Serin bir yaz akşamı Vadinin yamacından Kıvrım kıvrım akan Nazlı bir ırmağın Bütün gece Sularıyla oynaşan dolunay Nasıl bilebilir ki Gün doğduğunda Bırakıp gittiği Su’yun sancısını . .
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI): Abdullah Çağrı ELGÜN [email protected] SUYUN SANCISI Su'yun sancısı Serin bir yaz akşamı Vadinin yamacından Kıvrım kıvrım akan Nazlı bir ırmağın Bütün gece Sularıyla oynaşan dolunay Nasıl bilebilir ki Gün doğduğunda Bırakıp gittiği Su’yun sancısını Sahra Tekin (Su'yun sancısı): “Suyun Sancısı” Adlı şiirinde tam da adına uygun bir sesleniş ile karşımızı çıkıyor: “Serin bir yaz akşamında, vadi yamacından, kıvrım kıvrım akan, nazlı bir ırmağın sularıyla oynaşan Dolunay, nasıl bilebilirdi ki gün doğduğunda, bütün gece bırakıp gittiği suyun sancısını?..” Bu söyleyişte, “Edebî Söz Sanatları” ndan: Benzetme (Teşbih) var! Dolunay, bir erkek (Sevgili, Maşuk); Irmak, Irmağın Suyu Dolunaya âşık Irmak (Irmağın Suyu). (Su, Âşık: Dolunay’a âşık olan, bütün gece sancı çeken su: Seven, acı çeken, sancılı) Suyun sancısı olur mu? Bu sözde, Edebî Söz Sanatlarından, Teşhis ve İstiâre Sanatı var! Aynı zamanda şu kelimeler arasında “Serin, Yaz, Akşam, Vadi, Yamaç”, “Kıvrım Kıvrım-Su; Su-Irmak” Tenâsüp (Mürât i Nazır) sanatının olduğunu görüyoruz. “Nazlı bir Irmağın suları (Kız) sularıyla oynaşan Dolunay (Erkek)!.. İki sevgili bütün gece, bütün güzellik ve yakışıklılığı ve çekiciliğini ve arzularının esiri olarak sevişiyor. Bu sözde gizlice ve başkaca, Tevriye Sanatı kullanılarak Kapalı Tevriye yapılıyor… Sebebi de: Dolunay’ın oynaş esnasında, bırakıp gittiği su; bütün gece …sancılı… “Su” bırakıldığı yerde rahat ve huzura eremediği gibi her ne hikmet ise bir de sancılanmış…” Bu sancıdan “suyu” (Sevgili) “… suyunu” (Kapalı Tevriye) bırakıp giden Dolunay’ın bundan haberi yok!.. (Bırakıp gittiği suyun sancını nereden bilsin?.. Maşukun (Dolunay) bilmediği, fakat nazlı ırmağın suyunun bildiği, bir durumdan dolayı, “Bütün gece oynaş yerinde bıraktığı su” sancılı… Bütün gece bu sancıdan habersiz, bu olayın farkında dahi olmayan Maşuk (Dolunay)… Nereden bilecek sevgilisinin içine düştüğü, düşürüldüğü bu durumu?.. Olduğu yerde, oraya buraya savrulup bir arayış içinde bir yerlere tutunabilmenin, bütün gece sancısını çeken su, “suyu!..” “vadi yamacından kıvrım kıvrım akan nazlı bir ırmağın sularıyla oynaşan dolunay (Erkek, Sevgili, Maşuk) Nasıl bilebilirdi ki?
