Gün geldi ağladığım günlere ağladım. hz. ebubekir
Hamdioruc
Hamdioruc

Tevazu da hakkedene

Yorum

Tevazu da hakkedene

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

79

Okunma

Tevazu da hakkedene

Tevazu da hakkedene

Müşrike karşı tevazu haramdır...sa’y disiplini ve hac sevabı müşrike sertlikte

Lütüf da hakkedene hzİbrahim ateşe atıldı "Berden"emri geldi ama hala Gazeliye"Berden"emri gelmedi bikm yarışında şimdi de İsrail...çocuk ölümleri tepkiler sebe olunca bina yıkmayı seçti İsrail...

Müşrik dünya amçlı mü’min cennet amaçlı...niyeti farklı yani ülküsü farklı...Müşrike tevazu haramdır...Müşrike galib gelmek için ya hicret et ya zengin ol ya silah üret değilse Gazzeliye Kahreden Allah bize de kahreder...Müşrike meslek bile öğretme.Kahreder Allah hakkedene meslek öğret kız da verme müşrike...Müşrik cennetine engel olmamalı.Ona tevazu göstermezsen cennetine vesile olur...Ahlaksızlardan yüz çevir...Ahlaksıza meslek öğretme...ebu lehebin elinin kurumasını sağla...

Has kul olmak esmaya katkıyla mümkün sabrı şükrü haram olanlar var...tevazusu haram olanlar var.Has kul olmak günümde seçicilik gerektiriyor çünkü...

Furkan/63: Rahmân’ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürürler; kendini bilmez kimseler onlara laf attığında incitmeksizin “Selâmetle!” derler, geçerler. 64: Gecelerini Rablerine secde ederek ve O’nun huzurunda kıyâ­ma durarak geçirirler. 65: Şöyle niyâz ederler: “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı bitip tükenmez, pek korkunç ve tahammülü zor bir azaptır.”66: “Gerçekten cehenem ne kötü bir karargâh ve ne fenâ bir ikâmet yeridir!”

TEFSİRi:

Kur’ân-ı Kerîm’in mü’minleri senâ etmek için kullandığı güzel vasıflardan biri de “Rahman’ın has kulları” ifadesidir. Bu âyetlerde “Rahman’ın has kulları şunlardır” diye başlayarak, bu mânevî dereceye yükselecek kişilerin taşımaları gereken üstün ahlâkî vasıflar sayılmaktadır:

Öncelikle onların yürüyüş tarzları zikredilmektedir. Rahmân’ın kulları, öyle kimselerdir ki, onların gidişleri, yeryüzünde yürüyüşleri ve hareket tarzları mülayimdir. Zorba, mağrur, kibirli, saygısız, kaba ve haşin değil; sukünet ve vakarla, alçak gönüllü bir şekilde terbiyeli, nazik ve yumuşak yürürler. Etraflarına eza ve sıkıntı vermez, sendeler gibi gitmez, hesaplı, saygılı, merhamet tavrıyla güven ve huzur yayarak giderler. Yürürken kendilerini zorlamazlar, yapmacık hareketlerde bulunmazlar. Ne kibirlenirler ne de böbürlenirler. Ne burunları havada yürürler ne de kabararak veya şişerek yürürler. Çünkü insanın sergilediği tüm davranışları gibi yürüyüşü de onun kişiliğinin ve içindeki duygularının göstergesidir. Normal, kendine güvenen, kararlı ve ciddi bir ruh, bu özelliklerini sahibinin yürüyüşüne de yansıtır. Böylece normal, kendinden emin, ciddi ve kararlı yürür. Yoksa “yeryüzünde yumuşak adımlar atarak yürürler”, onların ölü gibi, boynu bükük, omuzları sarkık, sallanarak yürüdükleri anlamına gelmez. (Elmalılı, Hak Dini, V, 3611; Seyyid Kutub, Fî Zılâl, V, 2577)

Resûlullah (s.a.s.) yürüdüğü zaman canlı ve dik yürürdü. İnsanlar içinde en hızlı yürüyeni, en güzel ve en rahat yürüyeniydi. Ebu Hureyre şöyle der: “Peygamberimiz (s.a.s.)’den daha güzel birini görmedim. Sanki yüzünde güneş parlıyordu. Ondan daha hızlı yürüyeni de görmedim. Yürürken önünde yer dürülür gibiydi. Biz onunla yürürken çok zorlanırdık ama o, hiç aldırmazdı.” Ali b. Ebu Talip (r.a.) şöyle der: “Resûlullah yürürken yukarıdan iniyormuş gibi yürürdü.” Bir keresinde de şöyle demişti: “Yokuş yukarı çıkarken bile aşağı iniyormuş gibi yürürdü.” (bk. İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 379-380) Bu ise kararlı, gayretli ve cesur insanların yürüyüşüdür.

İkinci olarak; cahiller, yani kendini bilmezler, edepsiz güruh onlara laf attığı zaman “selam” derler. Selametle neticelenecek söz söyler, yahut “selametle” derler. Onlar ciddilikleri, vakurlukları, kararlılıkları ve içlerindeki büyük ideallerle uğraşıyor olmaları nedeniyle ahmakların ahmaklıklarıyla, kendini bilmezlerin beyinsizlikleriyle ilgilenmezler. Akıllarını, vakitlerini ve emeklerini beyinsizlerle, ahmaklarla tartışmakla, onlarla kavga etmekle, dalaşmakla uğraştırmazlar, boşuna harcamazlar. Aptallarla beraber olmaktan, gereksiz davranışlarda bulunmaktan uzak dururlar. Bu tip kimselere yumuşak sözlerle karşılık verirler. Güçsüz olduklarından değil elbette tenezzül etmemekten; çaresizlikten değil üstünlük duygusundan dolayı yumuşak davranırlar. Boş şeylerden, aptalca işlerden daha önemli, daha onurlu ve daha üstün değerlerle ilgilenen, onurlu bir insanın vaktini ve emeğini uygun olmayan bir işte harcamasını istemedikleri için yumuşak sözlerle karşılık verirler. (Elmalılı, Hak Dini, V, 3612; Seyyid Kutub, Fî Zılâl, V, 2578)

Üçüncü olarak o güzel kulların karanlık gecelerde Rableriyle olan kulluk münasebetleri takdim ediliyor. Ayetteki ifade tarzı, gecenin bir bölümünde insanlar uykudayken Rahman’ın kullarının hareketlerini tasvir maksadıyla namazdan secde ve kıyam hareketlerini ön plana çıkarıyor. Onlar, Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek geceliyorlar. Bu insanlar, tatlı ve rahat uykudan daha yararlı, daha dinlendirici bir şeyle meşgul oluyor, Rablerine yönelmekle, ruhlarını ve azalarını O’na bağlamakla uğraşıyorlar. Gece evlerine, yataklarına çekildikleri zaman gidişatları hep böyle oluyor. Yatışları, kalkışları da hep Allah için oluyor. Gecelerini takvâ, Allah’ın murakabesini ve azametini tefekkür, onun azabından korkma duygularıyla geçiriyorlar.

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“Gece namazı kılan, hanımını da uyandıran, uyanmadığı takdirde yüzüne su serpip uyandıran kimseye Allah merhamet etsin. Gece namazı kılan, kocasını uyandıran, uyanmadığı zaman yüzüne su serpip uyandıran kadına da Allah merhamet etsin!” (Ebû Dâvûd, Vitr 13)

Hak âşığı kadınlardan Amre (k.s.), seher vakti gelince kocasının yanına gider ve şöyle derdi:

“Kalk artık… Yattığın kâfî… Gece bitti; gündüz geldi. Yücelerin yıldızları yeryüzüne düşmeye başladı. İyiler kâfilesi yola revân oluyorlar. Sen hâlâ duruyorsun. Bu hâlinle onlara kavuşman kâbil değil!...” (Velîler Ansiklopedisi, I, 219)

Bu arada Yüce Hakk’ın övgüsüne nâil olan o mü’minlerin, kıyam ve secde halindeyken gönüllerinde taşıdıkları derin takvâ duygularından akisler yer almaktadır. Bu güzel kullar, kendi amellerine değil Allah’ın sonsuz merhametine güveniyorlar. Onlar Rablerinin huzurunda ayakta dururken, secdeye varırken, Rahman’ın arşını görürken kalpleri Allah ve cehennem korkusuyla dolarak şöyle diyorlar: “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı bitip tükenmez, pek korkunç ve tahammülü zor bir azaptır. Gerçekten cehenem ne kötü bir karargâh ve ne fenâ bir ikâmet yeridir!” Sanki cehennem herkesin önüne serilmiş, tüm insanlığın yolunu kesmiş, kollarını uzatmış, ağzını açmış, uzak-yakın herkesi yakalayıp yutacakmış gibi duruyor. Rahman’ın has kulları da korkuyorlar, ürperiyorlar, bu azabı kendilerinden uzak tutması, bu azapla karşılaşmaktan, bu azaba uğramaktan kurtarması için Rablerine yalvarıyorlar. Onlar cehennemi görmemişler ama cehennemin varlığına inanıyor; Kur’ân-ı Kerîm’in ve Peygamberimiz’in tasvir ettiği şekliyle cehennemi zihinlerinde canlandırıyor ve onun azabından âlemlerin merhametli Rabbine sığınıyorlar.

Nitekim asr-ı saadette yaşanan şu hâdise cehennem korkusunun kalbe tesirini göstermesi bakımından çok ibretlidir:

Ensâr’dan bir genç vardı. Kalbini cehennem korkusu sarmıştı. Cehennemden bahsedildiğinde ağlardı. Nihâyetinde evine kapandı. Bu durum Allah Resûlü’ne haber verildi. Efendimiz gencin yanına geldi. Genç, Resûlullah (s.a.s.)’e hasretle baktı, hemen fırladı, Âlemlerin Efendisi’nin boynuna sarıldı ve rûhunu Hakk’a teslîm ederek yere yığıldı. Fahr-i Kâinat Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Kardeşinizi yıkayıp kefenleyin! Cehennem korkusu onun ciğerini parçalamış. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah onu ateşten korudu. Kim bir şeyi isterse onu elde etmenin yollarını arar, kim de bir şeyden korkarsa ondan kaçar.” (Hâkim, el-Müstedrek, II, 536/3828; Ali el-Müttakî, III, 708/8526)

O has kulların diğer mümtaz vasıfları şöyle sıralanıyor:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Haskul olmak seçicilik gerektirir günümde...Günümüzde ümmetin de türkiye insanında dinle işi yok gör bunu.Kısasa kısas İslamda İranda idam var ama molların makamı hakimiyeti orada da sarsıntıda...Türkiyede cumhur başkanlığını%70 lerle kazanmalıyız dinle bağımız var diyelim dinle bağımız kalmadı günümde eski İslam ülkelerinde işte içki satışları serbest...kumar da zina da...hayal dünyasında gezenler bunları görün artık...Namaz kılmaya gidinceye kadar namazdan kazanacağınız ecir buhar oluyor...Kim malını eğitime ilme-bilme tevbeli bir nesile harcıyor ki...Görevden kaçıyoruz.ama hayallerimiz çok uçlarda...Zaten gericiyiz bir de tevazulu mu olalım...ezik haldeyiz eski İslam ülkelerinde bile...

Paylaş:
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiri Değerlendirin
 
Tevazu da hakkedene Şiirine Yorum Yap
Okuduğunuz Tevazu da hakkedene şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Tevazu da hakkedene şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL