Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
26. Bölüm

Atomculuktan Rızalık Medeniyetine: Atatürk'ün İnsan-ı Kâmil ve Hukuk Devleti Tasavvurunun Felsefi ve Sosyolojik Bir Analizi

30 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, Antik Yunan filozofu Demokritos'un atomcu felsefesinin (atomism) sağladığı bütüncül ve indirgemeci analiz lensini kullanarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devletini "Rızalık Medeniyeti" metaforu üzerinden okumayı amaçlamaktadır. İnsan olma halini, "köpek metaforu" ile açıklayan ve bu süreci bireysel sorumluluk, hata telafisi ve nihayetinde toplumsal rızaya bağlayan geleneksel bir anlayış, Atatürk'ün modernite projesinin özünü oluşturur. Makale, öncelikle bireyin "sûretten sîrete", "cahilden ârif ve kâmil insan"a evrilme sürecini felsefi ve psikolojik boyutlarıyla ele alacaktır. Ardından, bu bireysel kemâlin, Demokritos'un evreni oluşturan temel unsurlar olarak gördüğü atomlar misali, toplumsal yapının temel birimi olan "kâmil birey"ler üzerinden nasıl bir "toplumsal atom modeline" dönüştüğünü inceleyecektir. Atatürk'ün hedeflediği, akıl, bilim, vicdan ve hukukla teşkilatlanmış bir toplumun, bu "kâmil sosyal atomların" bir araya gelerek oluşturduğu sağlam, adil ve mütekâmil bir yapı olduğu tezi işlenecektir. Sonuç olarak, Atatürk'ün projesi, bireysel erdemlerle toplumsal düzen arasında diyalektik bir ilişki kuran, "rıza"yı merkeze alan ve nihayetinde "insan-ı kâmili" merkezine oturtan bir medeniyet tasavvuru olarak yeniden yorumlanacaktır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Rızalık, Demokritos, Atomculuk, İnsan-ı Kâmil, Sûret-Sîret, Hukuk Devleti, Toplum Sözleşmesi, Sosyoloji, Siyaset Felsefesi.

Giriş: İki Bakış Açısının Kesişimi: Atomlar ve İnsanlar

İnsanlık, varoluşunun anlamını ve evrenin işleyişini anlamak için tarih boyunca iki temel yöntem kullanmıştır: Bütüncül (holistic) ve indirgemeci (reductionist) yaklaşımlar. Antik Yunan filozofu Demokritos (M.Ö. 460-370) ve onun takipçileri, ikinci yöntemin en radikal savunucularındandı. Onlara göre, gerçeklik sonsuz sayıda, bölünemez (a-tomos), ezeli ve ebedi, yalın maddi parçacıklar olan "atom"lardan oluşuyordu. Her şey, bu atomların boşlukta hareket ederek birleşmesi ve ayrışmasından ibaretti. Bu bakış açısı, karmaşık olguları, onları oluşturan en temel bileşenlere indirgeyerek anlama çabasıdır.

Bu makale, Demokritos'un bu metodolojik lensini, çok daha karmaşık bir olgu olan "toplum"u ve özellikle de Mustafa Kemal Atatürk'ün tasarladığı toplum modelini anlamak için bir analoji olarak kullanmayı önermektedir. Nasıl ki evren atomlardan müteşekkilse, sağlıklı bir toplum da onu oluşturan temel birimler olan "bireyler"den müteşekkildir. Bir yapının sağlamlığı, onu oluşturan atomların sağlamlığı ve aralarındaki bağların kuvveti ile doğru orantılıdır. İşte burada, "köpek metaforu" ile açıklanan ve bireyi "kâmil insan" olma yolunda merkeze alan anlayış, Atatürk'ün toplum projesinin "sosyal atomunu" tanımlar. Bu atom, sorumluluk sahibi, rıza arayan, hatalarını telafi eden, aklı ve vicdanı ile hareket eden özgür bireydir.

Atatürk'ün devleti, bu sağlam "sosyal atomların" (kâmil bireylerin), akıl ve hukuk gibi güçlü bağlarla (Demokritos'un boşluğuna karşılık gelen bir "toplumsal uzam"da) bir araya gelerek oluşturduğu sağlam, adil ve müreffeh bir "moleküler yapı", yani bir "Rızalık Medeniyeti"dir.

