Her yeni fikir, başlangıçta diğerleri arasında azınlıkta kalır. Thomas Carlyle [Paylaş]
E-mail: Şifre: Facebook ile bağlan Üye ol | Şifremi Unuttum
Türkiye Şiir Platformu
ANASAYFA ŞİİRLER Edebiyat Defteri YAZILAR Edebiyat Defteri FORUM Edebiyat Defteri ETKİNLİKLER Edebiyat Defteri NEDİR? Edebiyat Defteri Kitap KİTAP  Edebiyat Defteri Tv TİVİ Edebiyat Defteri Sesli Şiirler MÜZİK Edebiyat Defteri BLOG Edebiyat Defteri Atölyeler ATÖLYE  Edebiyat Defteri BİCÜMLE Edebiyat Defteri ARAMA Edebiyat Defteri İLETİŞİM
Yeni Şiir Ekle Şiirinizi eklemek için tıklayın.
• Anasayfa • Şiirler • Yeni Şiirler Sesli şiirler Sesli Şiirler Resimli şiirler Resimli Şiirler Bugün Eklenenler Bugün Eklenen Şiirler • Etkili yorumlar • Seçki Şiirler • Son Eleştirilen Şiirler • Son Yayınlanan Şiirler • Yazılar • Makaleler • Öyküler • Denemeler • Söyleşiler • Mektuplar • Masallar • Anılar Bugün Eklenen Yazılar Bugün Eklenen Yazılar • Tüm Yazılar • Etkili Yorumlar
• Edebiyat Defteri
• Yazım Türkçeleştirici • Türkçe Sözlük • Site Kuralları
Online Üyeler


İçerideki üyelerimizi görmek için üye olmanız gereklidir.

Üye olmak için tıklayın.

Online Üye:153







Vahap Akbaş'la Birlikte 

Okumak ve elbetteki yazmak; hayatı kavramaya, değerlendirmeye, anlamlandırmaya ve iyi yaşamaya katkı sağlıyor.
“Göğe Çizilmiş Resimler”de, “Okumak, definenin şifresini çözmektir.” diyen ve eline geçen her kitabı okumak çabası güttüğü denemelerinden anlaşılan A. Vahap Akbaş’ın da “define”den kastettiği sanıyorum ki hayattır. “Biraz İhanet” adını taşıyan kitabındaki “Kitaplar ve Çiçekler” isimli yazısında, “Çünkü okuyucusu olmayan kitaplar bir kıymet taşımazlar.” diyor ya, sanki her kitaba okumak suretiyle bir değer sağlamak çabasındadır. Üstelik iyi bir okuyucu tarafından okunmuş olacaktır o kitaplar.
Akbaş, yazmak ihtiyacını, belki yerinde bir söyleyişle yazmak zorunluluğunu; bana İstanbul’da kar yağarken yürümenin zevkini hatırlattığı, Vezneciler’in o taraflarda yeşil mercimek çorbası içmenin ve Süleymaniye’de kuru fasulye yemenin tadını özlettirdiği; “Alevler Ve Güller” isimli romanında vurguluyor: “Bir defter, bir kalem edindim. Yazmasam ölebilirdim.”
Yazarlığı hayat amaçlarından bir sayan bir edebiyatçının başkalarının yazdıklarıyla da ilgilenmesinden tabii ne olabilir? İşte Akbaş’ın daha da güzel yanı, okuduklarının kendisinde bıraktığı etkileri kâğıda dökmesidir. Bir yazarın ürünü başka bir yazarın ele alışıyla değerlendirilmektedir.
Akbaş’ın okuyucuyu meraklandırmak ve yormak özelliği de var. “İnziva Notları”nda yer alan “Romanya Mektupları” isimli yazı beni biraz zahmete soktu.
Akbaş, Ahmet Rasim’in “Romanya Mektupları” isimli eserinde, Romanya’da yemiş olarak tüketilen ayçiçeğinin Türkiye’de o zamanlar yenilmediğini, papağan yemi olarak kullanıldığını yazdığını aktarıyor. Üşenmedim, Ahmet Rasim’in daha geniş bilgi verdiği umuduyla Romanya Mektupları’nı taradım; Akbaş’ın aktardığından fazlası yoktu. Bunca şehirde göremediği ayçiçeğini İbrail’de görmüş.
Benim tespitim ise çok farklı. Gündöndü, günebakan, çekirdek gibi isimlerle de anılan ayçiçeği tohumu Trakya’da tam bir eğlenceliktir. Kapı önlerine oturan hanımlar hem muhabbet ederler hem de çekirdek çıtlatırlar. Parklarda ve dahası caddelerde aynı manzara söz konusudur. Ayçiçeği çıtlatmaya bir başlayınca bırakamazsın zaten.
Bu konuda ansiklopedi karıştırmak ihtiyacı da duydum. Rehber Ansiklopedisi’nde özellikle Marmara ve Ege bölgelerinde çok ekilen ayçiçeği tohumlarının ülkemizde yaygın bir şekilde çerez olarak tüketildiği bilgisi veriliyor.
Ortaya şöyle bir netice çıkıyor: Ahmet Rasim’in devrinde ayçiçeği tohumu Türkiye’de yalnızca papağanlara yediriliyordu ve sonradan çerez olarak yenilmeye başlandı veya Ahmet Rasim’in tespiti yerinde değil.
Yine “İnziva Notları” isimli kitapta sözü edilen Raşit’e ne olduğunu merak etmekten de uzak duramadım.
Raşit bir meczupmuş. Müzik âleti çalabilen, kitap okuyan, Karagöz taklidi yapan, düşüncelerini insanlara açıklayabilen bir meczup. Meczupluğu nerede derseniz, eski giysilerle dolaşmasında ve mantıklı konuşurken birden dağıtmasında.
Raşit’i meczup olarak tanımlamak doğru mu diye Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı “Türkçe Sözlük”teki karşılığına bakıyorum. İki karşılık verilmiş. Biri: Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş kimse. Diğeri: Aklını yitirmiş, deli, sapık. Türk Dil Kurumu’nun tanımları beni kesmeyince Şemseddin Sâmi’nin “Kâmûs-ı Türkî”sine de bakmak gerekti. Burada meczubun üç karşılığı var. İlki: Cezbedilmiş, bir yöne doğru çekilmiş. Diğeri: Cezbeli, gönlü Allah sevgisiyle dolu ve bu sevgi ile kendinden geçmiş. Sonuncusu: Deli, aldırmış, abdal.
Raşit’in sapık olmadığı açık. Ancak onun meczupluğunun kaynağını açıklamamış Akbaş; yine de meczubun boş adam olmadığı anlaşılıyor.
Çorlu Hükümet Konağının müdavimiyken birden görülmezleşen meczuptan bir haber alıp almadığını bir fırsatını bulup sorarak öğrenmek gerekiyor. Okuyucuya bu kişiyi tanıtan ve meraklandıran Akbaş’ın görevidir konuyu araştırıp bilgimize sunmak. Yorulmak ona düşüyor.
Sözü şair A. Vahap Akbaş’la bağlamak yerinde olur sanırım:
“Gelin, gelin benim kelimelerim;
Gelişiniz düğün dernektir bize.”



Bu Hikayeleri Okudunuz mu?


Neden Yaşıyoruz
Ölümün Soğuk Nefesini Hissetmek…
Anne Çocuk
Arkada bıraktığın şeyleri düşünme!
Affet Babacıığım




Sitemizde daha iyi hizmet verebilmek için sitemizde çerez kullanılmaktadır.
Kapat Çerez Politikamız