2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
1321
Okunma
Şiirin aslı:
SİS
Sarmış yine âfâkını bir dûd-i munannid,
bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
Ey sahn-ı mezâlim…Evet, ey sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şâ’şaa-i hâile-pîrâ!
Ey şa’şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;
şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı!
Ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret
perverde eden sîne-i meshûf-i sefâhet.
Ey Marmara’nın mâi der-âguşu içinde
ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde.
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i müsahhir,
ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâricten, uzaktan açılan gözlere süzgün
çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
Têsîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde,
bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu’;
yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu’.
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
kaatil kuleler, kal’alı zindanlı saraylar.
Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma’bed;
ey gırre sütunlar ki birer dîyv-i mukayyed,
mâzîleri âtîlere nakletmeye me’mûr;
ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr.
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat.
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer
têmîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir;
"Geçmişlere rahmet!" diyen elvâh-ı mekêbir.
Ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd
iykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd!
Ey ma’reke-i tîyn ü gubâr eski sokaklar,
ey her açılan rahnesi bir vak’a sayıklar
vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ.
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtin
gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
yıllarca zamandan beri, tütmek ne…unutmuş!
Ey mi’delerin zehr-i takâzâsı önünde
her zilleti bel’eyleyen efvâh-ı kadîde!
Ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün’im
bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü âkim;
her ni’meti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyi
gökten dilenen züll-i tevekkül ki.. mürâyi!
Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz
insanda şu nankörlüğü tel’in eden âvâz!
Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrîn;
ey nâtıka-i acz ü elem, nazra-i nefrîn!
Ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: Nâmus;
ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs!
Ey havf-i müsellâh, ki hasârâtına râci’,
öksüz, dul ağızlardaki her şekve-i tâli’!
Ey şahsa masûniyyet ü hürriyete makrûn
bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn!
Ey va’d-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak!
Ey savlet-i evhâm ile bî-tâb-ı tahassüs
vicdanlara temdîd edilen gûş-i tecessüs;
ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar!
Ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar!
Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî;
ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî!
Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye mê’lûf
eşrâf ü tevâbi’, koca bir unsûr-i ma’rûf!
Ey re’s-i fürûberde, ki akpak, fakat iğrenç;
ey taze kadın, ey onu ta’kîbe koşan genç!
Ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber;
ey kimsesiz, âvâre çocuklar… Hele sizler,
hele sizler…
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...
TEVFİK FİKRET
18 Şubat 1317 (3 Mart 1902)
TEVFİK FİKRET
Günümüz türkçesine uyarlayan:
Sunar Yazıcıoğlu
SİS
Sarmış yine ufkunu bir inatçı duman,
bir beyaz karanlık ki gittikçe artan.
Ağırlığının altında silinmiş gibi cisimler,
bir tozlu yoğunluktan ibaret bütün resimler;
bir tozlu ve heybetli yoğunluk ki bakışlar
dikkatle nüfuz edemez derinliğine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin kara örtü,
lâyık bu tesettür sana, ey zulümler meydanı!
Ey zulümler meydanı… Evet, ey parlak sahne,
ey facialarla donanmış muhteşem sahne!
Ey şatafatın, gösterişin beşiği, mezarı
Şarkın öteden beri alımlı sultanı;
Ey kanlı aşkları nefretle titremeden
besleyen, zevke, eğlenceye susamış göğüs;
Ey mavi kucağında Marmara’nın sularının
ölmüş gibi dalgın uyuyan zinde yığın;
Ey köhne Bizans, büyüleyen koca bunak,
ey bin kocadan arta kalan el değmemiş dul;
güzelliğinde henüz tazeliğin sihri belirgin,
hâlâ titrer üstüne seyreden bakışlar.
Hariçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
gök mavisi gözlerinle ne munis görünürsün!
Munis, fakat en kirli kadınlar gibi munis;
üstünde coşan gözyaşlarının hepsine hissiz.
Kurulurken daha, bir hain el
yapına sanki lanetin zehirli suyunu katmış!
Hep ikiyüzlülüğün kiri, dalgalanır zerrelerinde,
bir zerre saflık bulamazsın içerinde.
Hep ikiyüzlülük kiri, kıskançlık kiri, yararlanma kiri;
yalnız bu… ve yalnız bundan çıkıp ayrılma ümidi.
Milyonla barındırdığın cetler arasından
kaç alın vardır çıkacak temiz, parlayan?
Örtün, evet, ey zulüm… Örtün, evet, ey şehir;
örtün ve sonsuza dek uyu, ey günahkar devir!..
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
katil kuleler, kaleli, zindanlı saraylar;
Ey hatıraların sağlam türbesi, ulu mabet;
ey mağrur sütunlar ki birer zincire vurulmuş dev,
mazileri geleceklere nakletmeye memur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dua yerleri;
ey ulu minareler, doğruluğun anıldığı yüce mevki,;
Ey damı çökük medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin siyah gölgesinde birer yer
temin edebilmiş nice bin sabırla dilenen;
"Geçmişlere rahmet!" diyen mezar taşları.
Ey türbeler, ey her biri gürültülü bir anı
uyandırarak sessiz ve sakin yatan ecdat!
Ey tozun ve incir ağacının savaştığı eski sokaklar;
ey her açılan yıkığı bir olay sayıklayan viraneler,
ey kötülerin pusuda uyuduğu yer.
Ey kapkara damlarla yıkılmamış birer matemi
temsil eden sessiz, yıpranmış evler;
ey her biri bir leyleğin, bir çaylağın yerleştiği
gam görmüş ocaklar ki acıyla somurtmuş,
yıllarca zamandan beri, tütmek nedir… unutmuş!
Ey midelerin sıkıştırması zehri önünde
her alçaklığı yutan kurumuş ağızlar!
Ey üstün yaradılışa, en hazır ve yedirip içiren
bir kudrete ulaşmış iken aç, tembel ve kısır;
her nimet, her üstünlük, her bolluk sebebini
gökten dilenilen tevekkülle alçalma.. ikiyüzlülük!
Ey köpek bağırtıları, ey konuşma üstünlüğü ile seçkin olan
insanda şu nankörlüğü lanetleyen ses!
Ey faydasız gözyaşı, ey zehir gibi gülüş;
ey zayıflığın ve hüznün ifadesi, lanet okuyan bakış!
Ey efsaneler boşluğuna düşen hatıra: Namus;
ey mutluluk kapısına çıkan yol: el ayak öpme!
Ey silahlı korku ki zararının sonucu,
öksüz, dul ağızlardaki talih beklentisidir!
Ey şahsa dokunulmazlık ve hürriyete yakın
bir nefes alma hakkı veren efsane kanun!
Ey boş vaatler, ey sonsuz sürekli yalan,
ey mahkemelerden devamlı sürülen hak!
Ey kuşkularla saldırıyla acı çekmekten yorgun düşmüş
vicdanlara uzatılan dinleyen kulak;
ey dinleme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar!
Ey sevimsiz ve hakir tutulan milli çaba;
Ey kılıç ve kalem, ey siyasi iki mahkûm;
ey fazilet ve edepten kısmet alan unutulmuş yüz!
Ey sakınma yüküyle iki kat gezmeye alışmış;
ileri gelenler ve taraftarlar, tanınmış koca bir kesim!
Ey öne eğilen baş ki ak pak, fakat iğrenç;
ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç!
Ey acılı anne, ey küskün eş;
Ey kimsesiz, avare çocuklar… Hele sizler,
hele sizler…
Örtün, evet, ey zulüm… Örtün, evet, ey şehir;
örtün ve sonsuza dek uyu, ey günahkar devir!...
TEVFİK FİKRET 18 Şubat 1317 (3 Mart 1902)
Günümüz türkçesine uyarlayan:
Sunar Yazıcıoğlu
5.0
100% (2)