Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. la rochefaucauld
YARIM KALAN ARZULAR
AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER... Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
3. Bölüm

3,GÖĞE YÜKSELEN BİR SIR.

23 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
1989 yılı, Erzurum’un uzun kışları, karla kaplı sokaklarda ağır ağır ilerleyen at arabaları, damlardan sarkan buz sarkıtları…
Bu şehir hem soğuğuyla hem de insanlarının keskin karakteriyle tanınırdı. Kadir, işte bu sert coğrafyanın ortasında, varlıklı ama ağır bir ailede büyüyordu. Dedesinin adı mahallede saygıyla anılırdı. Geniş omuzlu, uzun boylu, bakışlarıyla bile insanı susturabilen biriydi. Sertti fakat zalim değildi. Sözünden dönmez, adaletten şaşmazdı.
Evin avlusuna adım attığında sessizlik olur, çocuklar bile nefeslerini tutardı. Kimse onun otoritesine karşı gelemezdi, fakat düşkün olanı da korur, garibanın elinden tutardı.
“Kime ne lazımsa, önce kapımız çalınır ”derlerdi onun için.
Kadir ise bu otoritenin gölgesinde başka bir yol seçmişti. Evin zengin sofrasına, rahat yaşamına rağmen gönlü sade bir hayatı özlerdi. Her fırsatta İslami ortamlara gider, Kur’an halkalarında, zikir ortamlarına oturur, cami avlularında saatlerce sohbet dinlerdi. Dedesi onun bu yönünü anlamazdı. Fakat Kadir inandığı yoldan dönmezdi. Mahallede haksızlığa uğrayan birini gördüğünde araya girer, adaletin sesi olmak-tan geri durmazdı. Bir kış günü, komşu çocuğu dedesinin adamları tarafından haksız yere azarlandığında, Kadir araya girip:
“Bunda çocuğun suçu yok,” dedi.
O an karşısında dedesinin soğuk ve ağır bakışlarını buldu. Fakat dedesi, biraz sustuktan sonra:
“Haklısın,” diyerek çocuğun başını okşadı, hatta cebinden çıkarıp biraz harçlık verdi. İşte o anda Kadir, dedesinin sertliğinin ardında adalet ve merhamet olduğunu bir kez daha gördü. Doğruyu söylemenin bazen en yakınını bile karşısına almak anlamına geldiğini, sonunda hakikatin galip geldiğini öğrendi. Kadir’in iç dünyasında Erzurum hem bir okul hem de bir imtihandı. Zenginliğin içinde fakir gönüllü yaşamayı, otoritenin içinde hakkı savunmayı öğrenmişti. Dedesinin gölgesi büyüktü; evin avlusuna adım attığında sessizlik olurdu, kimse onun sözüne karşı gelmeye cesaret edemezdi. Ama aynı dedesi kışın fakirlere kömür dağıtır, borcunu ödeyemeyene sahip çıkardı. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir,” diye öğüt verirdi... Kadir, uzun boyu ve zayıf yapısıyla ilk bakışta dikkat çeken biriydi. Yüzündeki ciddiyet, yaşıtlarından daha olgun görünmesine sebep olurdu. Keskin bakışları, karşısındakini adeta tartar, sessizliği bile ağır bir söz gibi hissettirirdi. Onun yanında kimse boş söz söylemeye cesaret edemezdi. Çocuk yaşta hayatın yükünü omuzlamış, haksızlık karşısında susmayı reddetmişti. İçinde taşıdığı bu dik duruş, ona hem saygı hem de mesafe kazandırıyordu. Kadir’in yardım severliği gösterişli değildi; gizli bir incelik, sessiz bir el uzatma gibiydi. Mahallede bir ihtiyacı görünce.
“Kimse fark etmeden nasıl yardımcı olurum?” diye düşünür, çoğu zaman yaptığı iyiliği dile bile getirmezdi. Onda sertlikten ziyade, vakur bir adalet duygusu vardı. Dostları onun güvenilirliğine sığınır, düşmanları bile hakkaniyetinden şüphe etmezdi...
Lise yıllarında Erzurum’un soğuk kış gecelerinde camilerin loş ışıkları altında saatlerce sohbetlere ve zikirlere katılmış, Kur’an halkalarında sabırla oturmuştu. Bu ortamlar onun ruhunu olgunlaştırdı, karakterine bir disiplin kattı. Dini görevlerini titizlikle yerine getirmesi, hayatını bir düzen ve istikrar üzerine kurmasına vesile oldu...
Kadir ve üç lise arkadaşı üniversiteye hazırlık için bir araya gelmiş ders çalışıyorlardı. Sobanın üzerinde fokurdayan çaydanlık odanın sessizliğini bozuyordu. Kapı çalındı, en son gelen Muhammed oldu. İçeri girdiğinde yüzünde derin bir durgunluk ve hüzün vardı. "Muhammed, ne oldu?” dedi Kadir, endişeyle. Muhammed gözlerini yere dikerek konuştu:
“Mahallede Talat abi vardı ya… O, vefat etmiş.” Bir anda odadakilerin hepsi aynı anda dile geldi:
“Allah rahmet eylesin, Allah taksiratını affetsin.” Osman : “Yapabileceğimiz bir şey var mı?” Muhammed’in sesi titredi: “Talat abinin ölümüne çok üzüldüm. Ama en kötüsü… Cenazesini kaldıracak kimse yok. Geceden beri evinde bekliyormuş.”
Kadir şaşkınlıkla sordu:
“Nasıl olur, kimse ilgilenmemiş mi?”
“Hayır, ”dedi Muhammed. “Biliyorsunuz zaten kimsesi yoktu. Yanında iki arkadaşı vardı. Ne belediyeye bildirmişler ne de komşulara haber vermişler.”
Odaya ağır bir sessizlik çöktü. Herkes birbirinin yüzüne bakıyor, ne yapacaklarını kimse bilmiyordu. Daha önce cenaze kaldırma gibi bir işin içinde olmamışlardı. Sessizlik içinde düşüncelere daldılar. Birden Kadir kararlı bir sesle konuştu:
“Arkadaşlar, berber Salih amcaya gidelim. O bize yol gösterir.” Salih, mahallenin hayırsever, babacan insanıydı. Kara kışa ve soğuğa aldırış etmeden hep birlikte dükkânına doğru yürüdüler. Dükkâna girdiklerinde Kadir olanları anlattı:
“Salih amca, Talat abi vefat etmiş. Geceden beri cenazesi evdeymiş. Kimse ilgilenmiyor,” dedi.
Salih’in yüzü asıldı. Dudaklarından çıkan sözler gençlerin yüreğine işledi:
“Böyle dindar bir şehirde sahipsiz bir cenaze… Akıl alır gibi değil.” Bir süre düşündü, sonra derin bir nefes aldı:
“Gençler, şimdi doğru mezarlıklar müdürlüğüne gidip. Yer ayarlayacağız. Ben mezar işleriyle uğraşırken siz de gidip arabayla cenazeyi alırsınız. Narmanlı Camii’nde yıkatıp namazını kıldırır, sonra Asri Mezarlığı’na götürürsünüz.”
Gençler birbirlerine bakıyor, acaba yapabilir miyiz diye içlerinden geçiriyorlardı. Salih onları yüreklendirdi:
“Aferin size. Allah elbet bu yaptıklarınızı karşılıksız bırakmayacaktır, ”dedi. Muhammed tereddütle sordu:
“Arkadaşlar, babalarımıza mı söylesek?” Kadir hemen karşı çıktı: “Babalarımıza söylesek cenaze bir gün daha kalır. Zaten Salih amca ilgileniyor, biz sadece yardım edeceğiz.”
Böylece Salih, onlarla birlikte müdürlüğe gidip işlemleri yaptı. Mezar numarası alındıktan sonra Salih mezarlığa doğru yola koyuldu. Kadir ve arkadaşları ise cenaze arabasıyla Talat’ın evine gittiler. Yolda Kadir, Talat’tan bahsetti:
“Talat iyi biriydi. Her gördüğümüzde selamlaşırdık. İnsanlar hakkında bazı şeyler söylerlerdi ama biz ondan bir kötülük görmedik.” Muhammed içini çekti:
“Yapsa da çaresizlikten yapmıştır. Karnını doyurmak için…” Belki de bu iş, insanın adının çıkacağına canının çıkması meselesiydi. Eve vardıklarında gözleri kanepenin üzerine ilişti. Talat, cansız bedeniyle öylece yatıyordu. Henüz otuzlu yaşlardaydı. Ciğerlerinden hastaydı ama parasızlıktan tedavi olamamış, kapısını çaldığı herkes yüzünü çevirmişti. Zaten kimsesi de yoktu…
Cenaze arabasıyla Narmanlı Camii’ne geldiler. Kar yağışı durmuştu ama hava hâlâ ayazdı. Kadir ve arkadaşları, Salih’in yönlendirmesiyle cenazeyi gasilhaneye götürdüler. Talat’ın bedenini yıkarken gençlerin gözleri doldu; ilk defa bir ölü yıkamasına şahit oluyorlardı. Bir insanın hayat yolculuğu, ılık suyla buluşan cansız bedeniyle noktalanıyordu. Cenaze kefene sarıldı, caminin avlusuna çıkarıldı. Bu sırada Kadir, avluda olağanüstü bir kalabalık fark etti. Onlar Talat’ın cenazesiyle meşgulken, avlunun diğer köşesinde yüzlerce insan toplanmıştı. Merakla yanındaki yaşlı bir adama sordu:
“Amca, bu kalabalık kimin cenazesi için?” Yaşlı adam derin bir hürmetle cevap verdi:
“Erzurum’un önde gelen, hatırı sayılır din âlimlerinden birinin cenazesi evlat.”
