0
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
100
Okunma
Hayatın akışında,
ayaklarımız titreyebilir,
elimizi kolumuzu kıpırdatamaz hale gelebiliriz.
Ayakkabılar dar gelir,
parmaklarımızın şekli değişir.
Hak etmediğimiz sözler duyarız,
çıkarlar değişince görmezden geliniriz.
Hiç ummadığımız kişiler,
hiç ummadığımız anlarda
arkamızdan konuşur.
Değerimizi küçültürler,
değerlerimizi alaya alırlar.
Hayaller umutları beslerken,
umutsuzluk kapımızı çalar.
Umut yeşerirken,
bazen hiçbir yerde filizlenmez gibi olur.
Bir anlam ararız hayatta,
ama bazen her şey anlamını yitirir.
Saygının sahte yüzünü görürüz,
küçük bir rüzgârda dağılıveren tozlar gibi,
insanlar da gücümüz bittiğinde savrulur.
Adalet dersin, eşitlik dersin,
güven, onur, doğruluk dersin…
Ama mücadele ederken
yalnızlığın soğukluğunu hissedersin.
Ve işte mesele budur:
Ya yatarak hayata seyirci olursun,
ya da ayakta kalıp, dengede durup
hayata anlamını üretirsin.
Bir liman gerekir insana;
olduğu gibi kabul eden,
olmayanı da güzel gösteren bir aile.
Bir çevre gerekir;
bağırıp çağıracağın,
boş konuşmalarla yüklerini hafiflettiğin dostlar.
Bir vakit gerekir;
kimseye anlatamadığını kendine anlatacağın,
kendinle yüzleşeceğin sessizlik.
Ve bir şeyler üretmek gerekir,
varlığını faydaya dönüştürmek,
kendine yararlı olduğunu hissetmek için.