Bir köyün sükûnetine konuşan bu roman, yalnızlık ve iletişimsizlik üzerine dokunaklı bir demeç sunuyor. Kitap boyunca, içsel sessizliğine gömülmüş bir adamdan üç kuşak sonrası torunu Cihan’a uzanan hi...
Elif, henüz küçük bir kız çocuğuydu. Ama gözleri büyüktü… Bü yüklüğü sadece şekilden değil, bakışın derinliğinden geliyordu. O gözlerde, köyde geçen çocukluğun sade sevinci kadar, anlayamadığı ama hissettiği ağır düşünceler de vardı. Çünkü Elif, bu evin sessizli ğine doğmuştu. Konuşulmayanları dinlemeyi, gözlerden sözcük oku mayı erken öğrenmişti. Her sabah annesinin nazik sesiyle uyanırdı. “Uyan güzel kızım, güneş doğdu,” derdi Emine. Pencereden sızan ilk ışık, Elif’in yüzü ne dokunur, odasını ısıtırdı. Yorganı üstünden atıp annesinin sesine doğru koşturması, evin sabah ritüeliydi. Her sabah aynı, ama hiçbiri birbirinin tekrarı olmayan bir şarkı gibi. Annesi sabahları mutfakta şarkılar mırıldanırdı. Bazen eski bir türkü, bazen kendi uydurduğu melodiler... Elif, o seslerin içine sak lanırdı. Kendine ait küçük bir hayal dünyası vardı: Mutfaktaki kedi mamasını dağıtan hayali fareler, soba borusundan yıldızlara tırmanan kahramanlar, çorbanın buharıyla yükselen büyülü masallar… Babası Halil ise onun gözünde kocaman bir dağ gibiydi. Güçlü, sessiz, ama güven veren. Elif, babasının ellerini çok severdi. O na sırlı, çatlamış ellerle onu kaldırdığında, dünyanın merkezine alınmış gibi hissederdi. Tarladan geldiğinde ne kadar yorgun olursa olsun, Elif’i kucağına alır, birkaç dakika sessizce sıkar, alnını öperdi. Elif için o kucak, fırtınalarla sarsılmayan bir limandı. Bazı akşamlar Halil geç gelirdi. Annesi sofrayı hazırlar ama göz lerini saate sabitlerdi. Elif bu anlarda sessizleşirdi. Annedeki endişeyi hisseder, kapıya odaklanırdı. Ne zaman kapı gıcırdasa, içindeki se vinç ürkekçe başını kaldırırdı. 31 Sessiz Sofra Bir gece, Halil’in gecikmesi uzun sürdü. Emine, tenceredeki çor bayı tekrar ısıtıyor, tekrar kapatıyordu. Elif bir şey sormadı. Ama oyuncaklarını bile çıkarmadı o akşam. Sadece oturup annesinin eline yaslandı. Küçücük kalbiyle dua etti: “Babam gelsin, annem üzülme sin.” Ve Halil geldiğinde, Elif koşarak boynuna atladı. Hiçbir kelime o anın yerini tutamazdı. Elif’in dış dünyası köyle sınırlıydı ama hayal dünyası engin bir deniz gibiydi. Okula başladığında öğretmeni onun farklı olduğunu hemen fark etti. El yazısı titizdi, resimleri anlam doluydu. Özellikle şiir okumayı çok severdi. Öğretmen sınıfa bir gün sordu: “Büyüyünce ne olmak istiyorsunuz?” Cevaplar sıradan geldi: doktor, öğretmen, polis… Elif sıra kendisine geldiğinde biraz düşündü ve şöyle dedi: “Büyüyünce toprağı iyileştireceğim.” Sınıf gülüştü. Ama öğretmeni gülmedi. Elif’in gözlerine baktı ve sordu: “Nasıl yani Elif?” Elif gururla anlattı: “Benim babam toprağı iyileştiriyor. Bitkilerle, sabırla, suskun lukla... Bazen toprak hasta oluyor. Babam onu iyileştiriyor. Ben de büyüyünce onun gibi olacağım.” O gün öğretmen bir süre sessiz kaldı. Çünkü Elif’in tarif ettiği meslek yoktu kitaplarda. Ama anlamı derindi. Belki de Elif, sadece toprağı değil; hayatı, geçmişi, hatta insanları iyileştirecekti. Elif’in annesiyle ilişkisi ise bambaşka bir düzlemdeydi. Emine, kızıyla konuşurken kendi çocukluğuna yolculuk yapardı. Bir akşam, Elif annesine sordu: “Anne, sen küçükken de kitap okur muydun?” Emine başını salladı, gülümsedi. 32 Sessiz Sofra “Çok okurdum kızım. Hatta şiir bile yazardım.” Elif’in gözleri parladı: “Şiir defterin var mı?” Emine tereddüt etti ama sonra başıyla işaret etti. Elif, o gece an nesinin eski sandığını açtı. Sararmış sayfalar, mürekkebi silinmiş satırlar… Ama her biri Emine’nin gençliğinden fısıltılar taşıyordu. Elif, annesinin gençken hayal kurduğunu fark ettiğinde ona daha çok sarıldı. İçinden şöyle dedi: “Annem hayallerini bırakmış olabilir ama ben devam ettireceğim.” Artık Elif’in de bir defteri vardı. İçine hem şiirler yazıyordu, hem de babasının sözlerini not alıyordu. Her yıldız bir umut demektir… Her tohum bir dua gibidir… Toprak konuşmaz ama duyar… Bir gün, Elif’in okulunda “Babamın Mesleği” konulu bir sunum yapıldı. Elif tahtaya çıktı, elinde renkli kalemlerle çizdiği bir tarla ve bir adam figürü vardı. Üzerine yazmıştı: “Toprak Doktoru – Halil” Sunum sonunda öğretmeni gözlerini sildi. Çünkü Elif, o yaşta bir çocuğun değil, yılların getirdiği bir hik metle konuşmuştu. Her gece dua ederken Elif şunu da ekliyordu: “Allah’ım, annemle babam hiç üzülmesin. Ellerinden öperim.” Çünkü Elif biliyordu: Aile, sadece aynı evi paylaşmak değil; aynı duayı da paylaşmaktı 33 Sessiz Sofra YOLCULUK *Otobüs, köyün sınır taşını geçerken Halil camdan el salla dı: “Geri döneceğiz toprak, söz!” Emine, Elif’in omzuna başını koymuş, gözleri kapalıydı. “Ölümü bekleyen değil, yaşamı götüren bir yolcuydum artık,” diye düşündü. Halil, cebindeki kırık bakır tabak parçasını okşadı. Tarlanın ufukta kayboluşunu izlerken, ilk yağmur damlası cama yapıştı. Elif fısıldadı: – Anne, bak! Yağmur... *Emine gözlerini açmadı: – Biz gidince ağlıyor toprak. ŞEHİRDE İLK GÜN *Halil, hastane koridorundaki ışıkları yutan linolyuma bastı. “Be ton, toprağın ihaneti,” diye söylendi. Emine’yi kemoterapi odasına götürürken Elif’in koluna tutundu. Kapıdaki “Onkoloji” yazısını gö rünce dizleri çözüldü. İçeriden çıkan bir kadın, saçsız başıyla gülüm sedi: – Korkmayın, burası ölüm değil savaş yeri. *Emine, koltuğa otururken pencereden yağmuru izledi: “Şimdi köyde ekinler yeşeri yordur.” GELİNLİK VE İĞNE *Emine, kemoterapi sonrası yatakta titrerken Elif sandığı açtı. Ge linliği annesinin üzerine örttü: – İyileşince giyeceksin, unutma! Hem şirenin elindeki iğneyi görünce Halil atıldı: – Ben yaparım! İğneyi eline aldı. Tohum eker gibi... Emine’nin koluna batırdı. Karısı acıyla inlediğinde, “Toprak da acı çeker ürün verirken,” dedi. Pencereden sızan yağmur, gelinliğin üzerinde leke bıraktı. HALİL’İN ŞEHİR ÇILGINLIĞI *Halil, beton bahçedeki çiçek tarhını kazıyordu. Bekçi bağırdı: – Deli misin? O güller 500 lira! – Toprak parayla miğ alınır? diye 34 Sessiz Sofra hırladı. Cebinden bir avuç köy toprağı serpti. Ertesi gün, kazdığı yerde filizlenen bir buğday başağı gördü. Fotoğrafını çekip Elif’e gösterdi: – Bak! Vatan dediğin... sığar cebe! O gece, Emine’nin ateşi düştü. Uyandığında Halil’in pencerede toprağı avuçlarken ağladığını gördü. “Şimdi anladın mı beni?” diye fısıldadı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.