına düşüyordu unuttukları,
hatırladıkça biraz daha yaklaşıyordu o.
ve o yaklaştıkça
biraz daha uyanıyordu düşleri…
peki ya kırılmaz zannettiği zincirleri?
yıkılmaz zannettiği taştan perdeleri?
III.
genç kadın böyle sorgulayıp dururken
hücrelerindeki değişimi,
dağılmaya başladı önünde beliren yoğun sis.
sis dağılmasına dağılıyordu ama
karşısında duran, belli belirsiz bir siluetti hâlâ...
öyle bir yürüyüşü vardı ki;
attığı her adımda,
rüzgârlı bir kapanışla
ardında kalakalıyordu hava.
yaklaştı.
yaklaştı.
gözlerini dikip kadının gözlerine
ruhuna baktı önce.
çekip aldı tokasını saçlarından.
ipeksi bir dokunuşla sevdi
kadının omuzlarına dökülen düşlerini.
kadın;
sen, dedi...sen...
belli belirsiz parmaklarını
kapatıp kadının dudaklarına,
susturdu karşısında çırpınan
yorgun serçenin yüreğini.
"ben" dedi,
"bir hırsızım...kendimden çalıyorum her gün".
şimşek gibi çakıyordu bütün sözleri.
sözlerine katıp sesinin rüzgârını,
yıkmaya başladı birer birer
kadının taştan duvarlarını.
karanlığın içinden
bir müzik sesi geliyordu.
daha önce hiç duymadığı,
iliklerine işleyen bir melodiydi bu.
Eva’ nın toplanmış çocukları
eşlik ediyordu hırsıza.
içindeki kızın,
artık titremediğini farketti kadın.
üşümüyordu.
korkmuyordu.
ve hiç utanmıyordu
çıplaklığından ruhunun.
aksine;
inanılmaz bir huzurla seyrediyordu
ilk kez gördüğü kendisini...
döndü ve adama baktı sonra.
"ben" dedi, kadın
"ben kaybettim herşeyi".
"sen" dedi, adam
"sen, kalbinin hırsızı yaptın beni".
12.06.2007