Kim? Dolunay!.. bütün gece bırakıp gittiği, suyun sancısını?.. Su niçin sancılı? Dolunay’ın bütün gece oynaşı sonucunda bırakıp gittiği su, “suyundan” sancılı… Nazlı bir ırmak sularıyla bütün gece oynaşan Dolunay, gün doğduğunda kaybolmuş. “Dolunay, Sevgili” çoktan gidip kaybolmuş… Dolunay kaybolmasa oynaşa devam edecek; ama şimdi yanında yok; fakat “Serin bir yaz akşamında, vadi yamacından, kıvrım kıvrım akan, nazlı bir ırmağın suları sancılı…” Dolunay nereden bilsin? O çoktan, oynaş alanından uzaklaşmış… “
Her şairenin, şairin, birbirlerine benzeyen veya hiç benzemen şiir tarzı ve özel, kendine has bir uslûbu vardır. Şaire veya şair bunu bilerek isteyerek seçer. Bu bir tercihtir. Şaire, Sahra (Suyun Sancısı), bu ismi özellikle ve bilerek seçtiği şiirlerinde kullandığı, duygu coşkunluğu ve uslûp özelliğinden anlaşılıyor. Gerçek sanatçılar maksatlarını akıllarından geçenleri, içlerinden dökülen hislerini anlatmak istediklerinde, güzel Türkçemizin resmî ve geçerli dili İstanbul Ağzı (Ağız Özelliği) ile güzel, leziz, zarif işlek, açık, anlaşılır, pürüzsüzce bir Türkçe ile bir çırpıda söyleyiverirler… Şairin hüneri de burada görülür. Kelimelerin gücü, şairin usta kaleminde dile gelir ve ustalıkla, maharetle, hünerle diziverir kelimeleri. Usandırmadan, sıkmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı gediğine: Kayseri’nin iki bine (2.000) yakın şairlerinin içinden Ali Rıza NAVRUZ: "Öksüz Uykular Bıraktım Yatağıma" adlı şiir kitabındaki şiirlerinde de Garip Akımı, Birinci ve İkinci Yeni Kuşağının getirdiği yeniliklerden, ekolden etkilenen şairlerdendir. Şairin usta kaleminden çıkan şu şiir ile taşı gediğine koymayı ihmal etmeyen Ali Rıza NAVRUZ da az şeyle, çok şey anlatmayı başarır… Zaten şiir de az sözle çok şey söyleme sanatıdır. Şairin, Şiir Dinletilerine, Kültür etkinliklerine gidip gelmeleri ve geceleri eve gelmemelerinden sitem ve şikayetle: Hatunu, hanımı, evdeşi, yavuklusu, eşi ona kırgın… Bu haliyle de kızgın! Yavuklusuna seslenen şair:
"Dün şölenden geldim ki: Sen yoksun!.. Bir not iliştirmişsin, küseğen yastığına. Meâlen şöyle:
"Anlı şair (!)
Şanlı Şair (!) Benden işte bu kadar!.. Sen; Şiirin koynuna gir!"
Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’in şiirlerinde de bu tarzı görüyoruz. Sahra TEKİN de bu Ekolden etkilenen ve akımı devam ettiren, günümüz şairleri arasında yer aldığını aşağıda söylediği “Nisan Bakışlım” başlıklı şiirinde de açıkça gösterdiğini söylemek yanlış olmaz!.. Sayın Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’nın şiirlerinde de:
Nisan Bakışlım nisan bakışlım bakınca gözlerine güneşin duvarlarına yaslanıyorum sanıyorum kendimi yalnızlığımın buzdan heykeli çözülüyor sıcaklığınla salkım saçak çiçekleniveriyorum bir bahar yağmurunda sesin sarıyor damlaları anasını satmışım bu dünyanın onca özlem onca acı onca gözyaşı varken hayır deme nolur dudaklarımızın değdiği yerden yudumlayalım şarabı olur mu 2023 aralık
Bu biçim, tarz, nesri nazma yaklaştıran, nesri şiirleştiren bir tarzdır ki şiir değil, nesirdir. Nesir değilse bile, farkı lirizm, duyguda doruğa ulaşma, coşkun söyleyiş, lirizmin bir nutkudur demek daha doğru olur. Cemal SÜREYA gibi… Meryem Adanalı: 29 Temmuz 2022 Satmışım anasını ben bu dünyanın... Yetti artık sıkıldım... Babasını da satmayı düşünüyorum ...
Ferdi ÖZBEĞEN de şarkısında olduğu gibi ‧ 1979 “Satmışım anasını Ben bu dünyanın Sen benim yanımda olduktan sonra” diyerek dünyada çekilen ıstırapları ve Bunları hiçbir şekilde umursamadıklarını, açık ve net bir şekilde dile getirir.
SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI): Edebiyat Defteri, Şiir ve Nesir Bloğunda: https://www.edebiyatdefteri.com yazdığı şiirleriyle bizi: Garipçiler, Garip Akımı; Birinci ve İkinci Yeniciler Kuşağı’na götürüyor. Bu Kuşağın, Ekolün Sanatçıları: Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY olup, 1940’lı yıllarda başlayan ve 1945-1050’lili yıllara kadar, Türk Şiirine getirilen yenilikler yumağıdır. İşte o dönemden Türk Şiirinde “Garip Akımı (Yenileşme)” ile başlanarak sürdürülmek istenen bu akıma veya Ekole verilen addır: Yenicilik… Kuralsızlık!.. Yukarıdaki isimler de bu yeniliğin öncüleri olarak karşımıza çıkarlar. “Garip” adlı bir kitapla karşımıza çıkan şair Orhan Veli KANIK, bu akımın öncüsüdür. Bunu takip eden sanatçılar, Türk şiirinde, o güne kadar yer etmiş, kalıp ve anlayışlardan kurtulmak gerektiğini savunur. Şiirdeki şekil ve biçimciliğe, vezin (ölçü), kafiye (uyak) duygusallığına karşı çıkıp, söyleyiş güzelliğini esas aldılar. Bu Anlayışa Göre Şiir: “Halkın konuştuğu sade dille ve halka ait söyleyişle yazılan ve anlamı öne çıkaran, bir nitelikte olmalıdır. Garip şairlerine göre şiir; Sıradan insanları ve onların hayatını konu edinmeli; sanattan, süslü söylemlerden uzak olmalıdır.” Söylemlerini dile getirdiler. Sahra Tekin (Su'yun sancısı), olarak şiir yazan sanatçı da bu akım veya ekolden, oldukça etkilenmiş gözükmektedir. Öncelediği Orhan Veli Kanık onun şiirlerine kılavuzluk ederek, şairenin şiirlerinin rotasını belirlemiş gözükmektedir. Türk Edebiyatının önemli şairlerinden oluşan Garip Akımı “Garip” adlı bir kitabın etrafında kümeleşerek, yeni bir akımı başlattılar. Orhan Veli KANIK ve yakın arkadaşları, Oktay Rifat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY Türk şiirine Türk Edebiyatına getirdikleri şiirde: Ölçüsüz, kafiyesiz, “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kurallarına” tamamen aykırı, nokta, virgül, … vb. diğer işaretleri kullanmaksızın; büyük küçük harfler, özel ve cins isimleri de gözardı ederek, yani bunların hiçbirini kullanmaksızın”, serbest tarzı, özgür ve yepyeni bir anlayışın “Kuralsızlık” etkiyle Türk Edebiyatının şiir dünyasına soktular…
GARİPÇİLER VEYA BİR VE İKİNCİ YENİ KUŞAĞI: Orhan Veli KANIK, Oktay Rifat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY'ın kurduğu ve Türk şiirinde yerleşik ve kalıplaşarak şiirimizde yer etmiş bütün anlayışları kırarak, halihazırda var olan ve yaşanmış anlayışı reddederek yepyeni bir anlayış ve söyleyiş geliştirdiler ki bu akımın adına: “Garip” hareketi denmektedir.
GARİP AKIMI VE GARİP AKIMININ ÖZELLİKLERİ: “Şiirde ölçü ve kafiye kullanmamışlardır. Serbest nazmı kullanıp süslü, sanatlı, şairane söyleyişleri reddettiler. Halk ağzı ile sıradan söyleyişler de şiir diline girmelidir. Günlük yaşamdaki her konu ve her kişi şiirde yer almalı. Şiir, toplumda görülen bütün sorunların çözümü ve sorunlara çözüm sunan, öneri ve konuları aktarmalıdır.” Dediler…
BİRİNCİ YENİCİLER, GARİPÇİLER: Lise yıllarından beri çok yakın arkadaş olan: Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY tarafından Türk Edebiyatına yeni bir görüş getiren ve bir jet hızıyla inen bir akım… Bu üç arkadaş, 1937’den itibaren Türk Şiirdeki kalıplaşmış kurallara ve şekilciliğe karşı, tepkilerini Türk Edebiyatının en önemli dergilerinden Varlık Dergisinde ölçüden, uyaktan ve şairanelikten uzak şiirler “Kuralsızlık”, yayımlamaya başladılar. İlk şiirleri, sanat tarihimizde, önemli yere sahip Yaprak Dergisinde yayımlandı. Bu iki dergide şiirlerin, özgür bir biçimde yazılıp, okuyucuya sunulması gerektiği ve her varlığın ve her şeyin, şiire konu olabileceği, bunun için ölçü ve dar kalıplardan uzaklaşmanın yararı anlatıldı…
1941 yılında halk şiirinin anlatım ve deneyimlerinden de yararlanarak yazdıkları özgür ve serbest şiirlerini: ‘’Garip’’ adlı kitapta topladılar… Kitap, Orhan Veli KANIK ’ın imzasını taşıyordu. Kapağında şu söze yer veriliyordu: “Bu kitap, sizi, alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir!..” Söylemleriyle “Garip Akımını” resmen başlatmış oldular…
“Sevgili Muzaffer Tayyip Uslu’nun deyimiyle, bir kesim insan, şiiri gökte ararken yerde bulmanın verdiği şaşkınlıkla, kılıçlarını Garipçiler için bilediler. Yani, her yenilikte olduğu gibi, Garipçiler Döneminde de hattatlara rastlamak farz-ı kifaye idi. Tabii, bu az evvel bahsettiğim hattatların şaşkınlığını anlamak mümkün: o güne kadar ‘’üstün, seçkin sınıfın işi’’ olarak görülen şiirde ‘’nasır’’ (Dil kurallarından başka, hiçbir ölçüye bağlı olmayan düz ve doğal anlatma yolu) gibi bayağı sözcüklerin kullanılması ve konuşma dilinin, şiire diline dahil edilmesi, elbette onların konfor alanlarından çıkarak, alışkanlıklarını bozmalarına, bir tehlike olması, şairlerde oldukça rahatsızlık uyandırdı. Hatta günümüzde de bu devrimi anlamak istemeyenler, mevcudiyetlerini koruyorlar. Dönemler değişse de hattatlık bakidir, maalesef; fakat, aksi yönde giden bir kesim de elbette vardı! Orhan Veli’nin şu şiiri şiire bakışı, kökünden değiştiren en güzel örneklerden biriydi. (https://1000kitap.com/gonderi/286099021?oku=1; Behçet KORAY: 17 Ekim 2004, Garip Şiirinin, Garip Şairleri)
Şiir miydi? Nesir miydi? Yoksa bir güzel söyleyiş bir güzel bakış mıydı; fakat tam oturuyordu. O devre göre: Kolay söyleyiş, konuşur gibi rahat ve içten, külfetsiz, sanat yapma zorlaması olmadan açık ve beliğ… Söylenmek isteneni sade bir şekilde anlatabilme… İşte o şiir: BEN ORHAN VELİ "Yazık oldu Süleyman Efendiye" Mısra-i meşhurunun mübdii. Duydum ki merak ediyormuşsunuz, Hususi hayatımı, Anlatayım: Evvela adamım, yani Sirk hayvanı falan değilim. Burnum var, kulağım var, .... Orhan Veli Kanık
SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI): Garip Akımı, Birinci ve İkinci Yenicilerin arasına katılarak bu akımı çarçabuk benimsemiş Şaire olarak karşımızda durduğunu şu şiiri ile de ispatlamış oluyor:
GÖKKUŞAĞINDA ISLANALIM serçenin kanadına saklanırken sönmeye yüz tutmuş gün gözlerinden taşıyor gece sen denizinde boğulurken kocaman bir sus yağmalıyor içimi ve o suskunun huzurunda çok üşüyorum
bolca hüznünün artığında yıkanmadan henüz bir darağacı kurup cinayet işlemeden
Garip Akımı, birçok gence ulaştığı gibi, dönemin ünlü edebiyatçılarını da etkiledi ki Nurullah ATAÇ da bunlardan biridir. Ataç da katıldı Garip Akımından etkilenenler kervanına. Nurullah ATAÇ dediğimiz beyefendi ile ilgili bir detay var ki kendisi dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Kültür Danışmanı idi. Garip Akımı: Toplumcu, gerçekçi şiir anlayışı yerine, savaş ortamında, yaşam sevincini konu edinen, bir şiir biçimi olarak, devlet eliyle, Türk şiirinin yeni yüzü olarak sunulmak istendi. Devletin imkânları da seferber edildiği için Garip Devriminin başarısı kaçınılmaz oldu; fakat, insanın bulunduğu her yerde olduğu gibi, burada da bir problem ortaya çıktı. Liseden beri yakın arkadaşlık kurup, edebî başarılara imza atan bu üçlü, “Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY “dağıldı. Garip Akımının dağılmasının temel sebepleri arasında, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY’ ın zamanla, şiir anlayışlarını değiştirerek, daha soyut ve geleneksel unsurlara yeniden yaklaşmaları oldu. Orhan Veli’nin ise Garip çizgisini kararlılıkla sürdürerek, bireysel şiire yönelmesi, dönemin edebî ortamında, yeni akımların etkisini artırmasına sebep oldu denebilir. Onun Meşhur şiiri bu kuralsızlığı apaçık ortaya koyar:
BİR GARİP ORHAN VELİ’YİM İstanbul’da Boğaziçi’nde Bir garip Orhan Veli’yim Veli’nin oğluyum Tarifsiz kederler içindeyim Urumeli Hisarı’na oturmuşum Oturmuş da bir türkü tutturmuşum İstanbul’un mermer taşları Başıma da konuyor martı kuşları Gözlerimden boşanır hicran yaşları Edalım… Senin yüzünden bu halim. İstanbul’un orta yeri sinema Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne Sevdalım… Boynuna vebalim İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim Bir garip Orhan Veli’yim Orhan Veli Kanık
1945’te kitabın ikinci basımı, sadece Orhan Veli KANIK’ın birinci kitaptaki şiirlerinin düzenlenmiş halleriyle, yeni yazdığı şiirleriyle ve yeni bir önsöz ile yayımlandı. Dolayısıyla bu akımın en çok Orhan Veli’yle özdeşleştirilmesi pek de şaşılacak bir şey değil. Orhan Veli Kanık’ın 1950’de, henüz 36 yaşındayken hayatını kaybetmesinin ardından, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat Horozcu kendi bireysel tarzlarını geliştirdiler… Roman ve tiyatro türleriyle ilgilenmeye başladılar ve İkinci Yeni Akımına dahil oldular.” (https://earsiv.odu.edu.tr/jspui/bitstream/11489/3813/1/10561368.pdf)
BEDAVA Bedava yaşıyoruz, bedava; Hava bedava, bulut bedava; Dere tepe, bedava. Yağmur çamur, bedava. Otomobillerin dışı, Sinemaların kapısı, Camekanlar bedava. Peynir ekmek değil; ama Acı su bedava…
Kelle fiyatına hürriyet, Esirlik bedava!
Bedava yaşıyoruz, bedava. Orhan Veli Kanık
GÜZEL HAVALAR Beni bu güzel havalar mahvetti, Böyle havada istifa ettim Evkaftaki memuriyetimden. Tütüne böyle havada alıştım, ... Orhan Veli Kanık
İKİNCİ YENİCİLERİN SAVUNDUĞU DÜŞÜNCELER: İkinci Yeni, 1950'li yılların başında ortaya çıkan ve: “Sanat sanat içindir.” anlayışını benimseyen şiir topluluğudur. 1941 yılında Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU, Melih Cevdet ANDAY, Muzaffer Tayyip USLU, Rüştü ONUR, Nurullah ATAÇ, Cemal Süreya, Kemal ULUSER, tarafından başlatılan Garip Akımı Hareketinin diğer adı Birinci Yeni Kuşağı olduğu için, Cemal Süreya ve diğer şairlerden oluşan topluluğa bu isim verilmiştir. Şiir: zengin imgelerle, Ritimli sözlerle, Seslerin uyumlu kullanımıyla, ortaya çıkan edebî türdür. Şiir düş gücüne, İmgeye dayanır. İnsanın duygu dünyasına seslenir, İnsanda coşku uyandırır. Şiirde çağrışım, İmge, Sezgi önemli bir yer tutar.” diyorlardı.
