0
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
191
Okunma
Rubâiyyât-ı Zamân-ı Hicrân
Gönlümde sustu bin yıllık ezân
Bir yâr geçip gitti, adı zamân
Ne iz kaldı, ne ses, ne bir nişân
Sîneme çöktü yıkılmış mekân
Bir bakış bıraktı, gitti harâb
Kalbime çöktü mevsim ile bâb
Zamân bir firkat, ben oldum türâb
Bir nefeslik âhda sustu şitâb
Sen geçtin, ardında çöl kaldı serâb
Rüyâya sığınsam, o bile azâb
İçimde konuşur her gece şâb
Gelmedi vuslat der, yandı kitâb
Sîneme düştü bir âh-ı derûn
Bir zamân vardı, şimdi meknûn
Gözlerin sustu, her şey me’zûn
Ben hâlâ beklerim: yitik, mecnûn
Kandil söndü, avâze yoktur
Kalbimde senden avâre çoktur
Ne bâd eser, ne sabâya toktur
Gam bir ömürdür, sükûtla doktur
Yüzün geçer gibi rü’yâdan nâr
Geceden kalma bir zıhâr, bir yâr
Gönül ki pervâne, aşk olur şihâb
Her susuşun içime başka hicâb
Ne bahar gelir, ne renk kalır bâğ
Yâr gidince çöker zamâna lâğ
İçimde ağlar bir eski sînâg
Ve ben sustum: âhım oldu bayrâg
Geçmişin aynası paslı ve nâr
Her bakışta yanar yâd ile yâr
Bir söz döner: Gidecek olan var
Ben kalırım hep, sende kalan kâr
Bir harf olurum dudaklarında lâm
Silinmem, fakat okunmaz selâm
Zamân geçer, ben kalırım kelâm
Bir şiir olurum: sessiz ve devâm
Ey yoklukla gelip, hicranla giden
Bir seher bilemedim senden eden
Zamân sustu, ben içimde gömülen
Ben Araf’ta, ebedî kefensiz gezen