I. Bölüm: Bireyin Metafiziği: Sûretten Sîrete, İçgüdüden Rızaya Yolculuk

1.1. Köpek Metaforu ve İnsan Olmanın İki Boyutu: Sûret ve Sîret
Metinde verilen köpek metaforu, ahlaki felsefenin temel bir problemini son derece çarpıcı bir şekilde ortaya koyar: Eylemlerimizi belirleyen nedir? İçgüdüler mi, yoksa özgür irade ve ahlaki bilinç mi? Köpek, içgüdüsel bir dürtü (açlık) ile hareket eder ve eyleminin (tavukları yemek) ahlaki ve toplumsal sonuçlarının farkında değildir. Onun için sonuç, "doyum"dur. "İyi" veya "kötü" kavramları onun bilincinde yoktur.

İşte "sûrette insan" olan, yani biyolojik ve fiziksel olarak insan formuna sahip olan birey de, eğer eylemlerini sadece içgüdüleri, bencil çıkarları veya toplumsal şartlanmaları doğrultusunda, sonuçlarını düşünmeden yapıyorsa, "sîret" (öz, karakter, ruh) itibarıyla hayvani düzlemde kalmış demektir. Bu, Plato'nun "mağara alegorisi"ndeki zincirlere bağlı, gölgeleri gerçek sanan insana ya da Nietzsche'nin "sürü insanına" benzer bir durumdur. Kişi, form olarak insandır ancak öz olarak henüz "insan olma" vasfını kazanmamıştır.

1.2. Rızalık Yolunun Psikolojik ve Ahlaki Aşamaları
"İnsan olma yolculuğu", kişinin "sîretini" de "sûreti" ile uyumlu hale getirme, yani eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarının bilincine varma anıyla başlar. Bu, bir uyanış, bir "aydınlanma" (enlightenment) anıdır. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların bir başkasının emeği ve mülkü olduğunu, bu eylemin bir "hak ihlali" yarattığını idrak ettiği anda, ahlaki bilincin eşiğinden geçmiş olur.

Ancak bu bilinç, kemâl için yeterli değildir. Asıl erdem, bu bilinçle harekete geçmekte, yani "telafi" etmekte ve "rıza"yı aramaktadır. Kişi, verdiği zararı öder ve mağdurun gönlünü alırsa, eylemini artık içgüdüsel bir düzlemde değil, ahlaki ve toplumsal bir sorumluluk düzleminde tamamlamış olur. Bu süreç, bireyin kendi benliğini aşarak "öteki"nin varlığını, hakkını ve duygularını tanımasıdır. Bu, psikolojide "empati" ve "pişmanlık", sosyolojide "sosyal uyum", dinde "tövbe", hukukta ise "tazminat" kavramlarıyla örtüşen evrensel bir insani deneyimdir.

1.3. Ârif, Câhil ve Kâmil: Kendini Bilme Sanatı
Metnin çizdiği çerçevede, bu yolun yolcuları ikiye ayrılır:

Câhiller: Kusuru daima dışarıda ararlar. "Ayağıma taş dolansa, taşı atanı suçlarım." mantığıyla hareket ederler. Mağduriyetlerini bir kimlik ve silah haline getirir, sorumluluk almaktan kaçınırlar. Bu, psikolojik bir savunma mekanizması olan "yansıtma" (projection) ile açıklanabilir.

Ârifler ve Kâmiller: "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." ilkesiyle hareket ederler. Bu, Stoacı felsefedeki "kontrol edebileceklerimiz ve edemeyeceklerimiz" ayrımında, odağı her daim kontrol edebilecekleri tek şey olan "kendi eylem ve tepkilerine" çevirmektir. Sürekli bir öz-eleştiri (self-reflection) ve iç gözlem (introspection) halindedirler. Kendi kusur ve eksikliklerini bulmak için çaba sarf ederler.

Kâmil insan, bu öz-yoklamayı yaptıktan sonra, bulduğu kusurun gereğini yapan, yani telafide bulunandır. Bu, onu, "sûrette insan" olmaktan çıkarıp "sîrette insan-ı kâmil" mertebesine yükselten aktif eylemdir. Buradaki "kâmil" kavramı, dinî bir terminolojiden ziyade, etik anlamda "olgun, erdemli, sorumluluğunun bilincinde birey" anlamında kullanılmaktadır.

