ALLAH RAZI OLSUN EFENDİM.
İsmim süleyman ACAR.
25.11.1988 diyarbakır doğumluyum.
Sekiz çocuklu bir evin, sallanan son beşiğiyim.
Doğuştan görme engelliyim.
Telefonum ve bilgisayarımda yüklü olan sesli ekran okuyucu program sayesinde rahatlıkla yazışabiliyorum.
İlk ve orta okulu dışarıdan bitirdim.
Şimdi de liseyi açıktan bitirmeye gayret ediyorum ALLAH kısmet ederse.
05.12.2014 tarihinden bu yana, diyarbakırda kitap satıcılığı yapıyorum.
Ayrıca gönüllü okuyucular tarafından görme engelliler için seslendirilen milyonlarca sesli kitap var.
O sesli kitaplar ve radyom ile kendimi yetiştirmeye çalıştım hep.
Hala da vazgeçmiş değilim.
Çünkü ben insan oğlunun her zaman ilim'e muhtaç olduğu kanaatindeyim.
E ben de bir insan oğlu olduğuma göre, ben de ilim'e muhtacım elbet.
03.09.2015 ve, 04.02.2016 tarihleri arasında, ankara yenimahalle'de bulunan görme engelliler rehabilitasyon merkezinde temel eğitim aldım.
Ve yine 21.09.2016 ve, 09.02.2017 tarihleri arasında aynı rehabilitasyon merkezinde bir de bilgisayar eğitimi aldım.
Tabi eğitimlerim sırasında kitapçılık işini ankaraya da taşıdım.
Hafta içi dersten sonra saat 18'e kadar, Hafta sonları da sabah saatlerinden akşam 18'e kadar ankara'da kızılay ve ulus'a giderek kitap satmaya devam
ettim kendimden gayet emin bir şekilde.
Ayrıca halk müziği solistliği yapıyorum ve, Bunun yanı sıra da, acizhane şiir yazmaya çalışıyorum.
Bununla beraber, henüz sadece bir kaç sayfa'sını yazabilmiş olduğum, ilerleyen zamanlarda çıkarmayı düşlediğim “Cehalet'in Töresi” isimli kitab’ımın yazımına
devam ediyorum zaman zaman.
Kitabım'ın girişini de sizinle paylaşmamda bir sakınca görmüyorum.
Cehalet'in Töresi, Zulm’ün Gölgesi:
1. Bölüm.
Ömer’in doğumu:
Diyarbakır’ın bağlar dörtyol semtinde, evler genellikle yan yana dizilmiş, avlular halinde, hemen karşı tarafında da yine yan yana yapılmış, birer ikişer
katlı müstakil daireler halinde olur.
Ve o evlerin bulundukları sokaklar genellikle dön dolaş bir biçimde sağlı sollu önlü arkalı birbirine bağlı olarak sekiz on sokak iç içe olur.
O sokaklarda oturan ailelerin çalışan erkekleri gündüz vakti işinde olurken, işsizleri de kimi kırathanelerdeki tahta taburelerde oturmuş çaylarını yudumlar,
kimi de kentin arka sokaklarında sigarasını tellendirmektedir.
Bu arada babasına yahut bir akrabasına görünme korkusuyla sürekli içlerinden birini kolaçan halinde bırakırlar.
(ÇÜNKÜ O VAKİTLER GENCİN SİGARA İÇMESİ AİLE BÜYÜKLERİ TARAFINDAN HİÇ DE HOŞ KARŞILANMAZDI .
BUNA RAĞMEN, GENÇ ELİNDE SİGARA İLE GÖRÜLÜR YAHUT BİRİ TARAFINDAN AİLESİNE İHBAREDİLİRSE, BU O GENCİN YAPMAMASI GEREKEN BİR AYIBI İŞLEMESİ GİBİ ÇOK BÜYÜK
BİR SAYGISIZLIK SAYILIRDI).
Kadınları da günlük yapması gereken işleri bitirip, akşamın yaklaşmasına yakın, kapıların eşiklerinde oturup sohbete dalarlar.
İçlerinden biri de uzaktan bir göz gezdirir, eğer henüz çay demleyen olmamışsa, kendisi büyükçe bir demlikte çayını demleyip aralarına katılır.
Bu sekizinci çocuğu, bana hamile ve dokuz ay on günü çoktan geçirmiş olup, sancılanması an meselesi olan otuz dokuz yaşındaki annem Münevver hanımdan
başkası değildir.
Takvimler 25.11.1988 gününü gösteriyor.
Her yerde olduğu gibi, burada da ağaçlar sonbahar gazellerini dökmüş, kışı karşılamaya hazırlanıyorlardı.
Münevver hanım yine çaydanlıkla beraber arkadaşları Şayzade, Saide, Hacı Zinê ve Kewo abla’nın aralarına katıldı.
Çayından ikinci yudumu alması ve sancılanarak bağırması bir oldu.
Hemen tanıdık bir ebe olan Hacı Gewrê’ye haber verildi, Münevver uzun uğraşlar sonrasında sekizinci çocuğunu, ikinci oğlunu doğurabildi.
Annem Münevver hanım’ın çocukları sırasıyla şu isimlerdedirler.
Gülizar,
Kendal,
Saadet,
Fadime,
Semra,
Salime,
Hanzade ve,
ben Ömer.
Ama Bizim ev’de bazılarımızın isimleri kısaltılarak çağırılırdı.
Örneğin Gülizar’a Gulê, Saadet’e Saadê, Fadime’ye Fado, Semra’ya Semê,Hanzade’ye de Xanê diye seslenilirdi.
Abim Kendal’ın, ablam Salime’nin ve benim ismimiz kısaltılmamıştı.
Babam’ın adı celal, ama ona da celo demişler, daha sonra hacca da gittiği için celo yerine hacı celo olarak değiştirilmiş.
En büyük ablam Gülizar, altı yaşında iken menenjit geçirdikten sonra bayağı çekmiş.
Bunun sonucunda hafif düzeyli zihinsel engelli kalmış
Hacı gewrê “nur topu gibi bir oğlun oldu münevver” demiş.
Öylesine güzelmişim ki, beni nazar değer düşüncesiyle saklamak bile istemişler.
Altı kız ve bir tek oğlandan sonra, ikinci oğlanın doğması ortalığı bayram yerine döndürmüş adeta.
Her kes bayram etmiş “Hacı Celoyla Münevver’in bir oğlu daha oldu”! “Hacı Celoyla Münevver’in bir oğlu daha oldu”!
Diye sevinçlerini dile getirmişler.
Hayallerin kâbus’a dönüştüğü yer:
O kadar sevilmişim ki, görme engelli olabileceğim kimsenin aklından bile geçmemiş.
Ama ben iki aylık olunca, insanlar annem’e sormaya başlamışlar.
“Kız münevver! Bu oğlan niye hiç baxmi kız?”
Bir kişi iki kişi derken, annemin içine de bir kurt düşmüş ve, babam’a “heci! Karilar benım içıme bir kurt düşürdi.
Habu oğlanın gözi kor olmiya?
Hakkaten de doğduğundan bu yani hiç baxtığıni görmedım. Bir doxtora mi götürax ne yapax? ”
Ve doktorun odası.
Ankara’ya muzaffer karadede isimli bir göz doktoruna götürmüşler beni.
Doktor bütün muayene ve incelemeleri yaptıktan sonra, bizimkilere gözlerimin görmediğini, bunun doğuştan olduğunu ve tedavisinin de mümkün olmadığını söylemiş.
Babam pek belli etmese de, annem adeta yıkılmış bu haberi duyduktan sonra.
Ev’e gelmişler.
Uzun ir zaman toparlanamamış annem.
Bir yanı “ALLAH’ın taktiridir elden ne gelir?
Mecbur kabulleneceksin” dese de, öbür yanı “hala inanamıyorum! Benim oğlum görmüyor öyle mi? ” Diye bir süre bu ikilemde kendi kendine bocalamış çaresizce.
Babam annem’e göre daha dirayetli tabi.
Gerçek mi kendini zorlama mı bilinmez, hemen “ALLAH’ın taktiri budur Münevver! Ne gelir elden?
Haktan gelen başımız gözümüz üstünedir! ” Diye annem’i teselli etmiş.
Sonra zamanla akrabalar da öğrenmişler durumumu.
Birer ikişer gelip annem’e moral vermeye çalışmışlar.
Zamanla annem de kabullenmiş artık.
Öyle ya, kabullenmeyip de ne yapacak? Olanı değiştiremez ya.
Böylece acısıyla tatlısıyla dört yıl geride kalmış.
Bundan sonrası hayal meyal hatırladıklarımdan başlayarak sürüp gidiyor.