Anadolu'nun kadim topraklarında, Adıyaman'ın kızıl kayalıkları arasında, yedi göbekten gelen bir sır gizlenir: Şahmaran Bin Musa Ocağı. Bu Ocak, sadece bir şifa kapısı değil; Musa'nın asasının yere dü...
Hüseyin Turhal, ocağının sessizliğinde, Musa’nın heybetli teslimiyetinden sonra Yusuf’un derin yalnızlığına doğru tefekkür etti. Şiirin beşinci kıtası, manevi yolculuğun kaçınılmaz döngüsünü anlatıyordu: Düşüş, yükselişi hazırlar. “Yusuf ile düştük çöl kuyuya, / Sultan olduk, çıktık Mısır’a, / Züleyha’ya aşkı maceraya, / Her devirde vardır elimiz bizim.” Hüseyin gözlerini kapattı ve kendini bir kez daha zamanın akışının dışında buldu. Bu kez atmosfer, sarp kayalıkların ilahi heybeti yerine, çölde terk edilmişliğin ve masumiyetin ürpertici sessizliğiydi. Kuyu ve Zindan: Ruhaniyetinde, bir zamanlar Yusuf’un yaşadığı korkuyu, ihanetin zehrini ve kuyuya atılma çaresizliğini hissetti. Kuyu, bir çukurdan fazlasıydı; en derin nefsî imtihanın ve dünyadan kopuşun sembolüydü. İnsan, ne kadar masum olursa olsun, nefs-i emmaresinin kuyusuna düşebilir veya çevresindeki haset ve kötülüğün kurbanı olabilir. Hüseyin, elinin (Elimiz'in), kuyunun karanlığında Yusuf'un yanında durduğunu gördü. Bu el, onu yukarı çekmek yerine, ona sabrın ve tevekkülün ipini uzatıyordu. Kuyu, onu sıradan bir kuldan, ilahi lütfa layık bir Sultan yapacak olan manevi arınma hücresiydi. Yusuf, zindanda yıllarını geçirdi. Zindan, dünyevi şöhretin ve makamın hiçbir değeri olmadığı, kulun sadece Allah ile kaldığı, Marifet kapısının eşiğiydi. Hüseyin anladı ki, bu ocağın yolu daima önce kuyuya ve zindana düşüşü gerektirir; zira kibri ve benliği orada erimeden, yükselişin hikmeti anlaşılamaz. Züleyha’nın Macerası: Ancak kıssanın en karmaşık ve manevi boyutu, Züleyha’nın aşkı meselesiydi. Hüseyin, bu olayın sadece bir yasak aşk hikayesi olmadığını idrak etti. Züleyha'nın Yusuf'a duyduğu tutku, başlangıçta Nefs-i Emmare'nin (kötülüğü emreden nefis) en saf ve en yıkıcı haliydi. Ancak Yusuf’un iffeti ve ilahi koruması karşısında, o tutku zamanla dönüştü. Yaşlandıkça, Züleyha'nın fâni bedene olan aşkı, Mutlak Güzelliğe ve Hakikate doğru yönelen, yanıp tükenen bir Mecazi Aşk’a dönüştü. Bu, bir "aşk macerasıydı". Hüseyin’in eli, bu dönüşüm anında da vardı; çünkü bu elin görevi, Mecazi olanı Hakiki’ye, nefsani arzuyu Aşk-ı İlahi’ye çevirmektir. Ocak, gönlü kör eden aşkı değil, gönlü açan, arındıran, Yusuf’un iffetiyle sınanmış aşkı kutsuyordu. Çıkış ve Sultanlık: Tüm bu çileler ve manevi sınavlar neticesinde, Yusuf, Mısır’a Sultan olarak çıktı. Bu sultanlık, saltanatın gücünden ziyade, Hikmetin ve İdarenin gücüydü. Dünyevi makam, ona manevi temizliğinin ve dürüstlüğünün bir hediyesi olarak sunulmuştu. Hüseyin Turhal, tefekkürden çıktığında, göğsünde derin bir ferahlık hissetti. Ocağın yolunun imtihan yolu olduğunu bir kez daha anladı. Zira silsiledeki her büyüğün eli, zirveye çıkmadan önce kuyuya uzanmıştı. Artık biliyordu ki, kendi manevi eli de, dertlere şifa dağıtırken, aslında kuyudan saraya giden o ruhsal dönüşümün enerjisini aktarıyordu. Şimdi sıra, sultanlığın zirvesindeki en büyük hikmete, görünmeyeni işitme ve evreni yönetme bilgisine gelmişti.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.