İSTANBUL'U DİNLİYORUM İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
Orhan Veli Kanık
Konu, Garip Akımı olduğunda: Orhan Veli KANIK, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat HOROZCU üçlüsünün yanı sıra, anılması gereken iki şair daha var: Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu. Bu ikilinin hayatları Kelebeğin Rüyası adlı filmde anlatıldığından farklı olarak, ki o filmi mutlaka izleyiniz… Aslında bu şairler bir ikili değil, üçlü. Lâkin Kemal ULUSER ’den günümüze “Işık” adlı piyesten başka bir şey kalmadığı için burada sadece, Rüştü ONUR ve Muzaffer Tayyip USLU akla gelecektir. Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde Behçet Necatigil’in öğrencisi olan bu iki genç, ömürlerini bir yandan veremle ve fakirlikle mücadele ederek bir yandan da sanattan beslenerek ve onu besleyerek geçirdiler. En azından, denediler. Orhan Veli KANIK ’ın (Şiiri sokağa taşıyan şair...) Zonguldaklı üçlü hakkında söylediği söz şu şekildedir: ‘’Son yıllarda Zonguldak üç büyük yetenek yetiştirdi: Biri Rüştü ONUR, biri Kemal ULUSER, biri de Muzaffer Tayyip. Bu ne biçim kader? Üçü de arka arkaya öldüler.’’ Garip Akımının Serüveni eksiğiyle fazlasıyla bu şekilde. Serbest ölçüyü ülkemize kazandıran, bu üçlüye, Türk Edebiyatı her zaman minnettar kalacak olsa da aradan, seksen küsür yıl geçmesine rağmen, geleneksel şiirde ısrar edenler mevcut. Ülkece her alanda örümcek ağlarından kurtulmamız dileğiyle...” (https://earsiv.odu.edu.tr/jspui/bitstream/11489/3813/1/10561368.pdf)
Şaire, Sahra Tekin (Su'yun sancısı): Bize, her haliyle (1891-1944) Edebiyat-ı Cedide Topluluğu`nun yayın organı Servet’i Fünûn Dergisi yazarlarını hatırlatıp yansıtıyor… Dilimizin bilgisayar terimleriyle allak bullak olduğu; cep telefonundaki yazışmalarla sözcükleri kısaltmaktan ne olduklarını anlamak için müneccim olmanın gerektiği bu devirde: çarşıda, pazarda, sokakta karşılaştığımız yüzlerce Türkçe sözcük varken, yüzlercesinin yabancı kelimelerle yazılıp çizilmiş tabelâlar, Levhalar, kadın ve erkek isimleri; ne yazdığı asla mühim olup okunmayan, abes ile iştigal yabancı dillerle yazılmış resimli, yazılı tişörtler de dilimizi bozuyor. Kültürümüzü erozyona uğratıyor. Millî ve yerli kültürümüz yok olma aşamasına sürükleniyor diye isyan ederken, kişi ve yer isimlerine bakınca da eskiden var olduğu halde, bugün kullanılmaya kullanılmaya, kullanımdan düşmüş veya unutulmaya yüz tutmuş: “laf u güzaf, (Anlamsız ve gereksiz şeyler demek), feveran (Kaynama, coşma, fışkırma), Vaveylâ (çığlık), Mahşer midillisi (ortalık Karıştıran), Çul çürüteni (kaygısız, rahat kişi), Müstehcen (Açık saçık), Bol âhenk (Konuşkan, neşeli, bol sohbet) “Bedestene, bakkala, berbere, muazzam, dev, devasa, kocaman, dükkânlara” sözcüklerimiz varken bir de şairlerin kimi uyduruk dili ve eski kelimeleri diriltme gayretleriyle, şiirlerini yabancı kelimelerle örme çabaları, bu kültür erozyonuna eklenince ortada, millîlik namına bir şey kalmıyor. “Sait Faik Abasıyanık da Orhan Veli'nin bu yönüne dikkat çekerek onu "üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şair" olarak tanımlandı.” Millet dilini, halk dilini ve Türk’ün Dili Türkçe kelimeleri, millî ve yerli dili mumla arıyorsunuz… Halbuki şair, yazar, araştırmacı milletin, halkın susmayan sesidir. Halkın hislerinin tercümanı, çıkmayan sesi, soluğu ve yöneticilerinin, zenginlerin, ağaların, iktidar sahiplerinin usulsüz, haksız, uygulamalarına isyanı, tepkisi; halka halkça hitap eden halkın seslenişi, haykırışı, suskun dili, sesi, soluğu, dertlerinin tercümanıdır. Duygularının aktarıcıları, hislerinin tercümanlarıdırlar. Mehmet Emin YURDAKUL’ un dediği gibi:
"BIRAK BENİ HAYKIRAYIM … Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et; Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet, Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;"
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL’ de: "Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın" diyor.