II. Bölüm: Toplumsal Molekülün İnşası: Kâmil Bireylerden Rızalık Devletine

2.1. Bireyden Topluma: Sosyal Atom Teorisi
Demokritos'un atomları nasıl ki boşlukta hareket eder, çarpışır, birleşir ve ayrışırsa, bireyler de toplumsal uzamda benzer bir dinamizm içindedir. Bir toplumun niteliği, onu oluşturan bu "sosyal atomların" (bireylerin) niteliği ve aralarındaki etkileşimin kuralları ile belirlenir. Eğer atomlar sorumsuz, bencil ve rıza kavramından yoksunsa, oluşan moleküler yapı (toplum) istikrarsız, çatışmaya yatkın ve adaletsiz olacaktır. Eğer atomlar, metaforumuzdaki "kâmil insan" gibi sorumluluk sahibi, rıza arayan ve adaletli ise, oluşacak yapı sağlam, uyumlu ve müreffeh olacaktır.

Atatürk'ün öngördüğü cumhuriyet projesi, ikinci türden bir toplum inşa etmek üzere kurgulanmıştır. Hedef, "kümes"in dar, içgüdüsel kalıplarını kırarak, "aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda" ilerleyen bir toplum yaratmaktır. Bu, topyekün bir "kâmilleşme" projesidir.

2.2. Atatürk'ün Devlet Modeli: Rızanın Kurumsallaşmış Hali
Atatürk, bireysel düzeyde tanımlanan "rıza" ve "tazmin" ilkelerini, toplumsal düzeye, yani devlet yönetimine taşımak için laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modelini tesis etmiştir. Bu model, rızanın kurumsal karşılıklarıdır:

Laiklik: Toplumu oluşturan tüm bireylerin (atomların) inanç ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alarak, din temelli bir çatışma değil, akıl temelli bir uzlaşı (rıza) zemini yaratmayı hedefler. Dogmalar değil, eleştirel akıl ve bilim, toplumsal yaşamın rehberi olmalıdır.

Demokrasi: Toplumsal rızanın en somut ifade bulduğu sistemdir. Halk, kendini yönetecekleri özgür iradesiyle seçer (rıza gösterir). Seçilmek ve yönetmek, halkın sürekli rızasını aramayı ve hak ihlali yapmamayı gerektirir. Yönetilenler de, seçimleri ve denetim mekanizmalarıyla yöneticilerini kontrol eder.

Hukuk Devleti: Metaforumuzdaki "tazmin" ilkesinin toplumsal düzeydeki karşılığıdır. Hukuk, güçlünün değil, hakkın üstünlüğünü tesis eder. Bireyin devlete ve diğer bireylere karşı haklarını korur. Bir hak ihlali olduğunda, nasıl ki birey tavukların parasını ödüyorsa, hukuk devleti de adalet mekanizmasıyla zararı tazmin eder, toplumsal dengeyi (rıza) yeniden sağlar.

Sosyal Devlet: Toplumsal hayatta, doğuştan gelen eşitsizlikler ve talihsizlikler olabilir. Sosyal devlet anlayışı, bu eşitsizlikleri minimize ederek, tüm bireylere asgari bir refah ve fırsat eşitliği sunmayı amaçlar. Bu, toplumun tüm fertlerinin sisteme "rıza" göstermesi için gerekli olan adalet ve hakkaniyet duygusunu pekiştirir. "Mazlumun zararını tazmin" etme ilkesinin kitlesel boyutudur.

2.3. Özgür ve Sorumlu Bireyin İnşası: Eğitim ve Kültür
Atatürk'ün "kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler" yetiştirme hedefi, bu projenin can damarıdır. Çünkü rıza, ancak özgür irade sahibi bireylerden gelirse anlamlıdır. Köle, rıza gösteremez; boyun eğer. Atatürk devrimleri – özellikle de eğitim ve hukuk devrimleri – bu "özgür ve sorumlu sosyal atomu" yaratmak için tasarlanmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Harf Devrimi, Medeni Kanun gibi adımlar, bireyi dogmalardan kurtarıp akılcı düşünceye, pasif bir tebaa olmaktan çıkarıp haklarının bilincinde aktif bir yurttaşa dönüştürmeyi amaçlamıştır.

III. Bölüm: Demokritosçu Bir Bakışla Atatürk'ün Medeniyet Tasavvurunun Analizi

Demokritos'un atomcu bakışı, bize Atatürk'ün projesini analiz etmek için güçlü bir çerçeve sunar:

İndirgemeci Analiz: Atatürk'ün toplum mühendisliği, toplumu oluşturan en temel birime, yani "bireye" odaklanır. Sorunları çözmek için önce bireyi dönüştürmek gerektiğini bilir. "Atom"u (bireyi) güçlü, bilgili, özgür ve sorumlu hale getirmezseniz, oluşturacağı "molekül" (toplum) asla sağlam olmaz.

Bağların Doğası: Atomlar nasıl ki boşlukta rastgele çarpışmaz, belirli fiziksel yasalara tabiyseler, Atatürk'ün idealindeki bireyler de toplumsal uzamda "akıl", "bilim", "hukuk" ve "vicdan" gibi evrensel ve rasyonel yasalarla birbirine bağlanır. Bu bağlar, duygusallık, bağnazlık veya kör geleneklerden çok daha güçlü ve istikrarlı bir toplumsal doku oluşturur.

Bütünün Niteliği: Sağlam atomlar ve güçlü bağlar, nihayetinde sağlam bir bütünü yaratır. Atatürk'ün hedeflediği "muasır medeniyet seviyesi", bu sağlam bütünün, yani "Rızalık Medeniyeti"nin bir sonucudur. Bu medeniyet, iç çatışmalarla değil, iç uzlaşıyla; gerilikle değil, ilerlemeyle; cehaletle değil, bilimle karakterize edilir.

Sonuç: Rıza Medeniyetine Doğru

"Köpek metaforu", bize insan olmanın sadece biyolojik bir durum değil, etik ve toplumsal bir kazanım olduğunu öğretir. Bu kazanım, sorumluluk, öz-bilinç, telafi ve nihayetinde rıza arayışı üzerine kuruludur. Mustafa Kemal Atatürk, bu kadim ve evrensel insani erdemi, modern bir ulus-devletin kuruluş felsefesinin merkezine yerleştirmiş vizyoner bir liderdir.

Onun kurduğu laik, demokratik, sosyal hukuk devleti, bireysel düzeydeki "rızalık yolunun" kitlesel ve kurumsal ifadesidir. Demokritos'un atomcu felsefesinin lensinden bakıldığında, bu proje, "kâmil birey" gibi sağlam "sosyal atomlar" yetiştirmeyi ve onları "akıl-hukuk-vicdan" gibi güçlü bağlarla bir araya getirerek, istikrarlı, adil ve ilerici bir "toplumsal molekül" inşa etmeyi amaçlar.

Günümüz dünyasının ve Türkiye'sinin yaşadığı birçok sorun – çatışmalar, adaletsizlikler, hoşgörüsüzlük – bu "rıza" arayışının ve "kâmil birey" idealinin toplumsal düzeyde yeterince gerçekleşememesinden kaynaklanmaktadır. Çözüm, Atatürk'ün işaret ettiği yolda, önce kendi içimizdeki "köpeği" dizginlemek, kendi kusur ve eksiklerimizi görerek telafi etmek ve nihayetinde birbirimizin rızasını arayarak, kolektif bir uzlaşı kültürü inşa etmektir. Gerçek kemâl ve gerçek insanlık, bu zorlu ama onurlu yolda, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde gizlidir.

Kaynakça:

Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Demokritos (Fragmanlar). (2004). Early Greek Philosophy (J. Barnes, Ed.). Penguin Classics.

Hançerlioğlu, O. (1993). Düşünce Tarihi. Remzi Kitabevi.

Plato. (M.Ö. 380). The Republic (Devlet).

Rousseau, J-J. (1762). The Social Contract (Toplum Sözleşmesi).

Sen, A. (2009). The Idea of Justice. Harvard University Press. (Adalet fikri ve rıza kavramına modern bir bakış)

Türköne, M. (2018). Siyaset. Etkileşim Yayınları. (Osmanlı'dan modern Türkiye'ye siyasal düşüncenin evrimi)

Weber, M. (1922). Economy and Society. University of California Press. (Otorite, meşruiyet ve hukuk devleti üzerine teoriler)

Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris. (Türkiye'nin modernleşme sürecine tarihsel bir bakış)
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL