6
Yorum
17
Beğeni
0,0
Puan
257
Okunma

--
Bir gün, mezarın başına küçük bir çocuk geldi
“Amca, bu kimin?” dedi
Baba eğildi,
avucunu çocuğun başına koydu
“Senin geleceğinin ışığı…” dedi
“Benim karanlığımın adı.”
Ve sonra,
bir serçe kondu mezar taşına
Oğlunun adı yazılıydı orada
Güneşle yarışan bir soyadın gölgesinde
Ve babanın gözleri
Gökten bir damla gibi süzüldü taşın ucuna
P.F.Özbilge
......
Toprağın başına diz çöktü baba,
elleriyle düzeltti oğlunun yattığı yeri.
Bir demir parmaklık gibi tutundu sessizliğe.
Gök delinmişti sanki;
her damla, oğlunun alnına düşen bir öpücük gibi
babanın yüreğine saplanıyordu.
“Ben geldim yiğidim…” dedi,
“Bu sefer sen bana gelmedin.
Ben geldim ömrümden eksilmiş yerine.”
Bir mendil çıkardı cebinden,
kenarları annesinin oyası…
Her düğümünde oğlunun bebeklik kahkahası.
Taşlar bile utanırdı babanın duruşundan;
dimdikti, ama kırık…
Yağmura değil, içindeki yangına üşüyordu.
Çünkü oğlunu değil,
vatanı sararken soğuk toprağa teslim etmişti.
Küçük bir tahta parçası vardı elinde,
bir not gibi,
bir dua gibi,
belki bir vasiyet…
Yazamadan yaktı cebinde…
Çünkü kelimeler,
bu kadar ölüme yetmiyordu artık.
Radyoda eski bir türkü başlamıştı evden çıkarken,
"Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun…"
dedi ki kendi kendine:
“Benim yiğidim,
bayrağı yastık,
toprağı yorgan eyledi kendine.”
Ve sustu baba.
Sustuğu yerden çiçekler bitti sonra.
Kırmızı karanfiller, mavi sümbüller…
Bir çocuk geçti mezar başından:
“Elinde bayrak, gözünde merak.”
Baba ona bakıp gülümsedi:
“Senin oyun oynadığın yerde
ben oğlumu uyutuyorum.”
Vakit, bir dağın kalbinden kopmuş gibi ağırdı
Çay koymamıştı anne bu sabah
Bir kıyı kasabasında,
babalar sessizliğe gömülürken
içlerinden biri,
mevsimi susturdu kendi avlusunda.
Gömleğinin cebinde oğlunun düğmesiydi taşıdığı
Bir tek onun yerine kapanmayan düğme
Kırık bir cam gibiydi sesi
Her konuştuğunda,
bir pencere daha düştü gönlünün camından.
Saçları, şehadetin beyazına dönmüştü
Oysa daha geçen yaz birlikte tıraş olmuşlardı
Aynı berberde,
aynı aynaya bakarak
“Baba, yakışıklı olmuşuz!” demişti yiğidi
Şimdi o ayna, sadece suskunluğunu gösteriyordu
Yüzünde oğlunun izi kalan bir babaya.
Sokak lambalarıyla sabahladı
Dualar ezberledi yeniden
Her ayet, oğlunun gözünden akan bir damla gibi
Dudaklarında kırık dökük bir sevda
Vatanına duyduğu.
Cebinde çakıl taşları vardı
Oğlunun çocukken biriktirdiği
Bir tanesi deniz kokar
Bir tanesi dağ
Bir tanesi de artık sadece “ah”
Baba, her gece üçünü avuçlar
Bir dua, bir iç çekiş, bir de
“Allah sabır versin”...
Kimse bilmezdi babaların nasıl ağladığını
Duvarda bir saat durmuştu mesela
Oğlunun şehit düştüğü an
Tık diye durmuştu vakit
Bir daha yürümemek üzere.
Bir zeytin dalı gibi bükülmüştü belki
Ama kırılmamıştı yüreği
“Vatan sağ olsun” derken
Her seferinde biraz daha gömülüyordu toprağa
O, toprak gibi sabırlıydı artık
Üzerine ne gözyaşı dökülse kabul ederdi
Ne dua, ne sitem, ne de içli bir ağıt
Baba, artık bir ev değil
Bir türbe gibi sessizdi...
Peri Feride ÖZBİLGE
13.04.2025