5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
816
Okunma
çirkin bir geceydi
ve sabaha doğru çekip gitti
parlamayı unutmuştu yıldızlar.
aklın kabadayısı geziniyordu
çay içtiğim balkonda
birden kendimi nasıl vurduğumu
anımsadım yokluğunda.
bana bir soru sor diyecektim
yanıtı soru gibi ağır olsun diyecektim
gece gibi çirkin ve karanlık,
güneş gibi ateşini sarkıtmış olsun diyecektim,
üç boyutunu çizdirecektim
ne yaptığını bilmeyen ressamlara.
olmadı ve bir bayat zaman harmonisi
azıttı eksenimde dönen ay bakışlı sızıları,
biliyor muydun olmayan şey,
bir tek bakışlarının içimde kırıldığını
içimdeki gölgene amelelik yaptığın zaman?
rutin bir haberin
şamaroğlana dönmüş evrensel ikizi gibi.
bana bir soru sor,
şöyle ucsuz bucaksız ve köşegen biraz,
azıcık korkak
içinde kaybolunan bir göçe benzesin,
tanımayayım bağıran sesimi
ve seni.
insan okyanusuna dökülen nehir gibi olsun
öyle kabadayı
serencamına tanık olayım senden emir alan rüzgarın
izleri eski zaman harmonisi olan günahın.
’meyvalarin doğması için
bütün çiçekler solar’ dediginde Goethe
ne düşünmüş bilmiyorum,
sorularını bir insan yutar gibi yutuyorum.
beleğimde his avına çıkan seni
anılarımın geniş labaratuvarlarında
eski zaman harmonisi ve sesin hikayesi olan
dibi boşluk dolu yalnızlığın
tadi ekşimeyi unutmuş bir meyvanın serüvenine
mitoloji diyelim.
öylesine çirkin bir geceydi
sabaha dogru çekip gittiginde
gündüz Zülkarneyn’in önünde
heybetli yürürdü.
Zeki Nurçin