İnsanın çocuğu ile övünmesi kendisiyle övünmesi demektir. somerset maugham
YARIM KALAN ARZULAR
AŞK ATEŞİYLE YANMAYAN KALPLER HAKİKATİ SADECE UZAKTAN İZLER... Hayat hiçbir zaman tam anlamıyla bizim çizdiğimiz planlara uymadı. Umutla atılan adımlar çoğu zaman bilinmezl...
19. Bölüm

19.KALBE İNEN GÖLGE

19 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Sabahın ilk ışıkları, Ayça Butiğin camlarından usulca sızıyordu. Makinelerin yavaş yavaş çalışmaya başlayan vızıltısı, sessizliği deliyor; ütü masalarından yükselen buhar, mekânın içinde hafif bir sis gibi süzülerek hem canlılık hem de sıcak bir ritim katıyordu. Ömer, üst kata çıkan kapının tokmağını usulca tıngırdattı. İçeriden kısa bir sessizlik yükseldi; sonra Halim Usta göründü. Elinde ince belli bir çay bardağı vardı, masasına yaslanmış, gözleri Ömer’in üzerinde Her zamanki mesafeli, hafif alaycı bakışıyla:
“Hayırdır?” dedi. Sesi hem sert hem de alışıldık o dalga geçen tonda. Ömer kısa ve net konuştu:
“Usta Askerlik muayenesine gitmem gerekiyor. Yarın için izin isteyecektim.” Halim Usta, çayından küçük bir yudum aldı. Gözlerini kaçırmadan Ömer’e baktı:
“Git git… Hatta üç gün gelme. Belki orada da bir sohbet halkası kurarsın ha, Ömer Efendi?”
Sözlerinin ardında hem alay hem de biraz kırgınlık gizliydi. Ömer hafif bir tebessümle başını eğdi, usulca odadan çıktı. Aşağı indiğinde, kapının önünde Kadir onu bekliyordu. Sabah güneşi, ince ince yüzlerine düşüyor, hafif rüzgâr gömleklerinin yakasını dalgalandırıyordu.
“Ne oldu?” dedi Kadir.
Dudak kenarında bir gülümsemeyle. “İzin aldın mı?” Ömer omuzlarını silkerek yanıtladı:
“Anlamadım kardeş. Halim usta dedi ki, ‘Git üç gün gelme.’ Bir de ‘Belki orada da bir sohbet halkası kurarsın’ diye laf çaktı.”
Kadir kahkahayı bastı, kahkahası dükkânın önündeki sessizliği yarıp geçti. Sokaktaki rüzgâr saçlarını hafifçe savururken, ikisi de gülüşlerini birbirlerine kaptırdılar.
“Ömer, sen var ya…” dedi Kadir, gülmekten gözleri yaşararak. “Bu askerlik muayenesi bahanesiyle hem işten kaytaracaksın hem de bir gönül bulacaksın belki. Yani hem asker hem derviş! Tarihe geçersin kardeşim.” Ömer’in, dudak kenarında ince bir tebessüm belirdi: “Allah neye vesile kılar bilinmez kardeş… Belki dediğin gibi, orada da bir gönle dokunuruz.” Kadir tekrar gülüp omzuna hafifçe vurdu: “Belli mi olur, belki doktor sana, ‘Senin ilacın sohbet halkasıdır’ diye reçete yazar.”
İkisi de kahkahalar arasında yürümeye başladılar. Sabahın yumuşak ışığında, ellerinde dosyalar, içlerinde umut ve dillerinde dua ile Bakırköy yoluna koyuldular…
Sokaklar, yeni günün sessizliğiyle sarılmıştı. Adımlarının tınısı kaldırımlarda yankılanıyor, rüzgâr kahkahalarını önlerine katıp götürüyordu. Kadir ile Ömer, askerlik muayenesi için gün boyu koşturduktan sonra nihayet şubeye varabildiler. Kalabalık koridorlarda yaklaşık iki saat sıra beklediler. Yorgunluk, yüzlerine sinmişti. Nihayet kendilerine sıra geldiğinde ise beklemedikleri bir cevap aldılar. Sağlık raporunun eksik olduğunu birazda azarla öğrendiler. İçlerinde hem öfke hem de çaresiz bir gülümseme vardı. Bir gün daha böylece heba olmuştu. Eve dönmek yerine Şirinevler’deki Verem Savaş Dispanserine yöneldiler. Numara alıp sıralarını beklerken, Kadir’in gözü duvarda asılı bir broşüre takıldı. Broşürde veremin belirtileri, uyarılar ve çarpıcı görseller vardı. Kadir hafifçe gülerek dirseğiyle Ömer’i dürttü: “Bak kardeşim, sanki senin için asmışlar buraya”. Ömer merakla broşüre baktı, sonra yüzünde muzip bir tebessüm belirdi: “Doğru diyorsun, bu belirtiler bende var.” İkisi de kahkahayı bastı. Yorgunluğun arasında, bu küçük şaka ikisine de iyi gelmişti. İşlemlerini tamamladılar ama sonuçları ertesi sabah alabileceklerini öğrendiler. Yine bir gün daha boşa geçmişti. İstanbul’un kalabalığında, hayat onları oradan oraya sürüklüyor; sabırla beklemeyi öğretiyordu... Ertesi gün yine Bakırköy’ün yolunu tuttular. Öğlene kadar sıra, muayene ve mühür işleriyle uğraştılar. Bitmeyen kuyrukların uğultusu, memurların:
“Sonraki gelsin!” nidaları, sabırlarını iyice tüketmişti. Evrakları teslim ettikten sonra bir memur, onları bahçeye yönlendirdi:
“Haydi bakalım, tartıya! Soyunun!” Ömer şaşkın bir yüzle Kadir’e döndü.
“Soyunmak mı? O da nereden çıktı şimdi?” dedi gözlerini kocaman açarak. Kadir kahkahasını tutamadı:
“Sen sakın soyunma Ömer, vallahi seni askere almazlar. Zaten bir deri bir kemik kalmışsın. Seni görünce doktor, ‘Bu çocuk rüzgârda uçar, cepheye değil!’ der.” Ömer de gülerek karşılık verdi:
“Sen de fazla yemek yiyorsun, seni de biz bunu doyuramayız’ diye geri yollarlar.” İkisi de kahkahalarla gülerken sıradakiler homurdanmaya başladı. Tartının başındaki memur:
“Kesin şu zırvalamayı da işimizi bitirelim gençler!” Ömer ile Kadir’in kahkahaları, o ağır ve sıkıcı askeri yoklama gününe kısa da olsa neşe katmıştı. Öğleden sonraları ise sahile indiklerinde bambaşka bir dünyada buldular kendilerini: martıların çığlıkları, dalgaların taşlara çarpışı ve rüzgârın yüzlerine çarpan tuzlu serinlik. Kadir pantolon paçalarını sıvadı, ayakkabılarını çıkarıp denizin kenarına dikildi:
“Bakırköy sahili… Biraz Erzurum eksik. Biraz Kur’an sesi olsaydı cennet olurdu burası.” Ömer, bir çakıl taşı aldı, elinde çevirdi: “Denize atsan iz bırakmaz, kalbe atsan yankısı olur. Bazen konuşulan bir söz değil, yaşanan bir sessizlik anlatır her şeyi.” Kadir gözlerini denize dikti, sonra birden kahkahayı bastı:
“ Ben de tam öyle diyecektim ama benim dilimden şöyle çıkardı: ‘Susmak da bazen konuşmaktır, ama karnım acıkınca suskunluk bana göre değil.’” İkisi de gülerek taş bankta yan yana oturdular. Yoldan geçenler için iki genç sıradan görünüyordu; ama içlerinde bir ömürlük yolculuk vardı. Ertesi gün yine şube, yine evrak derdi. Kadir sıkıntıdan esneyerek mırıldandı:
“Ömrümüzün yarısı mühür kuyruğunda geçse şaşmam.” Öğleden sonra Ömer ceketinin cebinden küçük bir not defteri çıkardı, Kadir’e uzattı:
“İnsan, Allah’a yürürken bile dinlenmeyi bilmeli. Durmak, bırakmak değildir. Dönüşmek içindir.” Kadir notu okudu, yüzünde hem şaka hem hayranlık karışımı bir ifade belirdi:
“Bunu sohbet halkasında bir gün okuruz. Ama önce sen yazının altına imza at, millet bana ait sanırsa rezil olurum.” Ömer tebessüm etti: “O zaman Bismillah diyelim. Dönüşümüz, yeni bir başlangıç olsun.” Son mühür vurulmuştu. Üç gün süren koşuşturmanın ardından Ömer ve Kadir, üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi, Ayça Butiğin karşısındaki küçük parka doğru yola koyuldular. Güneş, denizin üzerine düşerken ışık parçacıkları suda dans ediyor, martılar akşamın sessizliğine karışarak uzaklaşıyordu…
İki dost, yan yana oturmuş, sessizce yeni bir yolun başlangıcını izliyorlardı. İçlerinde hem yorgunluk hem de umut vardı. Bir süre sessizlik sürdü. Sonra Kadir, gözlerini denizden ayırmadan kısık bir sesle mırıldandı:
“Ömer, biz de mühürlendik sanki. Evrak değil de kalplerimiz mühürlendi. Açması zor olacak”
“Doğru diyorsun. Ama öyle mühür ki bu, kırılmak için değil, korunmak için.”
“Sen yine şiir gibi konuştun. Benim aklıma da başka şey geldi: Allah sonumuzu hayreylesin, yoksa bu muayene kuyruğunda çektiğimiz çilelerin günahını ahirette senden sorarım.” İkisi de gülerek başlarını öne eğdiler. Sonra yeniden sessizliğe döndüler. O an ikisi de biliyordu: Her adım artık daha bilinçli, her nefes daha kararlı olacaktı. Son mühür de vurulmuştu. Üç gün boyunca askerlik şubesiyle cebelleşen Ömer ile Kadir, derin bir nefes alarak dışarı çıktılar. Ömer eliyle alnındaki teri sildi, güldü:
“ Kadir, vallahi üç gündür İş yerine gitmiyoruz. Halim Usta kesin beni kapının önüne koyacak. Hatta düşünürken gözümün önüne geldi; adam, bana ‘Hadi bakalım Ömer, bundan sonra işsizler cemiyetinin başkanı sensin!’ diye bağırıyor.” Kadir kahkahayı patlattı:
“Hahaha! Senin işsizler derneği başkanlığın da uzun sürmez. Çünkü ben de yanında olacağım. İkimiz beraber açarız: ‘Halim Usta Mağdurları Derneği.”
Ömer de güldü, omzunu silkti. İkisi kahkahalarla yürümeye devam ettiler. Akşam güneşi denizin üzerine düşüyor, martılar uzaklaşıyordu. Ayça Butiğin karşısındaki küçük parka vardıklarında yan yana oturup hem şakalaşmanın hem de yeni bir başlangıcın huzurunu paylaştılar... Saat altı civarıydı. Gökyüzü kurşuni bulutlarla kaplanmış, parkın üzeri hafif bir pusla örtülmüştü. Hava serin, rüzgâr dalları hafifçe sallıyor, parkta sadece yaprakların hışırtısı duyuluyordu. Ömer ve Kadir, parktaki eski tahta banklardan birine oturmuş, sessizliği dinliyorlardı. Kısa bir süre sonra, parkın köşesinden Emin belirdi. Başını öne eğmiş, adımlarında bir ağırlık vardı. Kadir ona el etti:
“Gel hele Emin, ne bu hal?”
Emin yavaşça yanlarına geldi, oturdu ve önce hiçbir şey söylemedi. Bakışları yere sabitlenmiş, kelimeler boğazında düğümlenmiş gibiydi. Ömer onu dikkatle süzdü:
“Bir şey olmuş. Söyle.” Emin Önce tereddüt etti. Başını kaldırmadan, mırıldandı:
“Söylemek istemezdim ama Saklamak dostluğa sığmaz.” Kadir endişeyle eğildi:
“Korkutuyorsun. Ne oldu?” Emin yutkundu. Sonra kararsız ama dürüst bir sesle söyledi:
“Sen yokken, Emel’i gördüm. Karşı iş yerindeki Kamil diye biri var, her öğlen bu parkta gülüşüp dolaşıyorlardı. Açıkça, saklamadan, herkes konuşuyor.”
Bir anda rüzgâr durdu sanki. Ömer’in bakışları boşluğa sabitlendi. Kadir, sessizce omzuna dokundu:
“Ömer…”
Ömer sadece başını hafifçe eğdi. Sadece sessizlik vardı. Dakikalar geçti. Parmakları, bankın çatlamış tahtasıyla oynuyordu. Kadir bir şey demedi. Emin gözlerini kaçırdı. Sonunda Ömer yavaşça konuştu, sesi rüzgârın uğultusuyla birleşiyordu:
“İçimde bir yer zaten bu haberi bekliyordu. Kalbim başka bir şey umdu, ama aklım sessizce hazırlanmıştı bu güne.” Kadir üzüntüyle baktı:
“Ne yapacaksın?” Ömer iç çekti. Sesi titremiyordu, yorgundu: “Bir kalp ikiye bölünemez, Kadir. Benim davam, benim yolum. Bazen sevmek, vazgeçmeyi bilmektir.”
Emin mahcup bir tavırla mırıldandı:
“Kâmil boş bir adam Ömer. Senin gibi birinin yerini tutamaz.”
Ömer buruk bir gülümseme attı:
“Ben onun kalbinde neydim bilmiyorum. Ama o benim kalbimde sınavımdı. Ve galiba sınav bitti...”
Akşam ezanı parkın üzerindeki rüzgârla taşınmaya başladı. Ömer ayağa kalktı.
“Haydi camiye geçelim. Söz söylemek artık acıtıyor.” Kadir ve Emin kalktı.
Üçü birlikte yürürken Ömer, alçak bir fısıltıyla ekledi:
“Düşman seni yaralayamaz. Ama sevdiğin biri sırtını dönerse… Orası yara değil, yangın olur…” Ömer’in sessiz adımlarına kalmıştı akşam yürüyüşleri. Eve vardığında, odasına girmeden önce mutfaktan bir bardak su aldı. Kapıyı kapatıp kendi köşesine çekildi. Oda, tek bir masa lambasının sıcak ışığında bir daktilo ve yere serdiği seccadesiyle içsel bir sığınağa dönüşmüştü...
O gece Ömer, dua ederken gözlerini tavana dikti. Dudaklarından dua sessizce döküldü:
“Allah’ım… Kalbimi bana bırakma. Çünkü ben kendime sahip çıkamıyorum.”
Gözlerinden bir damla yaş süzüldü; ağlamadı, sadece derin bir iç çekiş, odanın duvarlarına yayılan bir hıçkırık gibi... Kadir, arada bir arayıp hâlini soruyor, Ömer kısa cevaplarla yanıt veriyordu:
“İyiyim kardeşim.”
Kadir onun sesindeki değişikliği fark etmişti. Bir gün:
“Ömer. Bazı imtihanlar yalnız gelir. Ama unutma, sabredenin yanında hep görünmeyen bir ordu vardır.”
Ömer sessizce gülümsedi; ağızdan çıkan ses yoktu. Gözleri kitapta olsa da aklı hep bir isimdeydi: Emel. Bu defa özlem değil, bir yangının külleriyle…
O akşam Kadir, iş çıkışı Ömer’in evine geldi. Kapıyı açan Ömer’in yüzü yorgundu ama farklıydı: içinde karışık duygular, çözülmemiş düğümler vardı. Kadir odaya girer girmez sordu:
“Biliyorum, sen ne düşünüyorsun?”
Ömer gözlerini kaçırdı. Bir süre sessizlik vardı, sonra yavaşça konuştu: “Bilmiyorum Kadir İçimde hâlâ bir şeyler var. Güvenemiyorum. Ona da Kendime de… .”
Kadir duvardaki saate baktı ve tekrar Ömer’e döndü:
“Kardeşim… Aşk sadece kalbin işi değildir. Aklın, istikametin ve ahiret endişesinin içinde olmadığı bir sevgi seni sadece yorar.”
Ömer gözlerini Kadir’e dikti:
“Sence bu geçer mi?”
“Geçer. Sabırla, duayla ve dosdoğru duruşla. Eğer sen eğilmezsen, kalbine gelen gölgeler bile senden uzaklaşır.”
Ömer’in boğazı düğümlendi. İçindeki binlerce cevapsız soruya Kadir bir cümle ile cevap vermişti:
“Ben sadece nefsimle kalbim arasında kalmaktan yoruldum. Dedi Ömer.” Kadir yerinden doğrulurken ekledi:
“O zaman iki tarafı da Allah’a teslim et. Senin olan zaten geri gelir, senin olmayan da seni terk eder.”
O gece Ömer, odasına çekildi, seccadesini serdi ve dudaklarından bir dua daha döküldü:
“Allah’ım. Beni kendime bırakma. Beni sana çevir. Eğer bu sevgide senin rızan yoksa, kalbimden sök at onu…” Sessizlik odada ağır bir tül gibi yayıldı. Dışarıdaki şehir ışıkları camdan süzülüyor, rüzgâr hafifçe perdeleri oynatıyordu. Ömer, bir adım daha içsel huzura yaklaşmış, kalbindeki kırıkların külleriyle sessiz bir kabullenişe teslim olmuştu…
Ömer artık Ayça Butik’te kalamayacağını hissediyordu. Her gün biraz daha ağırlaşan yükler omuzuna binmişti; Kadir Yeşildirek’teydi, o ise hâlâ tek başına mücadele etmek zorundaydı. Halim Usta’nın bitmek bilmeyen azarları, saçma sapan baskıları, küçücük şeyleri bile büyütmesi, ruhunu sıkıştırıyordu. Birde Emel vardı, içinde hâlâ taşıdığı umudun gözlerinin önünde bir başkasına gittiğini görmek, onun için en ağır darbeydi.
Artık iş yerinde her şey biraz daha boğucu, her köşe biraz daha dar geliyordu. Bir akşam Kadir’le buluştuğunda içini döktü: “Kardeş, ben burada daha fazla duramam. Halim Usta’nın baskıları içimi daraltıyor. Sanki nefesim kesiliyormuş gibi. Bir de Emel meselesi var. Onun Kamil’in yanında olduğunu düşündükçe çıldırıyorum. Kadir, gülümserken gözlerinde anlayış vardı:
“Zaten bu saatten sonra senin yerin orası değil Ömer. Çık git oradan. Allah başka bir kapı açar.” Ömer derin bir nefes aldı:
“Evet… Artık kararımı verdim. Yarın bırakıyorum.”
Bu sözlerle, içindeki ağırlığın biraz hafiflediğini hissetti. Onun için bu bir kaçış değil, yeni bir başlangıcın ilk adımıydı….

Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL