0
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
495
Okunma

manzaraya bir isim vermem gerekiyordu kitaplardan onlara ne diyeceğimi öğrendim
bu çiçekler mehtap kadar kızıl parlıyordu
küçük bir kafede oturan sarıya çalan kadın
dudakları örgülü çatıdan sarkan üzümlerin mor ateşi gibiydi
ege güneşinden gölge veren ağaçtan
yontulmuş bir masa ve üzerinde kağıt
kağıdın üstünde bir bardak
ve bardak üzerinde bir kalem
gözlerine bakarken düşünüyordum
zihnim tarlaya serpilen tohumlar gibiydi
az ötede kullanılmış rengarenk bir bisiklet
ahşap çıtalara yaslanmış sessiz sedasız
belki en sevdiğim yerdeyim yalnızlıkta
ufukta sonsuzluğa doğru kıvrılan
eski romalılar tarafından döşenmiş parke taşlarıyla kaplı yollar
güneşin saçlarında eriyen gölgeler gibiydi
bir pazar günüydü ve kapalıydı antik kale
ve karşımda sarıya çalan o yabancı kadın
gözlerimi keskinleştiren güzelliği ve gençliği ...
ve
sis sokaklara döküldüğünde benim şehrimi orada hayal ediyorum
binlerce kilometre uzakta yüzlerce hafta
sonra eskimiş bir kitaptan şiir okurken
o kızıl çiçeklerin ihtişamını hatırlamak için
o kadını hatırlıyorum onu hiç tanımadan onunla hiç tanışmadan...
5.0
100% (4)