Bir köyün sükûnetine konuşan bu roman, yalnızlık ve iletişimsizlik üzerine dokunaklı bir demeç sunuyor. Kitap boyunca, içsel sessizliğine gömülmüş bir adamdan üç kuşak sonrası torunu Cihan’a uzanan hi...
Sabahın ilk ışıkları Mezopotamya topraklarını şefkatle sıvarken, Dara Taşı’nın eteklerinde kurulan kamp alanında çıt çıkmazdı. İçi yananlar için dışarıdan gelen sessizlik bir merhamet perdesi gibiydi. Rauf, sabah namazından dönüşte annesinin ona küçük yaşta anlattığı bir sözü hatırladı: “Toprak ne kadar susarsa, o kadar çok şey anlatır.” Yusuf, Zepür ve Leyla’nın yüzlerinden gecenin izleri silinmemiş ti. Kamp ateşinin başında Mahir, suskunluğuyla oturuyor, Rıza ise eski bir pusulaya bakıyordu. Herkes, içten gelen bir yüzleşme duygu suyla sarmalanmıştı. Bu sözsüzlüğü Rauf bozan ilk kişi oldu. “Annemin mezarını göre medim ama onun şarkısı bu topraklarda yaşıyor. O şarkıyı duyduğum 180 Sessiz Sofra her an, bir parçam eksik değil artık.” Leyla başıyla onayladı. “Benim annem de gizli gizli Ermenice dualar ederdi. Anlamazdım. Şimdi keli melerin ardından kalbin ne konuştuğunu duyuyorum.” Rıza yavaşça cebinden eski, kahverengi bir tahta kutu çıkardı. İçinde, annesinden kalma toprak numuneleri, ipek mendile sarılmış bir not ve çocukluğunda çizdiği haritalar vardı. “Benim annem de bir toprak kadınıydı. Her bir avuç toprağa bir isim verirdi. ‘Bu toprak suskun, bu toprak yorgun, bu toprak umutlu,’ derdi. Şimdi anlıyorum ki, suskun toprak bizim yüzleşmediğimiz tarihtir.” Zepür, kamp ateşinin külünden bir avuç alıp avucuna büktü. “Ben o defteri bulduğumda, ilk hissettiğim şey korku oldu. Ama sonra... Siranuş’un sesi, yüzlerce yıllık bir gecikmeyle bile olsa kalbime do kundu.” Mahir, nihayet konuştu. “Ben de bir zamanlar sessiz kaldım. Ama gördüm ki sessizlik, en çok bağıran şeymiş. Bugün burada bulun mam, sadece gerçekleri konuşmak için değil; affedilme hakkını talep etmek için.” O an bir hareketlilik oldu. Kampın doğu ucundan gelen bir figür yaklaştı. Genç, esmer bir delikanlı, elinde eski bir kemanla ortaya çıktı. Rauf onu tanıdı. “Ali! Dayımın torunu... Benim unuttuğum şar kıyı o hatırlayacak.” Ali, kemanını akort etti ve yavaşça eski bir Mezopotamya ezgisi çalmaya başladı. Melodi, havada asılı kalırken, herkes sessizce kendi geçmişine bir perde araladı. O anda Rıza, kutudan çıkardığı toprağı Yusuf’un avcuna döktü. “Bu, senin dedenle benim babamın birlikte ekiğtiği yerden. Toprak, kin tutmaz. Ama hatıraları unutturmaz.” Gök yavaşça açılıyor, güneş bir kez daha bu hikâyeyi aydınlatma ya başlıyordu
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.