İşte: şaire, şair olmak öyle kolay değil… Sahra Tekin (Su'yun sancısı) bu acı bu çileli; dikenli, çalılı, acılı yolun ıstırabını, “Ah! Ah!..” dedikçe sinesinde göz göz açılan yaraları; “Vah! Vah!..” dedikçe uzuvlarında şerha şerha yarılmış, açılmış yaraların sancını yaşayacak… Sahra Tekin (Su'yun sancısı): suda uzun süre kalmış kuşun, kanatlarını çırpışında, dağılan su taneleri gibi dağılmış her tarafa… Sonra bükmüş boynunu, büzülmüş kenara; fakat yıkılmamış, yılmamış, pes etmemiş, vazgeçmemiş… Anlatmış duygularını ayan beyan ruhundan süzülen sözcüklerle… Biz de bu sözcüklerin içimizde deniz dalgalarının kayalara “şırakk, şırakkk, şırakkkk çarpışı gibi ruhumuza çarpan ve içimizden parçalar kopararak okuduğumuz dizelerle sarsıldık, bir tuhaf olduk… Bu yaşanılanları biz de içimizin derinliklerinde yaşanmış bir iç çekişler olarak bulduk, etkilendik, hayıflandık. Sözcüklere yansımış yaşanılmışlıkları bularak, kimi zaman burada anlatılanın yerine geçip, kimi zaman da kendimiz olarak okuduk o şiirleri… O şiirlerdeki yaşanılmış duygularla, ruhumuz gel-gitlerle, aynı acılarla depreşti. Sancılandı. Acıların yumağında, bayırlardan kayalara çarpa çarpa yuvarlandı. Biz o olduk kimi zaman, o bizdi… Onda çoğumuz kendini buldu. Çoğumuz bir parçasını…
Şaire, şair acı çekecek, çile çekecek, dikenli, taşlı çakıllı yolların çetrefilli, çetinliğinde alev almış kumların kızgın korluğunda yanacak, çığlık çığlığa, avaz avaz, bağıracak… Hüngür hüngür ağlayacak… Bazan sessiz sessiz gözyaşları yanaklarından bir sonbahar deresi suskunluğunda yürüyecek… Üzülecek, üzüntüleri gök yüzünün bulutlarını yaracak, gözlerinden dökülen yaşlar, kan rengine dönüşecek… Sonrasında gözyaşları denizinden kabaran suların azgın hırçınlığında, gözlere, kızıl kanlar dolduracak. Yıkılmam dersin; fakat yıkılırsın. Düşmem dersin; ancak düşersin! Şaire, Sahra Tekin (Su'yun sancısı) vazgeçmem dersin; halbuki vaz geçersin… Yaşayan bir ölü gibi olur bedenin, duvarlara, taşlara topraklara belene belene, örselene örselene, tanınmaz olursun… Öldüm dersin; ama ölemezsin; çünkü ölmek de öyle kolay değil…
Şairenin, şairin sesi, sesinin yankısı yeri göğü delecek, yüksek kayaları devirecek, ağaçları sallayacak, kimsesizlerin işitmeyen kulağı, gözü, sesi olup haykırışını, seslenişini, ilgililer duyacak, ilgili makamlara duyuracak… Şaire, şair, halkının sesi olup meydana çıkacak ki, şairler halk diliyle, halkça haykıracak ki halk, öksüz çocuklar gibi boynu bükük, sağır ve dilsizler gibi suskun ve dertli kalmayacaklar… Geçmişi çağrıştıran, kötü olan eskiyi, aynen veya benzer bir şekilde taklit eden, zamanında ve sonrasında, anlaşılmayan şaire, şair, sadece kendi söyleyip yine kendisi dinler. Şaire, şairin haykırışları, bulutları yırtacak; ama halkın dertlerini yine halkın diliyle, onun anlayacağı sade bir uslûpla ortaya koyacak, terennüm edecek. O, halkının gözü, halkının kulağı, halkının gönlü, halkının ve gerektiğinde bütün insanlığın, canlıların ses vermeyen dili, sesi olacak… Bazan kendi olacak, kendi içinden kopan fırtına, bora, kasırgaları bırakacak okuyucunun yüreğine… Şairenin, şairin, insanlarının yaşadığı toplumun, içinden çıktığı halkının duyduklarını, düşündüklerini, hissettiklerini; fakat bir türlü dile getiremeyip, söyleyemediklerini söyleyecek, haykıracak. Halkın hislerini, dertlerini, acı ve tatlı duyguların terennüm edecek. Onların, ses vermeyen sesi, görmeyen gözü olacak veya Şaire, Sahra Tekin (Su'yun sancısı) gibi “AŞK” için acı çeken, aşka susayan, aşkı anlatan, aşk için, sevgi için yol alan, yol bulan olacak! İşte bir şiiri: SANA SUSUYORUM Yangınım dinsin diye Sen yırtığı yaralarıma Gül yaprakları seriyorum
uzağım Gözlerini gömdüğüm gecelerde İçimde yankılanıyor da sağanakların Çığ gibi büyüyor yokluğun . Şimdi yetim avuçlarımda Gidişinden kalan Kızıl mavi İz artığı bir zaman Ürperirken yalnızlığım Gölgelerinle üzerime Bir gerçeklik gibi düşüyorsun Ve ben Sana susuyorum Sahra Tekin (Su'yun sancısı), şiirlerinde orijinli buluş ve deyişleriyle erbabının ve şiirden anlayan şairin dikkatlerin üzerine çekiyor. Bu buluşlar ve söyleyiş tarzı “Tanzimat Sonrası Şiirimizdeki” yenilenme kaygısının çırpınışlarını, “Garip Akımının” serzenişlerini, “Beş Hececilerin Husumetini” üzerine çekiyor… Serbest Tarzda geliştirdiği uslûbu, okuyucu ruhuna sükûn, dinginlik ve bir nebze huzur verse de şairi soran, sorgulayan, sorulara muhatap eden sözcüklerle karşı karşıya bırakıyor…
MAKALENİN DEVAMI BURAYA YÜKLENEMEDİ.... KENDİ BLOĞUMA EKLEYECEĞİM ORADAN BAKARSINIZ. MEİLİNİZİ YAZARSANIZ SİZE GÖNDERECEĞİM. Selam ve Saygılarımı iletir başarılar dilerim.
Çok teşekkür ederim şair değer verip tek tek incelemişsiniz bazı şiirlerimi emeğinize sağlık
şiir az sözle çok şey anlatır düşüncenize katılıyorum bu bir tercihtir elbette ve şairin benimsediği tarz benim gibi ve fakat şairin cinsiyeti olmaz şair şairdir kadın da olsa erkek de olsa ayrıca sözünü ettiğiniz bir çok değerli şairin yakınından bile geçemem ben duyguyu yaşar kaleme iz bıraktırırım sayfada kendimce elbet yüreğim yettiğince
zahmet etmişsiniz çok kıymetli ve kapsamlıydı yorumunuz tekrardan en içten teşekkür ve saygım ile sayın şair
Çok teşekkür ederim şair değer verip tek tek incelemişsiniz bazı şiirlerimi emeğinize sağlık
şiir az sözle çok şey anlatır düşüncenize katılıyorum bu bir tercihtir elbette ve şairin benimsediği tarz benim gibi ve fakat şairin cinsiyeti olmaz şair şairdir kadın da olsa erkek de olsa ayrıca sözünü ettiğiniz bir çok değerli şairin yakınından bile geçemem ben duyguyu yaşar kaleme iz bıraktırırım sayfada kendimce elbet yüreğim yettiğince
zahmet etmişsiniz çok kıymetli ve kapsamlıydı yorumunuz tekrardan en içten teşekkür ve saygım ile sayın şair
Bence bu şiir de tam pastoral degil. Evet dolayli olarak bence askin verdigi sancidan bahsedilmiş. Güzel teşbihler yapilmiş sonda suyun sancisi iki anlam kazanmiş. Yani burda da aşkin verdigi bıraktıgı acı var. :)
Doğada ne varsa insana hep yolcu olduğunu anımsatır....suda öyle akıp giden zamanı ne güzel tarif eder.... tersine akmaz çünkü....güzel şiirdi tebrik ederim
Suyun sancısı suyun sancısını yazmış,farklı ve beğeniyle okuduğum bir şiir oldu,keşke bitmeseydi dedim sonunda... Sevgi ve selamlarımla Sahra şairim...
Rica ederim,bence oldukça başarılı.:) Bu arada bir kaç gündür kafamda sana bir film önerme düşüncesi vardı,bu şiir de vesile olsun buna,çünkü filmde de ''su'' teması oldukça önemli bir yer tutuyor. Benim de dahil olduğum bir çok genç sinemacıya idol olmuş dünyaca ünlü Yunan yönetmen Theodoros Angelopoulos'un ''The Weeping Meadow'' adlı eserini kesinlikle izlemeni tavsiye ederim.
Rica ederim,bence oldukça başarılı.:) Bu arada bir kaç gündür kafamda sana bir film önerme düşüncesi vardı,bu şiir de vesile olsun buna,çünkü filmde de ''su'' teması oldukça önemli bir yer tutuyor. Benim de dahil olduğum bir çok genç sinemacıya idol olmuş dünyaca ünlü Yunan yönetmen Theodoros Angelopoulos'un ''The Weeping Meadow'' adlı eserini kesinlikle izlemeni tavsiye ederim.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.