Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
49. Bölüm

Sîretten Sîyasete: Köpek Metaforu, Rızalık Yolu ve Atatürk’ün İnsan-ı Kâmil Merkezli Modernleşme Projesinin Felsefi ve Sosyolojik Bir Analizi

30 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, insan olma halini “köpek” metaforu üzerinden açıklayan geleneksel bir Anadolu irfanını merkeze almaktadır. Bu metafor, bireyin, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının bilincine vararak (sûretten sîrete) ve verdiği zararı tazmin ederek rızalık yoluna girmesi (insan-ı kâmil) şeklinde iki aşamalı bir kemale erme sürecini tarif eder. Makale, öncelikle bu bireysel etik çerçeveyi felsefi ve psikolojik boyutlarıyla derinlemesine inceler. Ardından, bu bireysel erdemlerin toplumsal düzeye nasıl taşınabileceği sorusunu sorar. Buradan hareketle, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelini, bu “Rızalık Yolu” felsefesinin bir makro-yansıması olarak okumanın mümkün olduğunu iddia eder. Atatürk’ün projesi, akıl, bilim, vicdan ve emeği merkeze alarak, kul değil, özgür iradeli ve sorumluluk sahibi bireyler (yani sîrette insan-ı kâmil olma potansiyeline sahip vatandaşlar) yetiştirmeyi ve böylece “kümese” değil, “uygarlığa” uzanan bir toplum inşa etmeyi hedeflemiştir. Modern felsefenin akıl merkezli epistemolojik sistemleri ışığında analiz edilen bu model, bir “yurttaşlık rızası”nın inşası olarak yorumlanacak ve günümüz demokrasi tartışmaları için sunduğu imkânlar ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Rızalık Yolu, Köpek Metaforu, İnsan-ı Kâmil, Atatürk Devrimleri, Sosyal Sözleşme, Modernleşme, Siyaset Felsefesi, Türk Modernleşmesi, Birey-Toplum İlişkisi.

Giriş: Metaforik Bir İnşa Olarak İnsan Olmak

İnsanı diğer varlıklardan ayıran nedir? Biyolojik bir tür olmanın ötesinde, “insan” olma hali, edinilmiş, çaba gerektiren ve sürekli bir inşa sürecine işaret eder. Bu süreç, Anadolu irfanında sıklıkla vurgulandığı üzere, sûretten (dış görünüş) ziyade sîretle (öz, karakter) ilgilidir. Verilen köpek metaforu, bu ayrımı son derece çarpıcı bir biçimde ortaya koyar: İçgüdüleriyle hareket eden, eyleminin etik sonuçlarını idrak edemeyen bir varlık, “insan” sûretinde olsa dahi, sîret itibarıyla hayvani düzlemde kalabilir. Gerçek anlamda insan olma yolculuğu, kişinin “eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarının bilincine varması” ile başlar. Ancak nihai kemalet, yalnızca bu bilince varmakla değil, aynı zamanda hatayı kabul edip telafi etmek ve mağdurun rızasını kazanmakla (rızalık yoluna girmekle) mümkündür.

Bu makale, bu derin bireysel etik çerçeveyi analiz etmekle başlayacaktır. İlk bölüm, metaforun felsefi ve psikolojik katmanlarını, özellikle sorumluluk, öz-bilinç ve telafi kavramları etrafında inceleyecektir. İkinci bölüm, bu mikro-kozmostan makro-kozmosa, yani bireysel erdemlerden toplumsal düzene geçişin nasıl mümkün olabileceği sorusunu soracaktır. Burada, Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau’nun modern siyaset felsefesinin temelini oluşturan “toplum sözleşmesi” kuramları, bir tür “kolektif rıza arayışı” olarak yorumlanacak ve bizim metaforumuzla ilişkilendirilecektir.

Üçüncü ve ana bölüm ise, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa ederken benimsediği modeli, tam da bu “Rızalık Yolu” felsefesinin bir tezahürü olarak okuyacaktır. Onun akıl, bilim, laiklik, demokrasi ve sosyal adalet vurgusunun, bireyi “kümes”in dar, içgüdüsel kalıplarından kurtarıp, sorumluluk sahibi, özgür bir “yurttaş” (modern anlamda insan-ı kâmil) haline getirmeyi amaçladığı argümanı geliştirilecektir. Sonuç bölümünde ise, bu modelin günümüzdeki anlamı ve demokratik toplumlar için sunduğu evrensel dersler tartışılacaktır.

1. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Sûret, Sîret ve Rızalık Fenomenolojisi

1.1. Hayvani İçgüdüden İnsani Sorumluluğa Geçiş
Köpek metaforu, insan olma halini negatif bir tanımla değil, aşılması gereken bir basamak olarak sunar. Köpeğin kümese girip tavuk yemesi, ahlaki bir fail olmaktan ziyade, nedensel bir fail olmasıdır. Eylemi, iyi-kötü kategorilerinden bağımsız, içgüdüsel ve haz odaklıdır. İnsandaki karşılığı ise, “ne yaptığını bilmeme”, eyleminin sonuçlarını öngörememe veya önemsememe halidir. Bu, insanın potansiyel olarak taşıdığı ancak kullanmadığı “akıl” (ratio) yetisinin askıya alınmasıdır. Modern felsefenin, özellikle de Immanuel Kant’ın pratik aklı merkeze alan etiğinin temel sorusu da budur: Aklın rehberliğinde hareket etmek. Kant için ahlaklı eylem, salt içgüdüyle veya haz alma arzusuyla değil, evrenselleştirilebilir bir ödev bilinciyle yapılandır (Kant, 1785). Metaforumuzdaki birey, eyleminin sonucunun farkına vardığı an, Kantyen anlamda ödev bilincinin eşiğine gelmiş, içgüdüsel düzlemden etik düzleme sıçramış olur.

1.2. Bilinç ve Öz-Yoklama: Ârif ile Cahilin Ayrımı
Metinde vurgulandığı gibi, bu yolda ilerleyenler ikiye ayrılır: ârifler/kâmiller ve cahiller. Bu ayrım, epistemolojik bir ayrımdır. Cahil, bu bağlamda okuma-yazma bilmemekten ziyade, “kendi özünü bilmemek”, nefsinden ve hatalarından bihaber olmak anlamındadır. Psikolojideki “Dunning-Kruger etkisi” ile paralellik taşır: Belirli bir alanda yetersiz olan insanlar, bu yetersizliklerini görecek öz-değerlendirme kapasitesinden de yoksundurlar. Kendini sürekli aklama eğilimi, bir savunma mekanizmasıdır.
Ârif ise, sürekli bir öz-yoklama (self-reflection) halindedir. Sosyolog Anthony Giddens’ın “reflexive project of the self” (benliğin yansımalı projesi) kavramını hatırlatır. Modern birey, kimliğini sürekli sorgulayan, inceleyen ve inşa eden bir varlıktır (Giddens, 1991). Ârif de, kusurunu arayarak, kendi benliğini sürekli bir inşa ve tamir sürecine tabi tutar. Bu, Descartes’ın “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) şeklindeki epistemolojik çıkış noktasının, etik bir düzleme taşınmış halidir: “Özümü yokluyorum, dolayısıyla insan olma yolunda ilerliyorum.”

1.3. Telafi ve Rıza: İnsan-ı Kâmil Olmanın Somut Tezahürü
Farkındalık ve öz-yoklama tek başına yeterli değildir. Erdem, teoride kalmaz, pratiğe dökülür. Metaforun en radikal ve devrimci fikri budur: Maddi veya manevi zararı tazmin etmek. Bu, soyut bir “özür dileme”nin çok ötesinde, somut, maddi ve sembolik bir bedel ödemeyi gerektirir. Tavukların parasını ödemek, eylemin sonuçlarını üstlenmek, maddi kaybı dengelemek ve nihayetinde mağdur ile fail arasında yeni bir denge, bir uzlaşı (consensus) inşa etmektir.
“Rıza” (rızalık) kavramı, burada çok kritik bir öneme sahiptir. İlişkisel ve diyalojik bir kavramdır. Tek taraflı bir “affetme” veya “unutma” değil, iki tarafın katılımıyla oluşan bir barışma halidir. Fail, hatasını kabul edip telafi ederek rıza talep eder; mağdur ise bu telafiyi kabul ederek rıza verir. Bu süreç, toplumsal doku içindeki çatlakları onaran, ilişkileri yeniden kuran bir sosyal sermayedir. İşte birey, bu diyalektik süreci tamamladığında, artık sadece “insan” değil, “insan-ı kâmil” (olgunlaşmış insan) mertebesine erişir.

2. Bölüm: Toplumsal Sözleşme ve Kolektif Rıza Arayışı

2.1. Modern Siyaset Felsefesinde Rıza Temelli Yönetim
Bireysel düzeyde geçerli olan bu “rıza” mantığı, toplumun nasıl yönetileceği sorusunun da modern çağdaki merkezine oturmuştur. 17. ve 18. yüzyılın toplum sözleşmesi kuramcıları (Hobbes, Locke, Rousseau), otoritenin kaynağının tanrısal hak (divine right) değil, yönetilenlerin rızası (consent of the governed) olduğunu savunmuştur.

Thomas Hobbes, Leviathan’da (1651), insanların doğa durumundaki “köpek metaforundaki” gibi içgüdüsel ve birbirine zarar veren yaşamından kurtulmak için, özgürlüklerinden bir kısmını mutlak bir egemene devrederek bir sözleşme yaptıklarını anlatır. Burada rıza, güvenlik karşılığında verilir.

