(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
mavi gökler de engin ufuklara yeni umutlarla kanat çırpar yol alır barışın simgesi ak güvercinler hapis olmasın kafeslere ötsün bahçeler de bülbüller bayırlar da kırlar da ovalar da ötsün geceler de baykuşlar özgürce yaşasın doğada tüm kuşlar
Meşhur gül ile bülbül hikâyesini hepimiz biliriz. Şöyle ki;
Beyaz gonca her türlü cefayı reva gördüğü divane aşık bülbüle, o destansı yüzünü göstermemekte imiş. Koskoca kışı sevgilisinin açtığı, ona yüzünü gösterdiği anı görebilmek ümidiyle geçiren bülbül ise bunu yaşamayı çok istiyormuş. Geçmiş gülün bir dalına ve onun açacağı zamanı beklemeye başlamış. Gül ise inat etmiş ve bir türlü açılmak bilmemiş. Bülbül uykusuz geceler geçirmiş, kendini harap etmiş. En sonunda uyku ağır bastırır gibi olmuş bir an, dalıp da gülün açışını kaçırmamak için büyük uğraşlar veren bülbül ne yaptıysa da uykusuna engel olamayıp o dalın üzerinde uykuya dalıvermiş. Bir müddet sonra uykusundan büyük sarsıntıyla uyanmış ve gülün açıldığını, o dilleri kenetleyen, gözleri mühürleyen güzelliğini başka bir aşıkla paylaşmakta olduğunu görmüş. O anın da verdiği yorgunlukla durduğu daldan büyük bir hızla düşmeye başlamış. Düşerken gülün dikenleri çizmiş bülbülün dört yanını ve bülbül cansız halde gülün dibine düşmüş. İşte rivayet edilir ki o günden sonra açan bütün güller bülbülün kanı nedeniyle kıpkırmızıdır.
Kırmızı gülün aşkın sembolü olması bu yüzdendir elbet. Gül ile Bülbül hikâyesi Divan edebiyatında çok ilgi görmüş. Öyle ki gül ile bülbül divan şairleri tarafından mazmun (ince anlamlı söz) haline getirilmiş. “Şiir, güzel söz söyleme sanatıdır” anlayışından yola çıkan şairler bu mazmunu bolca kullanmışlar. Kendilerini ağlayıp inleyen, durmadan sevgilisinin güzelliklerini anlatan ve sürekli ona methiyeler düzen bir bülbül görüp, sevgililerini de pek güzel ama bir o kadar da nazlı güle benzetmişler. Gülün dikenleri nasıl bülbülün ciğerini delerse sevgilinin eziyetleri de aşığın -yani şairin- bağrını deler. Bülbülün bütün neşesi gül iledir.
Osman Nevren tarafından yazılan şarkıda bülbül şöyle anlatılır:
Gördüm açılırken bu seher goncayı hara Sordum nola bu cevr ü cefa bülbül-i zara Bir ah çekip hasret ile derdi ne çare Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül (İ.Pala , 1995 , s. 97)
Şairler beyitlerle kurdukları dünyanın en güzel yerine gül ile bülbülü koymuşlar hep. Orijinal söyleyişi söz sanatlarının yanında bu mazmunla yakalamışlar. Divan edebiyatında sıklıkla geçen bülbül mazmunu Halk edebiyatında da yer alır. Fakat Halk edebiyatında “turna” gibi bir rakibi de vardır bülbülün.
“Küçük, çelimsiz vücudu ve sıradan özellikleriyle aslında pek de dikkat çekmemesi gereken bülbül diğer kuşları kıskandıracak özelliklere sahiptir. Bu özelliği gül ile bülbülün gönül macerasının yaşadığı coğrafyada aramak gerekir. Yüzyıllardır gözden uzak, sessiz sedasız buluşmayı planlayıp da bülbülün heyecanlanarak her şeyi berbat ettiği Herat ve Keşmir bahçeleri, Şiraz ve İstanbul mesireleri, oba ve keşkül ardında nice erlerin nice yüreklerin gizli olduğuna inanan insanların yurtlarıdır. Hayatı ve aşkı algılayışları, sembolize edişleri eserlerine yansımıştır.
Bütün sanat dallarında “deryayı damlaya” ve “güneşi zerreye” sığdırmak istercesine kusursuz bir istif anlayışı benimseyen; meselelerin teferruatlarıyla değil özüyle ilgilenen bu coğrafyanın insanlarıdır. Sevgiliye duyulan büyük aşkı da küçücük hoş sesli bir kuş, bülbüle yakıştırmışlardır.
Bu hususları dikkate alıp, gül-bülbül aşkının tükenmeyen bir hazine olduğunu, halkın ve şairlerin dilinde zenginleştiğini de düşünürsek, bu sevdayı hayal ürünü bir hikaye ya da sıradan bir romaneks gibi görmek yerine, bir medeniyet anlayışının bütün hassasiyetlerini ve dengelerini taşıyan “estetik bir fenomen” olarak kabul etmek en sağlıklı çıkış noktası olacaktır.” (TDE , Ocak 2004 , s. 52)
Divan şiirinde “gül” mazmununun bir önemi daha vardır. Gül, Peygamber Efendimiz’i temsil eder. Bu temsiliyet İslâm dünyasındaki yaygın bir inançtan kaynaklanır. Bu inanç, gülün Hz. Peygamber’in terinden yaratılmış olduğudur. Miraç hadisesi esnasında hiçbir peygambere nasip olmayan olağanüstü ihsanlarla karşılaşan Hz. Peygamber, melekuttan (melekler alemi) mülk alemine döndüğü esnada terlemiştir. Yüzünde biriken ter damlaları yeryüzüne düşer. İşte bu ter damlalarının düştüğü yerde Allah kırmızı gülü yaratır.
Gül geldi gülerek, gülleri güldürdü o Gül Gül güler miydi güle, gelmese gülzâre o Gül (Şevki)
Şebnem-i gülzâr ruhsar-i Resûlullahdur Nesr-i ıtriyle kalur her dem anı is’ar gül
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.