Türkiye’deki “Beyaz Türk” kimliği etrafında şekillenen kültürel-siyasal hegemonya, dünyadaki yönetim modellerinin sınıfsal, etnik ve kültürel iktidar biçimleriyle karşılaştırılarak incelenmiştir. Maka...
Bu çalışma, küresel imgelemde demokrasi, refah, eşitlik ve laiklik idealinin zirvesi olarak temsil edilen İskandinav modelini, Türkiye bağlamında ‘Beyaz Türklük’ hegemonik kategorisini analiz etmekte kullanılan eleştirel lenslerle yeniden değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Makale, İskandinav toplumlarının söz konusu ‘ütopyacı’ imgesinin altında, bir ‘İskandinav normativitesi’nin (Janteloven/Yasalar Yasası, seküler-protestan etik, etno-kültürel homojenlik, sosyal demokrat consensus) nasıl işlediğini sorgulamaktadır. Kierkegaard’ın bireyin içsel ıstırabı ve otantik varoluş arayışına dair felsefi mirası, bu normativitenin psikolojik bedellerini anlamak için bir çıkış noktası olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda, İskandinav analitik felsefe geleneğinin mantıkçı pozitivizminin, bu homojenleştirici sosyal yapıyı nasıl rasyonalize ettiği ve meşrulaştırdığı irdelenmektedir. Çalışma, bu hegemonik yapının, ‘iç öteki’leri (göçmenler, Müslümanlar, etno-kültürel azınlıklar) marjinalleştirme, dışlama ve asimile etme eğilimini tarihsel ve sosyolojik olarak ortaya koyarken, İsveç etik tartışmaları üzerinden evrenselcilik ile özcülük arasındaki gerilimi analiz etmektedir. Sonuç olarak, bu makale, İskandinav modelinin, kendi dışlayıcı mekanizmalarını görünmez kılan bir ‘nazik hegemonya’ ile karakterize edildiği tezini savunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İskandinav Modeli, Janteloven, Kierkegaard, Analitik Felsefe, İskandinav Paradoksu, Sosyal Homojenlik, Göç ve Kimlik, Hegemonya, Seküler-Protestan Etik.
Giriş: Ütopyanın Eleştirisiye İhtiyacı Var
Türkiye’deki ‘Beyaz Türklük’ kavramı, etnik, dini ve sosyo-kültürel bir normativitenin nasıl hegemonik bir kategori haline geldiğini ve bu normdan sapanları ötekileştirdiğini anlamak için güçlü bir analitik araç sunar. Bu çalışma, benzer bir eleştirel odağı, benzer şekilde homojenleştirici ama farklı bir tarihsel ve kültürel bağlamda işleyen İskandinav toplumlarına yöneltmeyi amaçlamaktadır. İskandinav ülkeleri (bu çalışmada öncelikle Danimarka, İsveç ve Norveç), dünyada en yüksek yaşam standartları, güçlü sosyal devlet, cinsiyet eşitliği ve şeffaf demokrasi göstergeleriyle sıklıkla ‘model’ olarak sunulur. Ancak, bu ‘ütopyacı’ imgenin perdelediği bir gerçeklik vardır: bu başarı, büyük ölçüde derin bir sosyal ve kültürel homojenlik, güçlü bir sosyal consensus (fölksamhet/consensus culture) ve bireyi kolektif normlara tabi kılan görünmez sosyal kontrol mekanizmaları üzerine inşa edilmiştir.
Bu makale, bu ‘İskandinav normativitesi’nin üç kurucu unsurunu merkeze alacaktır:
Sosyo-Psikolojik Temel: Kierkegaard’ın varoluşçu kaygı (angst) kavramı ve Aksel Sandemose’nin Janteloven (Yasalar Yasası) ile formüle ettiği toplumsal baskı mekanizması.
Felsefi Temel: Analitik gelenek, özellikle mantıkçı pozitivizm ve bilim felsefesi aracılığıyla sağlanan rasyonalist ve seküler dünya görüşü.
Sosyo-Politik Temel: Refah devletinin inşası sürecinde şekillenen seküler-protestan etik ve sosyal demokrat consensus.
Temel tezimiz, bu üç unsurun bir arada, Türkiye’deki Kemalist modernleşmenin yarattığına benzer, ancak çok daha ‘yumuşak’ ve dolaylı bir hegemonya biçimi ürettiğidir. Bu ‘nazik hegemonya’, dışarıdan bakıldığında neredeyse kusursuz görünen bir toplum modeli yaratırken, içeride bireyi derinden etkileyen psikolojik bedelleri ve ‘öteki’ olarak kodlanan gruplar için sistematik dışlayıcı pratikleri beraberinde getirmektedir.
1. Bölüm: Normun İnşası – Tarihsel, Felsefi ve Sosyolojik Temeller
1.1. Tarihsel Arkaplan: Homojenliğin Kökenleri
İskandinav homojenliği doğal bir veri değil, tarihsel bir inşadır. 19. yüzyıl milliyetçilik hareketleri (örn. İsveç’te Geijer, Norveç’te Wergeland) ve sonrasında kurulan ulus-devletler, belirli bir İskandinav etno-kültürel kimliğini merkeze almıştır. 20. yüzyılın başlarında yaşanan yoğun göçler (özellikle ABD’ye) homojenizasyon sürecini hızlandırmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise, İskandinav refah devleti (folkhemmet/“halkın evi” ideali) bu homojen toplumsal yapı üzerine inşa edilmiştir. Refahın yaygın dağılımı, güçlü bir sosyal güvenlik ağı ve yüksek vergilendirme, ancak toplumun büyük kesimlerinin kendini aynı ‘biz’in parçası olarak görmesiyle mümkün olmuştur. Bu durum, Türkiye’deki ‘Beyaz Türk’ normunun vatandaşlık tanımıyla paralellik gösterir; her iki durumda da ‘ideal vatandaş’, devletin dayattığı kültürel ve sosyal normlara uyan homojen bir öznedir.
1.2. Felsefi Çerçeve: Analitik Akıl ve Seküler Ahlakın Hegemonyası
İskandinav felsefe geleneği, Anglo-Amerikan analitik geleneğiyle güçlü bağlara sahiptir. Danimarkalı Kierkegaard’ın kıta felsefesi üzerindeki devasa etkisine rağmen, İskandinav üniversitelerinde 20. yüzyıla hâkim olan, mantık, dil felsefesi ve bilim felsefesi odaklı analitik gelenek olmuştur (Örn. Finlandiyalı G.H. von Wright, İsveçli Hägerström’ün Uppsala Okulu). Bu gelenek, ampirik olarak doğrulanamayan veya mantıksal olarak çözümlenemeyen her türlü metafizik, dini veya varoluşsal sorgulamayı ‘anlamsız’ addeden bir pozitivist eğilim taşır.
Bu durum, Türkiye’deki Kemalist laikliğin jakoben versiyonuyla karşılaştırılabilir. Her ikisi de toplumsal yaşamı seküler ve rasyonel bir temelde yeniden düzenlemeyi hedefler. Analitik felsefenin hegemonyası, İskandinav toplumunda dinin kamusal alandan neredeyse tamamen çekilmesine, bireysel ve özel bir meseleye dönüşmesine zemin hazırlamıştır. Ancak bu sekülerleşme, nötr bir süreç değildir; Protestan etiğinin (çalışkanlık, disiplin, bireysel sorumluluk) laikleşmiş bir versiyonunu normatif bir davranış kodu olarak dayatır. Bu ‘seküler-Protestan’ norm, kamusal alanda dini sembollerin (başörtüsü, vs.) görünürlüğünü bir ‘irrasyonellik’ ve ‘uyumsuzluk’ işareti olarak kodlayarak, ‘öteki’nin dışlanmasının meşru zeminini hazırlar.
1.3. Sosyolojik Mekanizma: Janteloven – Normun Görünmez Eli
Norveçli-Danimarkalı yazar Aksel Sandemose’nin En flyktning krysser sitt spor (Bir Mülteci İzini Geçiyor, 1933) adlı romanında formüle ettiği Janteloven (Yasalar Yasası), İskandinav toplumsal baskı mekanizmasını anlamak için en kritik araçtır. On maddeden oluşan bu ‘yasa’, özetle şunu söyler: “Sen bizden daha iyi, daha akıllı, daha önemli olduğunu sanma.” Janteloven, bireyciliği, kibrî, sıradışı olma çabasını ve kolektif normun dışına çıkmayı şiddetle cezalandıran bir toplumsal kontrol sistemidir.
Bu yasa, Türkiye’deki ‘Beyaz Türk’ seküler-Kemalist normunun dayattığı ‘makbul vatandaş’ tanımının İskandinav versiyonudur. Fark, dayatma yöntemindedir. Türkiye’de bu norm devlet eliyle, anayasal ve yasal düzenlemelerle, hatta zaman zaman şiddetle inşa edilirken, İskandinavya’da bu norm, toplumun kendi içinden yükselen, gündelik sosyal etkileşimler, imalar, sessizlikler ve dışlamalar yoluyla (‘sosyal utanç’) yeniden üretilir. Bu, Antonio Gramsci’nin ‘hegemonya’ kavramının neredeyse ideal tip bir örneğidir: ikna ve rıza, zorlamanın önüne geçer, bu da tahakkümü görünmez kılar.
2. Bölüm: Psikolojik ve Varoluşsal Bedel: Kierkegaard’ın İzinde
İskandinav modelinin bu ‘nazik hegemonyası’, birey üzerinde derin psikolojik etkiler yaratır. İşte bu noktada, Danimarka’nın en önemli düşünürü Søren Kierkegaard’ın mirası devreye girer. Kierkegaard, 19. yüzyılın homojen, Hıristiyan Danimarka’sında bile, bireyin toplumsal normlar ve kalıplar karşısındaki yalnızlığı, kaygısı (angst) ve otantik bir varoluş arayışı üzerine yazmıştır.
Kierkegaard’a göre, birey ‘sürü ahlakına’ (Herd Morality) kapılarak kendini ‘kamunun’ (the Public) anonimliğine teslim ettiğinde, varoluşsal bir uyku haline girer. Bu, Janteloven’in yarattığı psikolojik atmosfere şaşırtıcı derecede benzer. Toplumsal uyum ve consensus, bireyin kendi ‘ben’liğini keşfetmesinin önünde bir engel haline gelir. Kierkegaard’ın “kaygı, özgürlüğün baş dönmesidir” sözü, İskandinav bireyi için son derece geçerlidir. Toplum ona güvenlik, refah ve istikrar sunar; karşılığında ondan özgürlük ve farklılık talebinden vazgeçmesini bekler. Bu, bir tür ‘varoluşsal takas’tır.
Bu durum, İskandinav ülkelerindeki nispeten yüksek antidepresan kullanım oranları, “lagom” (İsveççe: ‘ne az ne çok, tam kararında’) kavramının yüceltilmesi ve bireyin kendi içsel dünyasına dönük bir yalnızlık kültürü ile ilişkilendirilebilir. Toplumsal uyum, bir miktar içsel huzursuzluk ve anlam arayışının bastırılması pahasına satın alınmış gibidir. Kierkegaard’ın mirası, İskandinav toplumunun görünürdeki rasyonel, sorunsuz ve mutlu imgesinin altında yatan bu varoluşsal çatlağı anlamamızı sağlar.
3. Bölüm: Ötekiler: Hegemonik Normun Sınırlarında
Tıpkı ‘Beyaz Türk’ normunun Kürtleri, Alevileri, dindarları ötekileştirmesi gibi, İskandinav normativitesi de kendi ‘iç ötekileri’ni yaratır. Bu dışlama, tarihsel olarak Romanlar gibi yerli azınlıklara yönelik olmuşsa da, 20. yüzyılın sonlarındaki kitlesel göçlerle birlikte en çok Müslüman göçmenler hedef haline gelmiştir.
İskandinav seküler-protestan normu, başörtüsü takan, camiye giden veya geleneksel aile yapılarını sürdüren Müslüman bir bireyi, Janteloven’e (kolektife uymama), analitik-seküler norma (rasyonel olmama) ve sosyal refah devletinin ‘ilerlemeci’ değerlerine (cinsiyet eşitliğine aykırı olma) bir tehdit olarak kodlar. Bu kodlama, ırkçılığın yeni bir biçimi olan ‘kültüralizm’e kapı açar: Dışlama, biyolojik ırk temelinde değil, kültürel farklılık ve ‘uyumsuzluk’ temelinde meşrulaştırılır.
Örnek: İsveç ve Danimarka’daki Paralel Gerçeklikler:
Danimarka: ‘Getto Yasaları’ olarak bilinen uygulamalarla, belirli etnik azınlık nüfusunun yoğun olduğu bölgelerdeki ailelerin çocuklarını zorunlu olarak dağıtmayı ve bu bölgelerdeki suç oranlarını temel alarak daha sert cezalar öngörmeyi hedefler. Bu, devlet eliyle yürütülen bir ‘asimile etme veya dışlama’ politikasıdır.
İsveç: 2010’lardan sonra aşırı sağın yükselişi ve sonunda iktidar ortağı olması, göçmen karşıtı söylemlerin anaakım siyasete nasıl sızdığının göstergesidir. İsveç’in uzun süredir sürdürdüğü çok-kültürlülük politikası (multikulturalism) fiilen terk edilmiş, asimilasyon vurgulu bir entegrasyon modeline geçilmiştir.
Bu politikalar, İskandinav ülkelerinin kendi kültürel homojenliklerini ve seküler-protestan normlarını koruma çabasının bir yansımasıdır. ‘Öteki’, refah devletinin kaynaklarını sömüren bir ‘yük’ ve toplumsal uyumu bozan bir ‘tehdit’ olarak resmedilir.
4. Bölüm: İsveç Özelinde Etik Tartışmalar: Evrenselcilik ve Onun Sınırları
İsveç, evrensel insan hakları, cinsiyet eşitliği ve ilerlemeci değerler konusunda küresel bir söylem lideridir. Ancak bu evrenselci iddia, sıklıkla bir özcülük (essentialism) ve ahlaki üstünlük retoriğiyle iç içe geçer. İsveçli etikçiler ve politikacılar, İsveç modelini ve değerlerini (örn. feminist dış politika) evrensel bir norm olarak sunma eğilimindedir.
Bu durum, Türkiye’deki Kemalist modernleşmenin ‘uygarlık’ söylemiyle paralellik gösterir. Her iki durumda da, Batılı/İskandinav seküler değerler evrensel ve ulaşılması gereken bir ideal olarak kurgulanırken, ‘öteki’nin değerleri yerel, geleneksel ve geri kalmış olarak temsil edilir. Bu, bir tür ‘aydınlanmış hegemonya’ veya ‘liberal misyonerliktir’. İsveç’in dünyaya ‘doğru’ ahlakı öğretme iddiası, kendi içindeki kültürel ötekileri asimile etme pratiğiyle çelişki içindedir. Evrenselcilik, pratikte, İskandinav normativitesinin küresel ölçekte meşrulaştırılması aracına dönüşebilmektedir.
Sonuç: Kuzeyin Paradox’u – Refahın ve Dışlamanın İç İçe Geçmişliği
Bu çalışma, İskandinav ‘ütopyasının’ eleştirel bir anatomisini sunmayı amaçlamıştır. Türkiye’deki ‘Beyaz Türklük’ kavramından ödünç alınan hegemonik analiz, İskandinav toplum modelinin de benzer dinamiklerle işlediğini göstermiştir. Kierkegaard’ın bireyin otantiklik arayışına dair felsefesi, Janteloven’in yarattığı psikolojik baskıyı anlamamıza yardımcı olurken; analitik felsefe geleneğinin seküler-rasyonalist hegemonyası, bu toplumların ‘öteki’yi kültürel temelde dışlama mekanizmalarını nasıl meşrulaştırdığını ortaya koymuştur.
İskandinav paradoksu şudur: İnsanlığın ulaşmayı hayal ettiği refah, eşitlik ve istikrar seviyesi, büyük ölçüde derin bir sosyo-kültürel homojenlik ve güçlü bir toplumsal consensus üzerine kuruludur. Bu consensus ise, bireyin farklılığını bastırması ve kolektif normlara uyması pahasına sağlanmaktadır. Daha da önemlisi, bu homojen yapı, kendinden olmayanı dışlama, asimile etme ve marjinalleştirme eğilimi taşımaktadır. Bu dışlama, Türkiye’de olduğu gibi jakoben ve sert yöntemlerle değil, ‘nazik’, dolaylı ve görünmez sosyal mekanizmalarla (‘nazik hegemonya’) işler.
Sonuç olarak, İskandinav modeli, dünya için hala önemli dersler ve ilham kaynakları barındırsa da, eleştirel bir bakış açısıyla incelenmeli ve kutsanmamalıdır. Kusursuz bir model olarak sunulması, onun içerdiği paradox'ları, dışlayıcı pratikleri ve psikolojik bedelleri görünmez kılar. Gerçek bir evrenselcilik ve kapsayıcılık, ancak bu modelin kendi iç çelişkileriyle yüzleşmekten geçer.
Kaynakça
Sandemose, Aksel. (1933). En flyktning krysser sitt spor (Bir Mülteci İzini Geçiyor).
Boréus, Kristina. (1997). *The Shift to the Right: Neo-Liberalism in Argumentation and Language in the Swedish Public Debate since 1969*.
Lundqvist, Åsa. (2011). *Family Policy Paradoxes: Gender Equality and Labour Market Regulation in Sweden, 1930-2010*.
Gullestad, Marianne. (2002). “Invisible Fences: Egalitarianism, Nationalism and Racism”. Journal of the Royal Anthropological Institute.
Wikan, Unni. (2002). Generous Betrayal: Politics of Culture in the New Europe.
Ålund, Aleksandra & Schierup, Carl-Ulrik. (1991). Paradoxes of Multiculturalism: Essays on Swedish Society.
Hagström, Charlotte & Lindqvist, Beatrice. (2017). Jantelagen och psykisk ohälsa: En studie om sambandet mellan Jantelagen och psykisk ohälsa bland unga vuxna i Sverige.
von Wright, Georg Henrik. (1993). The Tree of Knowledge and Other Essays.
Øyen, Else; et al. (1996). Poverty: A Global Review. Handbook on International Poverty Research. (İlgili İskandinav makaleleri ile).
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.