10
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
1286
Okunma
Sızı ve Ağu
Bir sonbahar göğü çizili, ötelerde
son yağmurlarla ıslanmışlığın kadar masum
dudaklarımın arasında çöl uzantısı öpüşmeler
ne kadar da ürkünç şimdi
kor keskinliği gibi o kavurucu günlerin.
Sus, sen değil misin? Acılar ülkesini yaratan!
Suyu can tufanlar arasından bir çığlık yükselir
öpercesine seni, telinde bağlamanın
ve esaretinle tutsaklığımın semahında turnalar
kan ve döl, ter ve su olup alnımdan boşalır
O en insan yanıma, onlarca insanın…
Bir cesedin telaşıyla vurgun baharları düşlüyorum
ağzımda tadı ölümün, hüznüm dağ çiçeğine dokunur
yokluğu(n) dudaklarımda titreyen günahkar mazi!
kimin hasretidir, o
huysuz bir çiğdem yokuşunda
sol yanımı amansız sızlatan?-(Senin!)
Acıları güne yontarak devrilmeli
dipsiz, karanlık uçurumlara, şafaksız
kuş ağzında yüreğim tozlanmış bir ağıt
ki, bir çocuk ıslığında avcılar zamansız uyanır
karanlığı bir tül gibi sıyıran düşlerin,
başımda güneşin ince ışıltısı gibi durur, çığlıksız devrilirim…
Ve başlar
kalbin kanıyla yazılan sevdanın tılsımlı gazeli:
‘’Hoş geldin ölüm…’’
Nizar Şirvan BİLGİN
5.0
100% (1)