Kadir bu sözleri duyunca içinden titreyen bir sesle dua etmeye başladı: “Allah’ım, sen buyuruyorsun ki: Bir cenazeyi gördüğünüzde namazına katılın. Eğer cenaze hayırlıysa, onun bereketiyle cemaat bağışlanır. Eğer cemaatin içinde hayırlı biri varsa, onun bereketiyle cenaze ve diğer cemaattekiler bağışlanır. Ya Rabbi, senin hikmetinden sual olunmaz. Bir sahipsiz cenazenin bir gece beklemesine rağmen, bugün böylesine mübarek bir zatın cenazesiyle aynı camide, bu kalabalığın arasında namazının kılınmasını, senin hikmetinin bir tecellisi olarak görüyorum. Eğer bu mübarek zat gerçek bir âlimse, bu sahipsiz kuluna ve burada toplanan cemaate mağfiret eyle. Eğer cemaatin içinde hayırlı bir dostun varsa, onun bereketiyle hem bu iki cenazeye hem de bizlere rahmet eyle.”
Kadir’in bu duası, içini tarifsiz bir huzurla doldurdu...
Namazlar kılındıktan sonra Talat’ın tabutu omuzlara alındı. Cenaze arabasıyla Asri Mezarlığı’na götürüp defnettiler. Toprakla buluşan tabutun üzerine son kürekler de atıldığında herkes derin bir sessizlik içinde ellerini semaya kaldırdı. Kadir gözleri dolu dolu dua etti: “Allah’ım, hayatımda bu ve buna benzer işlerde, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi bana nasip ettiğin için sana hamd ediyorum.” Dedi. Sonra yavaş adımlarla mezarlıktan ayrıldılar. Soğuk havaya rağmen Kadir’in yüreğinde tarif-siz bir sıcaklık vardı. Bu gün yaşadıkları, ömrü boyunca unutamayacağı bir ibret ve teslimiyet dersi olmuştu. Mezarlıktan ayrılırken ayaklarının altında kar gıcırdıyordu. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı ama rüzgâr durmuştu. Kadir, ellerini cebine sokmuş, derin düşünceler içindeydi. Yanındaki Osman sessizliği bozdu: ”Böyle bir şeye ilk kez şahit oldum. İnsan sahipsiz kalınca ne kadar acı vericiymiş.” Muhammed, ağır bir ses tonuyla ekledi: “Demek ki insanın en çok ihtiyacı olduğu an ölüm anıymış. Dünya işleri gelip geçiyor, geriye sadece Allah’ın huzuruna çıkmak kalıyor. Talat abi belki yalnızdı ama Rabbimiz onu yalnız bırakmadı.”
Diğer arkadaşları başlarını sallayarak onayladılar. Yolda ilerlerken Kadir içinden geçenleri artık tutamadı:
“Arkadaşlar, bugün ben çok şey öğrendim. Allah’ın hikmeti öyle büyük ki; Sahipsiz, kimsesiz bir cenaze; ama bakın nasıl bir âlimin cenazesiyle aynı avluda namazı kılındı. Bu bize bir ders değil de nedir.”
Osman, derin bir nefes aldı:
“Belki de Allah bize bir şey göstermek istedi. Bizim de ileride başımıza neler gelir bilinmez. Ama şunu anladım: Müslüman, sadece kendi derdini değil, başkasının derdini de yüklenmeli.” Muhammed, Kadir’in omzuna dokundu:
“Sen olmasaydın biz belki hâlâ odada oturuyor olacaktık. Bu işe ön ayak oldun. Allah senden razı olsun.” Kadir hafifçe gülümsedi gözleri doldu. İçinde derin bir tevazu vardı:
“Ben bir şey yapmadım. Asıl Salih amca bize yol gösterdi. Ama şunu söyleyeyim: Bugün içimde öyle bir huzur var ki. Allah bana hayatım boyunca böyle hayırlar nasip etsin, başka bir şey istemem.” Gençler uzun süre sessiz yürüdüler. Her biri kendi içinde bir muhasebeye dalmıştı. Kar’ın beyazlığı içinde, mezarlıktan uzaklaşan bu genlerin gönüllerine, o gün bir tohum düşmüştü. O tohum, ileride yaşayacakları hayatlarda filizlenip büyüyecek, belki de hiç ummadıkları anlarda kendilerini yeniden hatırlatacaktı…
O günün üzerinden saatler geçmişti ama Kadir’in zihni hâlâ mezarlıkta takılı kalmıştı. Evine dönerken sanki gözlerinin önünden aynı sahne defalarca geçiyordu: bir yanda sahipsiz bir cenaze, diğer yanda kalabalıkların uğurladığı bir âlim. İki farklı hayat, iki farklı son. Gece yatağa uzandığında içi içini yiyordu.
“Talat abi neden böyle yalnız kaldı? İnsan neden dostsuz, akrabasız yaşar ve ölür? Biz olmasaydık kim kaldıracaktı cenazesini?” diye düşündü. Sonra aklına kendi hayatı geldi.
“Ben ölsem kim yanımda olur? Benim arkamdan kim dua eder?” İşte o anda içinde tarifsiz bir karar verdi: “Ben hayatımı boş şeylerle tüketmeyeceğim. Allah yolunda olmak, çaresizlere el uzatmak… İşte asıl mesele bu.”
Bu düşünceler, genç bir delikanlının kalbinde filizlenen bir tohumdu. Kadir artık yalnızca derslerine odaklanan sıradan bir öğrenci değildi. O günden sonra çevresine daha dikkatli bakmaya başladı. Sokakta gördüğü bir yetime, yaşlı bir amcaya ya da yardıma muhtaç bir komşuya karşı eskisinden çok daha hassas davranıyordu. Arkadaşları da fark etmişti bu değişimi. Osman bir gün ona takılarak, yarı ciddi yarı şaka:
“Kadir, senin gözlerinde başka bir ışık var artık. Sanki eskisinden daha ağırbaşlısın.” Kadir başını öne eğdi, gülümsedi:
“Belki de Talat abinin cenazesi bana çok şey öğretti. O gün, hayatın ne kadar kısa olduğunu, ölümün nasıl ansızın geldiğini, en önemlisi de insanın geride bırakacağı tek şeyin iyilik olduğunu anladım” Muhammed, sözünü tamamladı:
“Demek ki bu olay senin için bir başlangıç oldu.” Gerçekten de öyleydi. O gün Kadir’in içinde başlayan sorgulama, ilerleyen yıllarda onun yolunu çizecek, hayata bakışını değiştirecekti. Belki henüz kendisi farkında değildi ama Talat’ın sahipsiz cenazesi, aslında Kadir’in ruhunda yeni bir hayatın başlangıç ezanını okumuştu...
Erzurum’un serin sabahı, taş evlerin duvarlarına yaslanmış son bir sessizlikti. Kadir, evin büyük kapısının önünde durdu; bakışlarını avluya bıraktı. Taş duvarlarda yankılanan çocuk kahkahaları, kış gecelerindeki soba çıtırtıları, dedesinin dizinin dibinde işitilen adalet sözleri, cami avlularında edilen içten dualar. Hepsi, bu dar avlunun taşlarında saklıydı. Şimdi ise hepsini ardında bırakılıyordu; sanki bir ömrü bavula sığdırmaya çalışır gibi... Babası Ebubekir vakur duruşu, kardeşleri Hasan, Mahir ve Olgun’un sessiz bakışları; ayrılığın soğuk rüzgârını daha da derinden hissettiriyordu. Erzurum’un sert kışları nasıl insanı olgunlaştırıyorsa, bu yolculuk da onları başka bir hayata yoğurmaya çağırıyordu…
İstanbul’a, Güneşli’nin kalabalık ve gürültülü sokaklarına doğru uzanan bu yol; sadece bir göç değil, bir imtihandı. Kadir yanında birkaç parça eşya değil, Erzurum’un imanla yoğrulmuş kararlılığını taşıyordu. Kalabalık şehirlerin arasında savrulup kaybolmamak için, yüreğinde görünmez bir pusula vardı. İnanç, dürüstlük ve vakar...
İstanbul’a vardığında, dayısının yardımı ile Ayça Butik in yoğun temposunda muhasebe yardımcısı olarak çalışacak, akşamları ise üniversite hayali için kitapların başına oturacaktı. Hasan ve Mahir atölyede alın teri dökecek, üç kardeş omuz omuza verdikleri mücadelede birbirine yaslanacaktı. Ama şehrin havasında eksik olan bir şey vardı: namazın bereketi, değerlerin sıcaklığı, samimiyetin kokusu. Kadir, bütün bu zorlukların arasında kendi yolunu kaybetmeden yürümeye niyetliydi. Patron Tahir Bey’in iki akrabası, Orhan ve Veli, iş yerinde adeta saltanat kurmuşlardı. Çalışanlara tepeden bakıp, sürekli huzursuzluk çıkartıyorlardı. Kadir, her geçen gün daha fazla içten içe kaynıyordu. Atölyenin havası sadece dikiş makinelerinin yağ kokusuyla değil, adaletsizlikle de doluydu. Namaz vaktinde bile kimse susmuyor, ağızlardan kaba sözler eksik olmuyordu. Çalışanların birbirine saygısı yoktu; güçlünün sesi, zayıfın hakkını bastırıyordu. Kadir buna her tanık olduğunda, kalbi sıkışıyor, adalet duygusu isyan ediyordu. Bir akşam mesai bitiminde, makineler sustuğunda sessizliği bozdu. Derin bir nefes aldı, alnındaki teri sildi, gözlerini Orhan’ın üzerine dikti:
“Bu iş yerinde adalet yok, saygı yok!” dedi, sesi titrek ama meydan okuyan bir kararlılıkla. “Namaz saatinde bile kimse susmuyor. Kötü davranışlar serbest bırakılıyor. Böyle devam edemez.”
Orhan alaycı bir kahkaha attı. Dudaklarının kenarında küçümseyen bir gülümseme vardı.
“Sen ne anlarsın böyle işlerden? Burada bizim kurallarımız geçer,” dedi. Kadir’in kaşları çatıldı, yüreği hızla çarptı. O an içinden haykırmak istedi:
“Adalet sadece sizin keyfinize göre mi var olacak? Allah’ın koyduğu ölçüler ne olacak?”
Ama etrafındaki onlarca işçiye baktığında hepsi başlarını öne eğmiş, sessizdi. Kimisi korkudan, kimisi ilgisizlikten… Sanki herkes sağırlaşmıştı.
“Demek ki sadece ben rahatsızım.” Diye düşündü. İçinde bir buruklukla geri çekildi. O yalnızca geriye çekiliyordu, teslim olmuyordu. Namaz vakti gelince gizlice köşeye geçti, diz çöktü ve alnını sert beton zemine koydu. Gözlerinden süzülen yaşlar secdeye karıştı. İçinde yanık bir fısıltı yükseldi:
“ Ya Rabbi, sabrımı artır. Doğruluk yolunda bana dimdik durmayı nasip et. Karanlıklar içinde senin nurunla yolumu aydınlat.” O an kimse görmedi, kimse fark etmedi belki ama bütün atölyenin kalabalığı içinde yalnız bir genç, secdede koca bir dağ gibi dimdik duruyordu. Gece olduğunda, odasına çekildi. Yorgundu; kolları sızlıyor, gözleri uykusuzluktan kapanıyordu. Kalbinin yorgunluğu, bedenininkinden daha ağırdı. Pencerenin kenarına oturdu, dışarıdaki karanlığa baktı. İçinden bir fısıltı daha döküldü:
“Neden bu kadar yalnızım? İnancım güçlü ama bazen ben bile umudumu yitiriyorum.”
Her günün sonunda bu sessiz iç muhasebelerle baş başa kalıyor, Rabbine ellerini açıyordu:
“ Ya Rabbi, bu zorluklarda beni yalnız bırakma. Yanıma bir destekçi, yol arkadaşları nasip et” diyordu. Ve işte o dualar, karanlığın ortasında küçücük anlamlı bir kıvılcım yakıyordu. Henüz farkında olmasa da Kadir’in kalbinde yeşeren bu kıvılcım, gün gelip yolunu aydınlatacak bir ışığa dönüşecekti…
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL