0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
147
Okunma
Düşten doğdun, özdeşliğin gölgesinde,
Bir sabahın sisinde kayboldun.
Anneannenin eli: titrek bir dokunuş.
Çocukluğun acısı, bir kuyuda yankılanan dua.
Zaman, sessizce kabardı.
Gerçekler eğildi, gölgeler uzadı.
İçinde bir yarık açıldı,
Ve bir yanardağ kalbinde taşlaştı.
Patlamak üzereydi, ama sustu.
Karanlık büyüdü,
Geriye uçurumların sesi kaldı.
Yüzlerin arasında bölündün.
Her biri sendi, hiçbiri de.
Zihnin, aynalarla dolu bir koridor:
Kendi sesini bilmeden yankılayan.
Unutmak için zehir içtin,
Panzehir kusarak yürüdün.
Gökten düşen bir taş gibi, sürüklendin.
Bir müzede unutulmuş hatıra gibi,
Kabullenen ellerde uyudun.
Dualar kabul gördü,
Ama ağıtlar eksikti.
Gözyaşları akmadı,
Çünkü duvarlar onları çoktan yuttu.
Ve sen, kalabalıkta yalnızlıkla yüzleştin.
Son kez tuttuğun el,
Parmaklar arasından kayan bir dua.
Bir çiçeğin kopuşu gibi,
Usul, yavaş, kaçınılmaz.
Gözlerin kapalı pencerelere döndü,
Rüzgâr bile esmedi.
Sessizlik büyüdü,
Ve sen, artık konuşulmayan bir dile dönüştün.
Mutfakta hâlâ çay kokusu,
Ama kimse fincanlara uzanmıyor.
Tabloların yüzü sana dönük,
Ama sen bakmıyorsun.
Yorganına sinmiş sabır,
Başucundaki dua kitabı.
Hepsi suskun.
Hepsi seni bekliyor,
Gelmediğini bile bile.
Adını kimse yüksek sesle anmıyor,
Ama her sessizlikte yankılanıyorsun.
Bir çekmece açılırken çıkan ses gibi,
Hafif, ama sarsıcı.
Kurdeleyle sarılı tülbentler,
Sararmış fotoğraflar,
Bir köşede unutulmuş gözlüklerin.
Bazı sabahlar, çay demlenirken
Kokun doluyor odaya.
O an zaman çatlıyor biraz,
Ve sen, oradan bakıyor gibisin.
Artık seni hikâyelerde yaşatıyoruz.
Kimi eksik, kimi eksiksiz.
Ama hep sevgiyle.
Çünkü giden,
Gerçekten gitmez.
20.04.2025
Resul Bayraktar
5.0
100% (2)