Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. la rochefaucauld
AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER...
Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
Emel gençti, güzeldi, hayat doluydu; her bakışında, her gülüşünde bir enerji, bir neşe ışığı vardı. Mahalle aralarında kahkahası yankılanır, adımlarında aceleci bir sevinç olurdu. Onu görenler, sanki hayatın yükü hiç ona uğramamış gibi düşünürdü. Gözlerine derinlemesine bakabilenler, orada sessizce ağlayan bir çocuğu fark ederdi. Babasızlığın bıraktığı boşluk, kimsesizliğin acısı o bakışlarda gizlenmişti. Büyümüş bedeni, içindeki çığlıkları kahkahalarla örtmeye çalışıyordu. Bazen mescide uzaktan bakardı; o kapının ardında neler olduğunu merak eder, ama bir türlü yaklaşamazdı. Bazen gözleri farkında olmadan Kadir’in sayfa çevirdiği kitaplara kayar, bazen Ömer’in namaza duruşunu, alnını yere koyarken ki teslimiyetini izlerdi. İslam hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Ama ruhunda doldurulamayan, taşan, susturulamayan bir boşluk vardı; her an büyüyen bir arayış, bir suskun özlem. Babasız büyümüştü. Mahallenin sert dili ve hayatın acımasız gerçekleriyle yalnız başına yüzleşmişti... Yine de içinde, kimsenin göremediği bir kıpırtı vardı; açıklayamadığı bir arayış, gizli bir umut. Halim Usta, onun komşusuydu. Babasının eski arkadaşı, bir nevi koruyucusu. Bu koruyuculuk, zamanla onu sahiplenmeye dönüşen bir baskı gibi hissediliyor, Emel’in ruhunda hem güven hem de tedirginlik bırakıyordu. Ömer, Emel’in sessiz, soran bakışlarını fark ediyordu. Artık o eski Ömer değildi. Osmanbey’de yaşadığı kırık hatıranın ardından göz göze gelmekten bile çekiniyordu. Bazen bir bakış, bir gönlü karartır, ya da yeniden sınardı. Bu yüzden Ömer, Emel’i görmüyormuş gibi yaptı her defasında. Geçmişte sevdanın bedelini hayalleriyle birlikte ödemişti; yeniden sınanmak istemiyordu. Emel’in davranışlarını fark eden Halim Usta giderek sertleşiyordu. Herkese zam yapıyor, Ömer’e gelince maaşını sabit tutuyordu. İşlerinde sürekli hata arıyor, beğenmiyorsan ayrıl, diyecek kadar ileri gidiyordu. Ömer sessizdi ne bir söz söyledi ne saygısızlık etti. Sabrı, öfkeye teslim olmuyordu. Kadir sordu: “Halim ustanın sana böyle davranmasına nasıl sabrediyorsun?” Ömer sakin bir şekilde: “Burada bir cemaat var, dostluk var, kardeşlik var. Allah için kurulan bir bağ. Sabrımı öfkeye kurban edersem, her şey dağılır. O zaman ben de dağılırım.” Ömer’in içindeki fırtına büyüyor, geçmişin gölgesi, yeniden üzerine düşüyordu. Artık sadece kendi kalbiyle değil, kırılmaması gereken kalplerle de sınanacaktı. Halim Usta, mahallede saygı gören sert ama “güvenilir” bir adamdı... Emel’in annesi eşinden ayrıldıktan sonra Halim Usta Emel’i işyerine almış, bir baba gibi onu koruyordu. Bu koruma, bazen Emel’in dünyasına duvarlar örüyordu. Sonra bir şey oldu. Yeni kurulan küçük mescitte sessiz bir adam dikkatini çekti. Konuşmayan, başını kaldırıp kimseye bakmayan, yürüdüğü yerden sükûnet akan bir adam. Ömer, secdeye eğildiğinde içindeki fırtınaları Allah’a teslim eder gibi duruyordu. Emel onu ilk kez böyle gördü ve merakı arttı. Gözleri hep onun üzerindeydi ama Ömer karşılık vermiyordu. Bu, Emel’i incitmedi; bilakis, korunduğunu hissettirdi. İlk kez bir erkek ona böyle bakmamıştı. Bu saygı, Emel’in kalbinde saklı duran boşluğu fark ettirdi. O günden sonra Emel, kendiliğinden sorular sormaya başladı: “Namaz nedir? Kadınlar mescide gider mi?” Küçük kâğıtlara notlar alıyor, geceleri yatağının ucuna bırakıyordu… Ömer, artık sadece bir öğretici değil, bir sığınak gibi olmuştu onun için. Ertesi sabah, kimseye fark ettirmeden Ömer’in çantasına bir kâğıt bıraktı. Ömer akşam çantayı açtığında Emel’in el yazısını tanıdı. Satırlar titrekti ama samimiydi; içinde ne edep sınırını aşan bir söz vardı ne de Ömer’i zorlayan bir ifade. Sadece öğrenmek isteyen birinin arayışı vardı. Ömer, o gece uzun uzun düşündü ve cevaplarını sade bir dille yazdı: “Bilmek, inanmaya açılan ilk kapıdır. Bilginin bereketi, kalbin niyetine bağlıdır. Kapını çalan Allah’tır. Açmak senin iradene kalmıştır.” Ertesi gün, on çayında Emel’in masasından geçerken kâğıdı bıraktı. Göz göze bile gelmediler. O anı gören biri vardı: Kadir. “Ne oluyor hocam, ders kitaplarını bire bir özel mi anlatmaya başladık?” Ömer gülümsedi: “Anladığın gibi değil Kadir. Kadir kahkaha attı, sonra sustu: “Tamam, biliyorum. Bir ara anlatırsın. Ne gördün o kızda?” Ömer içinden geçirdi, dile getirmedi: “Kırılmış bir kalpte iman arayışı ve ben o aynada geçmişimi gördüm.” Emel, Ömer’den aldığı cevapları defalarca okudu. Her cümlede bir huzur vardı, her harfte bir sükûnet. Bir kelime diğerlerinden daha çok içine işliyordu: “İrade.” O gece annesiyle çay içerken utana sıkıla söyledi: “Anne, iş yerinde birini tanıyorum. Sessiz, saygılı, namaz kılıyor, kitap okuyor, İslam’ı ondan öğreniyorum.” Annesi gülerek: “O biri Ömer mi?” “Sen nereden biliyorsun anne?” “Halim söyledi. Biraz ondan bahsetti… Yüzün aydınlandı kızım. İnsan bazen Allah’ı ararken, bir yoldaşı da bulur. Ama kalbinde hangisi önde olacak, sen ona karar ver.” O gece Emel ilk kez duasını yüksek sesle etti: “Allah’ım, bana doğru olanı sevdir. Ve sevdiklerimi doğru yolda buluştur.” Ömer artık onun için sadece bir öğretici değil, bir sabır, bir duruş ve belki de bir sığınaktı. İslam’ı öğrenmek istiyordu; artık Ömer’i düşündüğünde sadece ilim değil, kalp çarpıntısı da hissediyordu. Çünkü o ar-tık biliyordu: Allah’a yürürken bir kalbe de tutulmak mümkündü. Ömer, yatağa uzandı. Gözlerini kapadı. Geçmişiyle geleceği arasında sadece bir dua mırıldandı: “Allah’ım, kalbimi yalnız Sen’inle doldur. Eğer bir sevgiyi de vereceksen, onunla birlikte sabrı da ver…” İstanbul’un ışıkları usul usul yanıyor, esen hafif rüzgâr yüzlerine değiyordu. Ömer ve Emel, aynı yöne doğru yürüyorlardı. Adımları birbirine yakın, kelimeler ise uzak ve çekingen bir mesafedeydi. Kalplerinin sessizliği, şehirden gelen sesler arasında bile fark ediliyordu. Kısa bir süre yan yana yürüdükten sonra Emel cesaretini topladı: “Ömer, sana bir şey söylemek istiyorum. Biliyorum, şaşıracaksın. Seni sadece İslam’ı anlatan, yol gösteren biri olarak görmüyorum. Kalbimde senin için başka bir şey de var…” O an, zaman Ömer için dondu. Kalbinin atışı kulaklarında yankılandı. Gözleri bir an Emel’in yüzünde asılı kaldı, sonra yere indi. İçinde sarsılmaz sandığı teraziler bir anda altüst olmuştu. Bir yanda geçmişin derin yarası Arzu, diğer yanda ise kalbine ürkekçe kök salmaya başlayan Emel… “Emel.” dedi, sesi hem titrek hem kararlıydı. “Uzun zamandır kalbimi sadece Rabbime açtım. Geçmişin izleri hâlâ üzerimdeyken senin sevgini hissetmek beni hem korkutuyor hem de umutlandırıyor.” Emel’in gözlerinde parlayan cesaretle karışık bir mahcubiyet vardı. Başını hafifçe eğdi, ama sesindeki incelik yüreğini ortaya döküyordu: “Biliyorum Ömer, zor bir yolun içindesin. Ben seni anlamak, yanında yürümek istiyorum.” Ömer derin bir nefes aldı, bakışlarını gökyüzüne çevirdi. İstanbul’un gece ışıkları, gökyüzündeki yıldızlarla yarışır gibiydi. Sokakların uğultusu onların sessizliğine fon olmuş, adımlarını yankılandırıyordu. Kalbinin içinde bir fırtına kopuyor, dizginlemeye çalıştığı duygular boyun eğmiyordu. “Zaman en iyi ilaç Emel. Hem geçmişin yükünü taşımak hem de seninle çıkılacak bir yolun bedelini göze almak için biraz zamana ihtiyacım var.” Emel’in gözleri Ömer’in bakışlarıyla buluştuğunda kelimeler anlamsızlaştı. Sessizlik, bütün hakikati taşıyor, kalpler konuşuyor, dudaklar susuyordu. O gece Ömer’in gözlerine uyku girmedi. Yatağa her uzandığında, Emel’in sözleri zihninde yankılandı. İçinde kopan fırtına ne geçmişin ağırlığıyla kıyaslana biliyordu ne de geleceğin belirsizliğiyle. Emel’in gözlerindeki ışık, karanlığın ortasında bir işaret fişeği gibiydi hem korkutuyor hem de yol gösteriyordu. “Ne davamdan vaz geçebilirim ne de kalbimde filizlenen sevgiyi inkâr edebilirim,” diye fısıldadı kendi kendine. “İçimde iki sel var. Biri durursa diğeri kurur.” Camdan içeriye esen hafif bir rüzgâr yüzüne değdiğinde, yüreğinde umutla korku birbirine karıştı. O an Ömer anladı: Ne ailesinden vazgeçebilecekti ne de kalbindeki sevgiden. Bu ikisini birlikte taşımak zorundaydı. Ve Ömer anladı ki, kalbinin kapıları iki ayrı yöne açılıyordu. Biri dava, biri sevda. Hangi kapıdan girerse girsin, ardında bir yanını bırakmak zorundaydı… Mescidin ışıkları birer birer sönmeye başladığında, Emel kapının önünde bir süre öylece kaldı. İçeriden gelen son ayak sesleri, duaların yankısı gibi kulağında asılı kaldı. Başını kaldırdığında gökyüzünde ince bir hilâl vardı. “Neden bu kadar huzurlu hissediyorum?” diye sordu kendi kendine, ama hemen ardından içini bir korku kapladı. Bu his onu hem yaklaştırıyor hem de kaçırıyordu. Bir adım atsa sanki başka bir dünyaya girecekti. Ömer’in sessizliği, bakışları ve o derin teslimiyet hâli. Tüm bunlar, içinde açıklayamadığı bir sızıya dönüşüyordu. Kendinden utanır gibi yürüdü. Sokağın köşesinde bir çocuk Kur’an’dan birkaç ayet mırıldanıyordu; sesi ince, ürpertici bir güzelliğe sahipti. Emel, adımlarını yavaşlattı. “Ben bu kadar uzak mıydım?” diye fısıldadı. Cevap gelmedi. Sadece rüzgârın arasına karışan bir ezgi, yüreğinin içine sızdı… O sırada Ömer, evinde lambayı söndürmeden önce uzun süre pencerenin önünde oturdu. Yağmur yeni başlamıştı. Camın buğusuna parmaklarıyla farkında olmadan “sabır” kelimesini yazdı. İçinde hem bir yanış hem bir teslimiyet vardı. Arzu’nun hatırası artık uzak bir ses gibiydi; ama Emel’in varlığı, içinde yeniden sarsılan bir aynayı andırıyordu. Bir yandan Allah’a yönelmek isteyen kalbi, diğer yanda eski arzuların gölgesiyle çarpışıyordu. “Ya Rabbi…” dedi sessizce, “beni nefsimle baş başa bırakma.” Bu dua, odanın karanlığına değil, kalbinin derinliğine yankılandı. Yağmur damlaları camdan süzülürken, dışarıdaki şehir çoktan kendi sessiz tefekkürüne dalmıştı…
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.