John Locke, Two Treatises of Government (1689) ile daha ileri gider. Yönetenler, yönetilenlerle bir sözleşme yapmıştır. Eğer yönetenler bu sözleşmeyi ihlal eder, yurttaşların yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarına zarar verirse, yurttaşların itaatsizlik ve isyan hakkı doğar. Locke’un modeli, metaforumuzdaki “zarar veren fail” konumundaki yöneticiyi, telafi etmeye zorlayan veya onu görevden alan bir “toplumsal rıza mekanizması”dır.

Jean-Jacques Rousseau ise Toplum Sözleşmesi’nde (1762) “genel irade” (volonté générale) kavramını geliştirir. Gerçek meşruiyet, bireylerin sadece kendi çıkarlarının değil, ortak iyinin peşinde olduğu kolektif bir rızadan doğar.

Bu kuramların tümü, yönetimde “rıza”yı merkeze alarak, siyaseti içgüdüsel bir güç mücadelesi (köpeğin kümese girmesi) olmaktan çıkarıp, akıl ve iradeyle oluşturulmuş etik bir sözleşmeye dönüştürür.

2.2. Hukuk Devleti: Toplumsal Rızanın Kurumsal Çerçevesi
Toplumsal rızanın soyut bir fikir olarak kalmaması için kurumsal bir çerçeveye ihtiyaç vardır. İşte bu çerçeve, “hukuk devleti” (rule of law) kavramıdır. Hukuk devleti:

Keyfi yönetimi engeller.

Bireyin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alır.

Yöneticileri de hukukla bağlar.

Zarar gören bireylere, devlete karşı dahi dava açma ve hukuki yollarla telafi (tazminat) arama hakkı tanır.

Hukuk devleti, metaforumuzdaki “tavukların parasını ödeme” eyleminin, devlet-vatandaş ilişkisindeki kurumsal karşılığıdır. Devlet bir bireye haksız zarar verdiğinde, bu zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Bu, kolektif bir rıza toplumu inşa etmenin en somut yoludur.

3. Bölüm: Atatürk’ün Projesi: Rızalık Yolu’nu Toplumsal İnşaya Taşımak

Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa süreci, yukarıda çizilen bireysel ve teorik çerçevenin tarihsel ve pratik bir tezahürü olarak okunabilir. Onun hedefi, Osmanlı’nın son dönemlerindeki “kümes” mentalitesinden, yani dış güçlere karşı savunmasız, içeride keyfiliğin olduğu, aklın ve bilimin değil, dogmaların egemen olduğu bir yapıdan, “aklın ve vicdanın aydınlattığı” modern bir uygarlık yaratmaktı.

3.1. Akıl ve Bilim: Sîreti Aydınlatan Işık
Atatürk’ün en sık vurguladığı kavramların başında “akıl” ve “bilim” gelir. “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.” sözü, onun epistemolojik manifestosudur. Bu, bireyin, köpek metaforundaki gibi içgüdülerle veya dogmalarla değil, aklın eleştirel ve sorgulayıcı gücüyle hareket etmesi gerektiği inancıyla doğrudan örtüşür. Laiklik ilkesi de, siyaseti ve toplumsal yaşamı dini dogmaların (içgüdüsel/şartsız kabullerin) alanından çıkarıp, aklın ve kamuoyunun (rızanın) alanına taşıma çabasıdır. Bu sayede birey, “cahil” değil, “ârif” olmaya, yani kendi yaşamını ve toplumu sorgulayan bir özne olmaya teşvik edilmiştir.

3.2. Özgür ve Sorumlu Birey: Yurttaşın İnşası
Atatürk’ün hedefi, “kul” değil, “yurttaş” yetiştirmekti. Kul, pasif, itaatkâr, sorgulamayan, otoriteye boyun eğen, eylemlerinin sorumluluğunu taşımayan bir figürdür. Yurttaş ise, hakları ve ödevleri olan, aktif, sorgulayan, siyasete katılan ve nihayetinde siyasi iktidarın meşruiyet kaynağını oluşturan özgür iradeli bir bireydir.

Hukuk Devrimi: Medeni Kanun’un kabulü, kadın-erkek eşitliğinin tanınması, her bireyi hukuk önünde eşit ve özgür bir özne haline getirmeyi amaçladı. Bu, her bireyin “sûretten” ziyade “sîreti” ile, yani kişiliği ve emeği ile değer göreceği bir toplum modeliydi.

Eğitim Devrimi: Tekke ve zaviyelerin kapatılması, eğitimin birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat) ve bilimselliğin merkeze alınması, dogmatik düşüncenin yerine eleştirel aklı koymayı hedefledi. Maarif Kongreleri’nde vurguladığı gibi, eğitimin amacı, içgüdüleriyle hareket eden değil, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirmekti.

Siyasal Haklar: Çok partili hayat denemeleri, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi (pek çok Batı ülkesinden önce), egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesi, rızanın kurumsallaşması için atılan adımlardı. Meclis, kolektif rızanın inşa edildiği, tartışıldığı ve yönetime aktarıldığı bir “rıza meclisi” olarak tasarlandı.

3.3. Sosyal Devlet: Kolektif Telafi ve Rızanın Ekonomik Temeli
Atatürk’ün “sosyal devlet” vurgusu, metaforumuzdaki “tazmin etme” erdeminin toplumsal düzeydeki karşılığıdır. Piyasa koşullarının yarattığı eşitsizlikler ve adaletsizlikler (bir anlamda sistemin “yediği tavuklar”), devlet eliyle telafi edilmeliydi.

Ekonomi Politikaları: Kapitülasyonların kaldırılması, millî iktisat politikaları, devletçilik ilkesi ile sanayileşme hamleleri, ekonomik bağımsızlığı hedefledi. Atatürk’e göre, siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık olmadan mümkün değildi. Bu, kolektif olarak “kümese giren” yabancı güçlere karşı verilen bir mücadele ve ödenen bedelin (Kurtuluş Savaşı) ardından, “tavukların parasını” geri alarak kendi kendine yeterli olma çabasıydı.

Toplumsal Dayanışma: Halkevleri, Türk Dil ve Tarih Kurumları gibi yapılar, toplumu ortak bir kültür ve ülkü etrafında kenetleyerek, “biz” bilinci ve kolektif rıza oluşturmayı amaçlıyordu.

Atatürk’ün inşa ettiği sistem, bireyi güçlendiren, onu sorumluluk sahibi kılan, haksızlığa uğradığında hukuki yollarla telafi arayabilen bir “yurttaş” haline getirmeyi ve böylece tüm toplumu “Rızalık Yolu” üzerinde ilerleyen bir kolektiviteye dönüştürmeyi hedefliyordu.

Sonuç ve Değerlendirme: Günümüz İçin Bir Miras

Köpek metaforu, bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez. O, aynı zamanda adil, hakkaniyetli ve insani bir toplumun inşası için gerekli olan sosyal ve siyasi prensipleri de özetler: Sorumluluk, öz-bilinç, telafi ve rıza. Mustafa Kemal Atatürk’ün modernleşme projesi, bu prensipleri, 20. yüzyılın başındaki koşullarda, bir ulus-devlet inşası sürecine uyarlama çabasıydı.
Onun mirası, bugün hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti, bireysel “rızalık yolunun” toplumsal garantörüdür. Toplumsal huzur, bireylerin birbirinin hakkına riayet etmesi ve zarar verdiğinde telafi etme erdemini göstermesiyle; devletin de vatandaşlarına karşı aynı sorumluluğu taşımasıyla mümkündür.
Gerçek kemalet, hem bireyin hem de toplumun, “ayağına dolanan taşı” başkasından değil, kendinden bilme olgunluğuna erişmesidir. Atatürk’ün hedeflediği “aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolu”, işte bu zorlu, onurlu ve sürekli öz-yoklamayı gerektiren Rızalık Yolu’nun ta kendisidir.

KAYNAKÇA

Birincil Kaynaklar:

Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III. (1997). Atatürk Araştırma Merkezi.

İkincil Kaynaklar (Türkçe):

Berkes, N. (2002). Türkiye’de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.

Göle, N. (2010). Modern Mahrem: Medeniyet ve Örtünme. Metis Yayınları.

İnalcık, H. (2005). Atatürk ve Demokratik Türkiye. Kırmızı Yayınları.

Kantarcı, Ş. (2018). Türk Modernleşmesi ve Atatürk. İnkılap Kitabevi.

Kongar, E. (1998). 21. Yüzyılda Türkiye: 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Remzi Kitabevi.

Mardin, Ş. (2019). Türk Modernleşmesi. İletişim Yayınları.

Turan, Ş. (2004). Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar. Türk Tarih Kurumu.

İkincil Kaynaklar (Uluslararası):

Giddens, A. (1991). Modernity and Self-Identity: Self and Society in the Late Modern Age. Stanford University Press.

Hobbes, T. (1651). Leviathan. (Türkçe çeviri: Semih Lim, 2016, Yapı Kredi Yayınları)

Kant, I. (1785). Groundwork of the Metaphysic of Morals. (Türkçe çeviri: Ioanna Kuçuradi, 1995, Türkiye Felsefe Kurumu)

Locke, J. (1689). Two Treatises of Government. (Türkçe çeviri: Melih Yürüşen, 2014, İş Bankası Kültür Yayınları)

Rousseau, J-J. (1762). The Social Contract. (Türkçe çeviri: Vedat Günyol, 2019, İş Bankası Kültür Yayınları)
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL