0
Yorum
14
Beğeni
5,0
Puan
232
Okunma

İnsanlar mesai saatlerinde çay molası verirken, yüreğime bağdaş kuran duyguların sağanağında döküldü mısralar...
vira bir rüzgârın dem vurduğu sokaklarda
eski bir gökyüzünden düşen ışıkla
başladı yolculuğum...
kentin alnına düşmüş solgun bir leke gibi
varlığımı kimse görmüyordu
zaman köşebaşlarında çürüyen afişler gibi
kendini unutturmuştu
beni bekleyen yollar vardı
üzerinden hiç geçilmemiş
hiçbir ayak sesine alışmamış
sadece suskunlukla yoğrulmuş
kaybolmak bir tercih değildi
şehrin kılcal damarları gibi uzanan
bu yolların hiçbirinde varış yoktu
adımlarım toz kaldırdı
ama ne rüzgâr o tozu aldı
ne de biri fark etti geçtiğimi
binalar birbirine yaslanmış
kırık pencerelerden sarkan perdeler
unutulmuş birer hikâye gibi
rüzgarda sallanıyorlardı
bulutlar çatlamış bir ayna misali
gözyaşı döküyordu yeryüzüne
sonbahar rengi bir gül açtı avuçlarımda
tuttuğum an
yaprakları eskimiş mektuplar gibi dökülmeye başladı
bazı çiçekler kendiliğinden unutur açmayı
bazı insanlar kendiliğinden öğrenir vazgeçmeyi
ve ben, şehrin sessiz çığlığında
eski bir hikâyenin kayıp harfiydim
beni unutan zamana
seslenemedim
beni hatırlayacak olanı
bekleyemedim
sadece yürüdüm
adı konmamış bir sokağın
sonuna doğru
ama sokak bitmedi
gölgeler duvarlardan sızarak ayaklarıma dolandı
binalar üzerime eğildi
rüzgârın taşıdığı sesler
kırık saatlerin tik taklarını getirdi
her adımda biraz daha silindim
ve şehrin içinden geçen hayaletlere benzedim
nefesimde pas kokusu
ellerimde unutulmuş bir gölgenin solgunluğu vardı
adımlarım ağırlaştı
başımı kaldırdığımda
karşımda dev bir saat kulesi belirdi
yelkovanı durmuş,
akrebi titrek
hiçbir zamanı göstermeyen bir kuleydi bu
işte tam o anda anladım
unutulmak bir boşluk değilmiş
aksine
bir gölgenin peşinden yürüyüp
hiçbir yere varamamakmış
gözlerimi kapadım
ve içimde bir fırtına esti
her şeyin üzerinden geçip giden rüzgâr
beni es geçti
güneş yükseldi ama
ben ışığa erişemedim
sokağın sonuna vardığımda
arkama dönüp baktım
bir iz bırakmış mıydım
hayır,
sadece bir gölge titriyordu duvarın kıyısında
benim gölgem mi
bilmiyorum
ama bir şey fısıldıyordu bana
usulca derinlerden
gölgede kalan, ışığa kavuşamaz
ve o an anladım
beni hatırlayacak kimse yoktu
ben de kendimi hatırlamaktan vazgeçtim
adım duvarlara kazınmadı
hiçbir yankı beni geri çağırmadı
ne bir gökyüzü kaldı üstümde
ne de bir ayak izi geride
ve ilk kez fark ettim
gölgenin bile bir yere ait olması gerektiğini
ama ben hiçbir yere ait değildim
kimliksiz bir sevdayı sineye çekmiş
gemici düğümü gibiydi iç organlarım
bir anlığına durdum
nefesim şehrin solgun yüzüne çarpıp geri döndü
ellerimde ağırlığı olmayan bir boşluk vardı
hiçbir duvar ismimi fısıldamadı
hiçbir sokak ardımdan kapanmadı
varlığım ile yokluğum arasındaki çizgi silikleşti
bazı yolculukların istikametsiz sürdüğünü
ve bazı adımların hiç kimsenin hatırasına kazınmadığını
o an anladım
gölgenin bile seni terk ettiği yerde
artık kimseye ait değilsindir
ve ben…
varlığın en ince sınırında
hiç yaşanmamış bir zamanın içinde
adı konmamış bir hatıra gibi
gölgelere karışıp kayboldum
yirmialtıikiyirmibeş/yelkovanı bilmem akrep içimde titriyor bu saatlerde...
5.0
100% (4)