Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. la rochefaucauld
YARIM KALAN ARZULAR
AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER... Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
24. Bölüm

24. HER AYRILIK AYNI YARA İZİNDE KANAR

18 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Ömer, Merter’deki ağır ve yorucu işinden ayrıldıktan sonra bir süre çalışmadı. Günlerini Kadir ile geçiriyor, kafasını toparlamaya çalışıyordu. Bir gün Beyazıt’ta dolaşırlarken Kadir, sanki fırsat kolluyormuş gibi söze girdi:
“Ömer, duydun mu? Ayça Butik Feriköy’e taşınıyormuş.” “Neden? Sebep ne ki?”
“Tahir Bey işleri büyüttü. Daha geniş bir dükkâna geçiyor. Bu arada Emel de işten ayrılmış. İstersen, sen yeniden oraya dön. Hem Halim Usta da yok artık. Kafan rahat eder.”
Ömer kısa bir sessizlikten sonra hafifçe gülümsedi:
“Güzel olur… Hem bildiğim bir yer.” dedi.
Kısa bir süre sonra Ayça Butik Feriköy’e taşındı. O eski kalabalık ve gürültülü günler geride kalmış, yerini daha sakin, daha ağırbaşlı bir hava almıştı. Halim Usta artık yoktu; onun yerine geçen Salim Usta ise babacan ve anlayışlı tavrıyla dükkâna bambaşka bir nefes katmıştı. Gürültünün yerini dinginlik, telaşın yerini huzur almıştı...
Emel taşınma sürecinde işten ayrılmıştı.
Ömer ise Merter’deki işini bırakıp yeniden Ayça Butik’e dönmüştü. Kadir’le yaptığı sohbetler, aldığı kararlar, hayatına çektiği çizgiler ona yeniden bir yol açmış, içinde yeni bir başlangıcın kıvılcımını uyandırmıştı…
Aradan bir ay bile geçmemişti ki Emel, bir gün kapıdan içeri adım attı. Üzerinde sade kıyafetler, gözlerinde geçmişin izlerini taşıyan o yorgun bakış vardı. Yürüyüşünde bir olgunluk, adımlarında ise sessiz bir kırgınlık seziliyordu. Onu kimse beklemiyordu. Ömer onu gördüğünde vakit bir anlığına dondu. İşyerinde sanki bütün sesler çekilip alınmış, sadece kalplerin çarpıntısı kalmıştı. Eksik kalan ne varsa tamamlanmak ister gibi ağır bir sessizlik çöktü. Ne bir tebessüm ne bir söz…
Sadece göz ucuyla verilmiş kısa bir selam ve ardından yere düşen bakışlar...
Artık konuşulan yalnızca işle ilgiliydi. Kısa, ölçülü, mesafeli cümleler… Bir birlerine ait geçmişten, kalplerde açılan yaralardan hiç söz edilmiyordu. Sanki bir sayfa gerçekten kapanmıştı. Fakat kapanan sayfa kalpte hâlâ kanıyor, izi her nefeste biraz daha derinleşiyordu. Emel, daha sessiz, daha ölçülüydü. Ömer ise dışarıdan bakıldığında kararlı ve soğukkanlı görünse de içinde hâlâ fırtınalar kopuyor, her bakışında geçmişin hayali yeniden canlanıyordu. Salim Usta ise onları dikkatlice izliyordu. Bir şeylerin değiştiğini sezmişti. Her ikisinin de birbirine yaklaşırken biraz çekindiğini, göz göze gelmemek için özen gösterdiğini fark ediyordu. Bazen Ömer’in sessizliğine, bazen Emel’in içine kapanıklığına anlam veremese de kalplerindeki yükü hissediyordu. Ama hiç bir şey sormadı. Çünkü bazı yaraların üzerine söz söylenmezdi; zamanla kabuk bağlar mı, yoksa daha da derinleşir mi, bunu ancak zaman gösterebilirdi...
Bir akşamüstü, denizin kokusu havayı sararken Ömer sahilde Kadir’le yürüyordu. İkisi de uzun süre sustu. Dalgaların taşlara vuruşu, sanki içlerindeki söylenemeyenleri dile getiriyordu. Ömer, birden durdu; nefesi titrek, sesi dalgalarla karışık çıktı:
“Ben kararımı verdim, Kadir… Emel’e evlenme teklif edeceğim. O da çok değişti, ben de.”
Kadir, kardeşinin yüzüne uzun uzun baktı. Gözlerinde hem bir gurur hem de derin bir kaygı vardı. Derin bir nefes alıp sakin bir tonla konuştu:
“Karar senin, Ömer. Ama bu sefer fark ediyorum ki nefsin değil, kalbin ve aklın önde yürüyor. Allah hayırlı etsin.” O gece, Ömer yüreğine cesaret doldurup annesinin yanına oturdu. Konuşmak istediğini söyledi. Annesi işini bırakıp ona döndüğünde, kalbi daha hızlı atmaya başladı. Dudaklarından dökülen kelimeler ağır ama kararlıydı:
“Anne… ben birini seviyorum. Onunla evlenmek istiyorum.” Odada bir sessizlik çöktü. Ömer in sözleri havada asılı kaldı. Annesinin gözlerinde biriken yaşlar taşmak ister gibi oldu, ama dudaklarına varamadı. Başını iki yana salladı:
“Oğlum… biz seni başka biriyle düşünüyoruz.” Ömer’in yüreğine taş gibi bir ağırlık indi. Bu ağırlığı daha da derinleştiren, babasının sert sesi oldu:
“Bizim aile yapımıza uygun mu o kız? Kimdir, kimlerdendir, nasıl biridir?”
Ömer sustu. Cevapları vardı aslında, ama hangisinden başlaması gerektiğini bilemiyordu. Kalbinde sevda ile aile arasına sıkışan bir cendere vardı. O an anladı ki, gerçek imtihan daha yeni başlıyordu... O gece penceresinin önünde saatlerce oturdu Ömer. Dışarıda sessiz bir İstanbul gecesi, içeride ise yarısı yangın, yarısı külden bir duvar olan bir kalp… Böyle kararlar insanı hem büyütür hem de yapayalnız bırakırdı...
Bir akşam iş çıkışı, Feriköy’ün tenha bir sokağında Emel’in karşısına geçti. Gözlerinde yılların biriktirdiği sevda, sesinde kararlılık vardı: “Emel… Ben her şeyi göze aldım. Ailemi, insanların sözünü, dedikoduları… Ben sadece seninle bir ömür istiyorum. Benimle evlenir misin?”
Emel donup kalmıştı. Nefesi boğazında düğümlendi. Sonra gözlerini kaçırdı, başını eğdi, sessizce fısıldadı:
“Ömer… Sen iyi bir insansın. Ama ben seninle evlenemem…” O an gökyüzü bile kararır gibi oldu. Ömer’in kalbi derinden sızladı. Ve o an fark etti. Yıllar önce Osmanbey’de, Arzu ile aynı sahneyi yaşamıştı. Bir sokak lambasının altında, aynı ağırlıkla yıkılmıştı üzerine dünya. Hayat sanki yarım kalmış bir şarkıyı, farklı bir makamda yeniden çalıyordu.
“Demek ki, benim nasibim hep yarım kalan arzularla sınanmak.” Diye düşündü.
İkisi de biliyordu: Bu sözlerin ardında Ömer’in ailesinin karşı çıkışı yatıyordu. Ama Emel, Ömer’in gururunu incitmemek için bunu dile getirmedi…
Günler geçtikçe, Emel başka birine dönüşmeye başladı. İş yerinde Hüsnü’yle kahkahalar, hafif laubalilik. Yüzünde sahte bir neşe, içinde fırtınalar. Yine de bakışları, her fırsatta Ömer’i buluyordu... Bir akşam üzeri Ömer, fazla söze gerek duymadan eşyalarını topladı. Sessizce Salim Usta’ya dönüp:
“Salim Usta, ben gidiyorum. Yarın gelmeyeceğim. İşten ayrılıyorum,” dedi.
Salim Usta, gözlerindeki doluluğu görünce ısrar edemedi. Ömer çıkarken dükkânın içi garip bir sessizliğe gömüldü. Emel köşede raflarla uğraşıyor gibi yaptı. Ömer kapıya yöneldiğinde göz göze geldiler. Zaman dondu, nefesler sustu. O sırada teypte Zerrin Özerin bir şarkısı yankılanıyordu. Kaderin en acı tesadüfüydü:
“Mutluluklar dilerim bir ömür boyu sana…”
Emel’in gözleri doldu, ama Ömer görmesin diye yüzünü çevirdi. Ömer kapıyı çekti. Bir daha dönmemek üzere oradan ayrıldı. Her adımı, bir veda gibiydi. Kalbinde tarifsiz bir kırgınlık ve ağır bir kabulleniş… “Ben elimden geleni yaptım. Belki de sevmek, bazen vazgeçmektir,” diye geçirdi içinden...
Caddeden uzaklaşırken bir sokak lambasının altında durdu. Dizlerinin bağı çözüldü, kaldırıma çöktü. Sanki bütün şehir üzerine devriliyordu. O an, Osmanbey ’deki o eski ayrılıkla Feriköy’deki bu yeni vedanın birbirine karıştığını hissetti. Geçmişin acısı ile bugünün yarası, tek bir kalpte birleşmişti...
Emel, pencerenin gerisinden onu izliyordu. Yüzünde donuk bir ifade, içini kemiren bir pişmanlık. Çünkü biliyordu: Bazı yollar sadece ayrılığa çıkıyordu.
Ve içeride hâlâ aynı şarkı çalıyordu:
“Mutluluklar dilerim bir ömür boyu sana…”
O gece İstanbul hiç bu kadar sessiz olmamıştı…
Osmanbey’de Arzu ile başlayan hayaller, Feriköy’de Emel ile son bulmuştu. Geriye, adı gibi:
”Yarım kalan arzular” kalmıştı...
Bir süre başını eğdi, sessizlik yeniden gecenin içine karıştı. O an sanki her şey susmuştu; kalbi, şehir, rüzgâr…
Sonra derin bir nefes aldı. Kalbinin içinde bir ferahlık doğdu; sanki yıllardır taşıdığı ağırlık birden omuzlarından kalkmıştı. Gökyüzüne baktı, yıldızların arasından sızan bir ışık, sanki kabulün işareti gibiydi. O an anladı ki, bütün ayrılıklar, bütün yalnızlıklar, bütün yangınlar aslında bir vuslata hazırlanıştı. Yavaşça doğruldu. Gözlerinden süzülen yaşlar yerini dingin bir tebessüme bıraktı. Kalbinde hâlâ Emel’in izi, geçmişin gölgesi vardı ama artık onların üstünde daha derin bir anlam vardı. Sevginin en saf hâline, ilahi kaynağına yönelen bir teslimiyet… Doğruldu, ardına bakmadan yavaş adımlarla şişliye doğru yürümeye başladı. Şişlide bir caminin avlusunda durdu. Adımlarını caminin sessiz taşları üzerine yavaşça attı. Her adımda içinden: “Elhamdülillah” Diyordu.
Bir zamanlar onu yakan ateş, şimdi yolunu aydınlatan bir nur olmuştu. Ömer camiye girip bir köşede dizlerinin üzerine çöktü, ellerini semaya kaldırdı. Gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarına, ardından caminin yeşil, desenli halısına karıştı. Gecenin sessizliğinde yalnızca kalbinin sesi duyuluyordu. Kalbinden dökülen her kelime bir yakarışa, her nefesi bir sızlanışa dönüştü.
Rabbine seslenirken sesi titredi; içinde yılların birikmiş özlemi, pişmanlığı ve teslimiyeti vardı:
“Ya Rabbi, beni sensizlikten koru. Dünyanın geçici sevgilerine değil, senin rahmetine muhtaç kıl. Beni nefsimin oyunlarından, kalbimin karanlığından uzaklaştır. Eğer birini sevmem gerekirse, senin için seveyim. Eğer birinden vazgeçmem gerekirse, senin rızan için vazgeçeyim. Biliyorum, aşk ateşiyle yanmadan gerçek aşk yaşanmıyormuş. Ben yandım Ya Rabbi, Bu yanış beni sana götürsün, senden uzaklaştırmasın…” Diyerek doğruldu.
İki rekât namaz kıldıktan sonra caminin bahçesindeki bir banka oturdu. Gökyüzü hâlâ karanlıktı; rüzgâr, geceyle sabah arasındaki o serin sessizliği taşıyordu. Ömer, içinde birikmiş bütün kırık hatıraları tek tek söküp atarcasına derin bir nefes aldı. Gözlerini kapadı. Geçmişin yankısı kalbinde dolanıyor, pişmanlıkla umut birbirine karışıyordu. Sabaha kadar öylece kaldı. Ne uyuyabildi ne konuşabildi. Sadece sustu. Belki de ilk kez, susmanın da bir dua olabileceğini hissetti. Sonra, minarelerden sabah ezanı yükseldi. Ezanın sesi, şehrin soğuk duvarlarına çarpıp bahçeye doldu. Ömer yavaşça doğruldu. Ezan bitince sabah namazını cemaat ile kıldıktan sonra, ellerini kaldırdı, gözlerini kapattı. Uzun süre Rabbine yalvardı.
“ Ya rabbi sana şükürler olsun…”
Sabahın ilk ışıkları ufuktan süzülürken, caminin minaresinden bahçeye ince bir aydınlık girdi. Kuşların cıvıltısı, uzaktan yankılanan insan sesiyle birleşti. Ömer o an, her şeyin yeniden başladığını hissetti.
Gecenin karanlığı ardında kalmış, kalbinin içinde doğan huzur sabahın sessizliğine karışmıştı. Uzun zaman sonra ilk kez, içinden geçen bütün kelimeler bir tek anlamda toplanmıştı: şükür...
Ömer artık biliyordu:
“Bazen yanmak, yeniden doğmaktır.”
Sabah güneşi doğarken, caminin minaresi ışığa büründü. Rüzgâr hafifçe esti; Ömer’in gözleri bir noktada takılı kaldı sanki uzak bir şehirden bir çağrı geliyordu. Kalbinin en derininde, nereden geldiğini bilmediği bir sıcaklık vardı içinde. Bir yüz, bir ses, belki de bir dua. Henüz hiç birine sahip değildi. Ve Ömer yürümeye devam etti… Sessiz, sabırlı. Fakat bu kez kalbinde tarifsiz bir çağrının yankısıyla…

SON
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL