Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
25. Bölüm

Varlığın Birliğinden Rızanın Toplumuna: Parmenidesçi Bir Lensle Atatürk'ün İnsan-ı Kâmil Merkezli Medeniyet Projesinin Analizi

32 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, insan olma durumunu bir köpek metaforu üzerinden açıklayan felsefi bir metni temel almaktadır. Metnin özünde yatan "suret-siret" ayrımı, hata telafisi ve nihai hedef olan "rızalık" kavramları, Antik Yunan filozofu Parmenides'in "Varlık vardır, yokluk yoktur" şeklindeki ontolojik tezi ile yeniden yorumlanmaktadır. Makale, Parmenides'in değişmez, bütüncül ve akılla kavranabilir "Bir" olan Varlık anlayışının, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin felsefi temeli olarak nasıl okunabileceğini sorgulamaktadır. Atatürk'ün projesi, bireyin içindeki özü (siret) yani insan-ı kâmil potansiyelini, akıl ve vicdan yoluyla gerçek kılarak (Varlığın tezahürü), toplumsal düzlemde bir "rıza medeniyeti" inşa etmeyi hedefler. Bu çalışma, söz konusu devlet modelini, Parmenidesçi bir bakış açısıyla psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tarihsel boyutlarıyla incelemeyi, analiz etmeyi ve sentezlemeyi amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Parmenides, Varlık, Bir, Atatürk, Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Sûret-Sîret, Laik Devlet, Toplum Sözleşmesi, Medeniyet.

Giriş: Metafor, Varlık ve Devletin Özü
Felsefe tarihi, insanın ne olduğu ve nasıl bir toplum içinde yaşaması gerektiği sorusuna cevap arayışların tarihidir. Bu arayış, bazen bir hayvan metaforu kadar basit ve derin bir imgeyle başlayabilir. "Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı" başlıklı metin, tam da buradan yola çıkar. Köpeğin içgüdüsel eylemi ile insanın ahlaki sorumluluğu arasındaki farkı, "sûret" (dış görünüş) ve "sîret" (iç öz) kavramlarıyla açıklar. İnsan olma yolculuğu, eylemlerinin sonuçlarının bilincine varmak, hatalarından dönmek ve nihayetinde verdiği zararı tazmin ederek mağdurun rızasını kazanmakla tamamlanır. Bu, bireyin kemale erme (insan-ı kâmil olma) yoludur.

Ancak bu metin sadece bireysel bir ahlak dersi değildir; aynı zamanda toplumsal bir projenin de manifestosudur. Metinde, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu devlet modeli, bu bireysel erdemlerin toplumsal düzeye taşınmış hali olarak sunulur. Peki, bu iki düzlem (bireyin özü ve devletin yapısı) nasıl bu kadar uyumlu bir şekilde bir araya getirilebilmektedir? İşte bu sorunun cevabını aramak için, felsefe tarihinin en kadim ve sert ontolojik sistemlerinden birine, Parmenides ve Elea Okulu'na başvurmak aydınlatıcı olacaktır.

Parmenides, "Varlık vardır, yokluk yoktur" diyerek, görünürdeki çokluğu ve değişimi bir yanılsama olarak reddeder. Ona göre gerçeklik, tek, bölünmez, değişmez, homojen ve ancak akılla kavranabilir bir Bütün'dür, yani "Bir"dir. Bu makale, Parmenides'in bu katı monizminin, Atatürk'ün insan merkezli medeniyet projesini anlamak için nasıl verimli bir çerçeve sunabileceğini tartışacaktır. Tezimiz şudur: Atatürk'ün devleti, Parmenidesçi anlamda "Bir" olan, yani tek ve bölünmez bir özü (ulusal iradeyi ve aklı) temel alır. Bu öz, bireyleri "sûret"ten "sîret"e, yani içgüdüsel varlıklar olmaktan çıkıp, akıl, vicdan ve sorumluluk sahibi "insan-ı kâmil"lere dönüştürmeyi hedefleyerek, toplumsal düzlemde "rıza"ya dayalı kalıcı ve uyumlu bir "Varlık" (medeniyet) inşa etmeyi amaçlar.

1. Bölüm: Parmenidesçi Ontoloji – Değişmeyen ‘Bir’in İzinde
Elea'lı Parmenides (MÖ 5. yy), Batı felsefesinde varlık üzerine sistematik düşünmenin kurucu babalarından biridir. Onun felsefesi, şiirsel formda yazılmış "Doğa Üzerine" (Peri Physis) adlı eserine dayanır. Parmenides, hakikate (aletheia) giden yol ile sanıların (doxa) yolunu kesin bir şekilde ayırır.

1.1. Hakikat Yolu: Varlık Vardır, Yokluk Yoktur
Parmenides'in hakikat yolunun temel argümanı budur. Düşünebilir ve söyleyebiliriz. Düşündüğümüz ve söylediğimiz şey, var olandır. Var olmayan bir şey (yokluk) hakkında düşünmek ve konuşmak imkansızdır, çünkü bu bir çeşit mantıksal çelişkidir. Buradan hareketle, var olanın (Varlık) aşağıdaki özelliklere sahip olması gerektiğini ileri sürer:

Yaratılmamıştır ve Yok Edilemezdir: Varlık, var olmayandan (yokluktan) gelemeyeceği gibi, var olmayana da gidemez.

Bütündür ve Bölünemez: Tek ve homojendir. Parçalara ayrılamaz, çünkü parçaları ayıran "var olmayan" boşluklar olurdu.

Hareketsiz ve Değişmezdir: Değişim, bir şeyin olduğu şey olmaktan çıkıp başka bir şey olmasıdır. Bu, bir şeyin "var olmayan" bir hale geçişini ima eder, ki bu imkansızdır.

Sonlu ve Küreseldir: Her yönde aynıdır, sınırsız değildir, mükemmel bir bütünlük içindedir.

Kısacası, Parmenides için gerçeklik, duyularımızın bize gösterdiği çokluk, değişim ve hareket dünyası değildir. Bu bir yanılsamadır (doxa). Gerçeklik, akılla kavranan, mutlak, ezeli ve ebedi bir Tek'liktir (TO EV).

1.2. Sanılar Yolu (Doxa) ve Metaforumuzdaki ‘Sûret’
Parmenides, duyular dünyasını tamamen reddetmez; onu güvenilmez ve aldatıcı bulur. Doxa, hakikat değil, "ölümlülerin kanılarının" dünyasıdır. İşte bu noktada, köpek metaforumuzdaki "sûret" kavramıyla paralellik kurulabilir. Dış görünüşteki (sûretteki) insan, aslında bu doxa dünyasının bir parçasıdır. Tıpkı köpeğin içgüdüleriyle hareket etmesi gibi, sûret düzeyindeki insan da toplumsal roller, alışkanlıklar ve geçici arzularla hareket eder. Eylemlerinin ahlaki sonuçlarının farkında değildir; özü itibarıyla Parmenides'in deyişiyle "kanıların" peşindedir. Bu hal, gerçek Varlık'a (yani insanın öz potansiyeline) erişememiş bir haldir.

2. Bölüm: İnsanın Varlık Alanına Yükselişi: Sûretten Sîrete, Doxa’dan Aletheia’ya
Metaforumuz, insan olma sürecini, köpeğin içgüdüsel düzeyinden (doxa/sûret) ahlaki sorumluluk düzeyine (aletheia/sîret) bir yükseliş olarak tanımlar. Bu, Parmenidesçi bir okumayla, bireyin "sanılar dünyasından" "hakikat dünyasına" geçiş çabası olarak yorumlanabilir.

2.1. Aklın Uyanışı: Hakikatin Yolunu Bulmak
İnsanı köpekten ayıran temel özellik, aklıdır (nous). Parmenides için hakikate giden yol ancak akılla kat edilebilir. Metaforumuzdaki kişi, yaptığı eylemin (tavukları yemenin) ahlaki sonuçlarının bilincine vardığı an, akıl devreye girer. Artık sadece içgüdüleriyle (doxa) hareket etmemekte, eylemini akılsal ve ahlaki bir çerçevede değerlendirmektedir. Bu, ilk adımda, eyleminin "kötü" olduğunu idrak etmesidir. Bu idrak, Parmenides'in izinden giderek, olanı olduğu gibi, yani "Varlığı" kavrama çabasının başlangıcıdır. Kavradığı şey, "ben haksızlık yaptım" gerçeğidir. Bu gerçek, değişmez ve mutlaktır; o andan itibaren yapılan her şey bu mutlak gerçeğe göre şekillenmek zorundadır.

2.2. Rıza ve Telafi: Varlığın Bütünlüğünü Sağlamak
Parmenides için Varlık bütündür, parçalanamaz. Metaforumuzda haksızlık yapmak, bu bütünlüğü bozmaktır. Birey (fail) ile mağdur (mazlum) arasında bir çatlak, bir "yokluk" (zarar, kırgınlık, adaletsizlik) yaratılmıştır. Oysa Parmenides'e göre yokluk yoktur. Dolayısıyla, bu yaratılan yokluğun ortadan kaldırılması, Varlığın bütünlüğünün yeniden tesis edilmesi gerekir.

İşte rızalık yolu ve tazminat tam da bu işlevi görür. Fail, hatasını kabul eder (akıl), zararı öder (eylem) ve mağdurun gönlünü alır (duygu). Bu üçlü süreç, bozulan sosyal ve ahlaki bütünlüğü onarır. Artık arada bir "yokluk" (kırgınlık, borç) kalmamıştır. İlişki, "var olan" sağlam bir zemine oturtulmuştur. Fail, bu süreçle, sadece sûrette değil, sîrette de insan olma mertebesine, yani insan-ı kâmil olma potansiyelini gerçekleştirme yoluna girer. Bu, bireysel düzeydeki "Varlık"a (kamil insan olma haline) erişme çabasıdır.

2.3. Kusuru Kendinde Aramak: ‘Bir’ Olanın Sorumluluğu
Metindeki "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." anlayışı, derin bir Parmenidesçi özdeyiş gibidir. Eğer Varlık tektir ve bütündür, o zaman birey de bu bütünün ayrılmaz bir parçasıdır. Başına gelen her şey, nihai analizde, bu bütünsel sistem içindeki konumu ve eylemleriyle ilgilidir. Dışarıda suçlanacak bir "öteki" aramak, doxa dünyasının bir yanılgısıdır. Ârif ve kâmil insan, kusuru kendinde arar çünkü kendisini evrensel Varlığın bir tezahürü olarak görür ve onun bütünlüğünü bozmaktan kaçınır. Bu, aktif bir sorumluluk ve öz-değerlendirme halidir.

3. Bölüm: Toplumsal ‘Bir’in İnşası: Atatürk’ün Parmenidesçi Projesi Olarak Türkiye Cumhuriyeti
Bireysel düzeydeki bu felsefe, toplumsal düzeye taşınmadığı sürece eksik kalır. İşte bu noktada Mustafa Kemal Atatürk'ün kurucu projesi, bu bireysel erdemleri toplumsal bir sistem haline getirme çabası olarak devreye girer. Onun devleti, kolektif bir "Varlık"ın, yani Türkiye Cumhuriyeti ulusunun, akıl ve hukuk yoluyla inşa edilmesidir.

3.1. Ulusal İrade: Toplumsal ‘Bir’in Tezahürü
Parmenides'in "Bir"i nasıl tek, bölünmez ve homojen ise, Atatürk'ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." ilkesi de ulusu, tek ve bölünmez bir siyasi irade olarak tanımlar. Bu irade, çokluğu (farklı etnik ve dini grupları) reddetmez, ancak onları "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı" olarak ortak bir siyasi kimlikte, ortak bir hukuk sisteminde bütünleştirir. Laiklik ilkesi, bu bütünleşmenin en önemli aracıdır. Dini aidiyetleri, siyasi kimliğin ve hukukun önüne geçmekten alıkoyarak, tüm vatandaşları eşit kılan, homojen bir yurttaşlık zemini yaratır. Bu, toplumsal düzlemde Parmenidesçi "Bir"in inşasıdır. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1921 ve 1924) ve sonrasında anayasalarla bu "Bir" olan irade, somut bir hukuki metne dökülmüştür.

3.2. Akıl ve Bilim: Hakikatin Rehberi
Nasıl Parmenides hakikate ancak akılla ulaşılabileceğini savunduysa, Atatürk'ün medeniyet projesi de aklı ve bilimi tek rehber olarak benimsemiştir. "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü, doxa'nın (batıl inançlar, dogmalar, geleneğin körü körüne taklidi) reddiyesi ve aletheia'nın (bilimsel hakikat) kabulüdür. Eğitim devrimi (Tevhid-i Tedrisat Kanunu, üniversite reformu), harf devrimi ve pozitif bilimlerin teşviki, toplumu sanılar dünyasından çıkarıp hakikat dünyasına taşıma hamleleridir. Akılla donatılmış bireyler, eylemlerinin sonuçlarını daha iyi öngörebilir, hatalarını daha kolay fark edebilir ve nihayetinde rıza yoluna girebilirler.

3.3. Hukuk Devleti: Rızanın Kurumsal Çerçevesi
Metaforumuzdaki birey, hatasını telafi etmek için mağdurla doğrudan bir ilişki kurar. Ancak modern, karmaşık bir toplumda bu her zaman mümkün değildir. İşte hukuk devleti, rıza arayışının kurumsallaşmış halidir. Hukuk, toplumsal ilişkilerde ortaya çıkabilecek "yoklukları" (haksızlıkları, zararları) tanımlayan, faili tazminata zorlayan ve böylece toplumsal bütünlüğü (Varlığın birliğini) yeniden sağlayan mekanizmadır. Atatürk'ün ısrarla vurguladığı "hukuk" ve "adalet" kavramları, toplumsal rızanın teminatıdır. Medeni Kanun'un kabulü, kadın hakları, iş hukukundaki düzenlemeler, hep bireyleri güçlendirerek, onların haksızlığa uğramalarını engellemeyi ve uğradıklarında haklarını arayabilmelerini sağlamayı amaçlar. Bu, kitlesel ölçekte bir "rızalık toplumu" inşa etme çabasıdır.

3.4. Sosyal Devlet: Kolektif Bütünlüğün Guarantörü
Parmenides'in Varlık'ı her yönde aynıdır, homojendir. Atatürk'ün "sosyal devlet" vurgusu da benzer bir mantığa dayanır. Aşırı ekonomik eşitsizlikler, toplumsal "Bir"i parçalayan, homojenliği bozan unsurlardır. Bu eşitsizlikler, bir kesimin diğerine karşı (farkında olmadan da olsa) haksızlık yapmasına neden olabilir. Sosyal devlet anlayışı, eğitim, sağlık ve ekonomik fırsat eşitliği sağlayarak, bu "yokluk" uçurumlarını kapatmayı, toplumu daha adil ve dolayısıyla daha bütünleşmiş bir hale getirmeyi hedefler. "Helal kazanç" ve "alın teri" vurgusu, emeğin sömürülmediği, herkesin ürettiği değer kadarını aldığı, dolayısıyla kimsenin kimseye borçlu (rızasız) olmadığı bir toplum idealini yansıtır.

4. Bölüm: Eleştirel Bir Sentez: Zorluklar, Çelişkiler ve Günümüze Yansımalar
Hiçbir felsefi analiz eleştirel olmadan tamamlanmış sayılmaz. Parmenidesçi bir lensle Atatürk'ün projesini okumak, bazı güçlü yanların yanı sıra bazı gerilim noktalarını da ortaya koyar.

4.1. Değişim ve Sabite Arasındaki Gerilim
Parmenides değişimi tamamen reddeder. Oysa Atatürk'ün projesi, köklü bir değişim ve devrim projesidir. Bu bir çelişki midir? Hayır. Atatürk'ün hedeflediği değişim, doxa'nın (çağdışı kurumlar, dogmalar) yıkılması ve onun yerine akla dayalı, kalıcı, sabit bir düzenin (aletheia'nın) inşa edilmesi içindir. Yani değişim, daha üstün ve istikrarlı bir "Varlık" durumuna ulaşmak için bir araçtır. Nihai hedef, değişmeyecek olan akıl, hukuk ve laiklik ilkeleri üzerine kurulu bir medeniyettir.

4.2. Birey ve Kolektif İrade Arasındaki Denge
Parmenidesçi "Bir" vurgusu, bireyciliği bastırabilir. Atatürk'ün projesi, "kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler" yetiştirmeyi hedeflerken, aynı zamanda güçlü bir kolektif ulusal irade de inşa etmiştir. Bu ikisi arasında tarihsel olarak bir gerilim yaşanmıştır. Tek parti dönemi, kolektif iradenin (parti/devlet) bireyin önüne geçtiği dönemler olarak eleştirilebilir. Ancak projenin nihai hedefi, kamil bireylerden oluşan kamil bir toplum olduğuna göre, bu gerilimin, demokrasinin tam anlamıyla yerleşmesiyle aşılması öngörülmüştü.

4.3. Günümüz Türkiye'sinde ‘Rıza’nın Durumu
Günümüzde, Türkiye'de toplumsal kutuplaşma, hukuk devleti ilkelerinden sapma iddiaları ve derin sosyo-ekonomik eşitsizlikler, toplumsal "Varlık"ın bütünlüğünün ciddi şekilde yıprandığını göstermektedir. "Rıza" yerine "itaat", "sorumluluk" yerine "hasmane gruplaşma" geçmiş gibi görünmektedir. Bu durum, Atatürk'ün Parmenidesçi projesinin hedeflerinden bir sapma olarak yorumlanabilir. Toplum, metaforumuzdaki köpek benzeri bir sûret düzlemine, yani eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarını sorgulamayan bir doxa haline geri dönme riskiyle karşı karşıyadır.

Sonuç: Onurlu Yol: Bireyden Topluma Rızanın İnşası
"Bir Metafor Olarak Köpek" metni, bize sadece bireysel bir ahlak rehberi sunmakla kalmaz, aynı zamanda köklü bir siyasi felsefe vizyonu da sunar. Bu çalışma, bu vizyonu, Parmenides'in "Varlık" felsefesi ile diyaloğa sokarak derinleştirmeye çalıştı.

Atatürk'ün kurucu projesi, Parmenidesçi anlamda, tek, bölünmez, akılla idare edilen ve adaletle ayakta duran bir toplumsal "Varlık" inşa etme projesiydi. Bu projenin merkezinde, "insan-ı kâmil" idealine ulaşmış, eylemlerinin sorumluluğunu alan, hatasını telafi eden ve nihayetinde hem bireysel hem de toplumsal düzeyde "rıza"yı arayan özgür bireyler vardı. Laiklik, akıl, hukuk ve sosyal adalet, bu büyük projenin olmazsa olmaz araçlarıydı.

Bu yol, metaforun da işaret ettiği gibi, zorlu bir yoldur. Kişinin ve toplumun özünü sürekli yoklamasını, kusuru dışarıda değil içeride aramasını gerektirir. Ancak onurlu olan da budur. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu yolun sonunda, bireyin ve toplumun Varlığını hakiki anlamda gerçekleştirmesinde, yani rıza üzerine kurulu bir medeniyet inşa etmesinde gizlidir. Bu, hem bir varoluş sorusu hem de bir siyaset felsefesi sorusudur ve geçerliliğini her daim koruyacaktır.

KAYNAKÇA

Antik Kaynaklar:

Parmenides. Fragmanlar (Çev. Ari Çokona). Kabalcı Yayınevi.

Platon. Parmenides (Çev. Furkan Akderin). Say Yayınları.

İkincil Kaynaklar (Felsefe):

Copleston, Frederick. Felsefe Tarihi: Yunan ve Roma Felsefesi (Çev. Aziz Yardımlı). İdea Yayınevi.

Heidegger, Martin. Varlık ve Zaman (Çev. Kaan H. Ökten). Agora Kitaplığı. (Parmenides yorumları için)

Kirk, G.S., Raven, J.E., & Schofield, M. The Presocratic Philosophers. Cambridge University Press.

İkincil Kaynaklar (Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti):

Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Berkes, Niyazi. Türkiye'de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

Hanioğlu, M. Şükrü. Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.

Keyder, Çağlar. Türkiye'de Devlet ve Sınıflar. İletişim Yayınları.

Lewis, Bernard. Modern Türkiye'nin Doğuşu (Çev. Boğaç Babür Tuna). Arkadaş Yayınevi.

Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye'nin Tarihi (Çev. Yasemin Saner Gönen). İletişim Yayınları.

İkincil Kaynaklar (Tasavvuf ve İnsan-ı Kâmil):

Nasr, Seyyid Hüseyin. İslam'da Düşünce ve Hayat (Çev. Fatih Taşar). İnsan Yayınları.

Schimmel, Annemarie. İslam'ın Mistik Boyutları (Çev. Ergun Kocabıyık). Kabalcı Yayınevi.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL