Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
59. Bölüm

Aklın ve Vicdanın İnşası: Atatürk’ün Rızalık Eksenli İnsan Merkezli Medeniyet Projesinin Felsefi, Sosyolojik ve Tarihsel Bir Analizi

35 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Öz: Bu makale, "köpek metaforu" üzerinden şekillenen "sûret-sîret" ayrımı, "rızalık" ve "insan-ı kâmil" kavramlarını merkeze alarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği devlet ve toplum modelini felsefi, sosyolojik, psikolojik ve tarihsel perspektiflerle analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, Atatürk'ün projesinin, salt siyasi veya ekonomik bir modernleşme olmayıp, özünde bireyin ahlaki ve vicdani kemale ermesini (insan-ı kâmil) hedefleyen ve bunu "kolektif rıza" ile tesis edilmiş bir toplumsal sözleşmeye dayandıran insan merkezli bir medeniyet tasavvuru olduğu tezini savunmaktadır. Bu tasavvur, Batı Aydınlanması'nın akıl, eleştiri ve özgürlük vurgusu ile Anadolu tasavvufundaki ahlaki olgunluk ve sorumluluk anlayışının sentezinden doğan özgün bir model olarak incelenecektir. Analizler, Atatürk'ün hedeflediği "aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolu"nun, metaforik dildeki "rızalık yolunun" toplumsal düzlemdeki tezahürü olduğunu ortaya koyacaktır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Aydınlanma, Sûret-Sîret, Toplum Sözleşmesi, Medeniyet, Vicdan, Laiklik, Demokrasi.

Giriş: Bir Metafor Olarak Köpek ve Modern Bir Devletin İnşası
Felsefe, insanlık durumuna dair soyut hakikatleri somut imgeler ve metaforlar aracılığıyla anlamlandırma çabasıdır. "Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı" başlıklı metin, bu anlamda son derece güçlü bir analitik çerçeve sunar. Metnin özü, insan olma halini, salt biyolojik bir kategori (sûret) olmaktan çıkarıp, etik sorumluluk, öz-bilinç ve telafi edici adalet (sîret) ile tanımlayan dinamik bir sürece oturtmaktadır. Köpek metaforu, ahlaki yargıdan yoksun içgüdüsel eylemi temsil ederek, "insan"ı inşa edilmesi gereken bir ideal olarak işaret eder. "Rızalık yolu" ise, bireysel planda hatadan dönme, telafi etme ve ilişkiyi onarma; toplumsal planda ise adalet, hakkaniyet ve sosyal barış üzerine kurulu bir düzen arayışının kod adıdır.

Bu makale, söz konusu metaforik ve felsefi çerçeveyi, Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ni inşa sürecine uyarlayarak onun devlet anlayışını yeniden okumayı önermektedir. Geleneksel okumalar, Atatürk devrimlerini genellikle jakoben, tepeden inmeci, sekülerleştirici ve ulus-devlet inşacı özellikleriyle öne çıkarır. Oysa bu çalışma, onun projesinin çok daha derin, antropolojik bir boyutu olduğunu iddia etmektedir: İnsan-ı kâmili merkeze alan bir medeniyet projesi. Atatürk'ün hedefi, yalnızca modern kurumlar yaratmak değil, aynı zamanda bu kurumları işletecek, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösteren, "rıza"yı arayan "kâmil bireyler" yetiştirmekti. Onun laik, demokratik, sosyal hukuk devleti modeli, işte bu felsefenin kurumsal çerçevesi, "kümes"in dar kalıplarını kıran bir "rızalık düzeni"ydi.

Buradan hareketle makale, dört ana bölümde ilerleyecektir: İlk bölüm, metaforun felsefi ve psikolojik kökenlerini inceleyecek, sûret-sîret ikiliğini ve rızalık kavramını Batı ve Doğu düşünce gelenekleri bağlamında sorgulayacaktır. İkinci bölüm, bireysel kemaletten toplumsal kemalete geçişi, "toplum sözleşmesi" kuramları üzerinden analiz edecek ve "rıza"nın sosyolojik temellerini araştıracaktır. Üçüncü ve ana bölüm, Atatürk'ün devlet modelini, bu felsefi zemin üzerinde, Aydınlanma ilkeleri ve insan merkezli bir medeniyet anlayışı çerçevesinde derinlemesine inceleyecektir. Sonuç bölümünde ise, bu modelin günümüz için taşıdığı anlam ve eleştiriler ele alınacaktır.

1. Bölüm: Metaforun Felsefi ve Psikolojik Temelleri: Sûret, Sîret ve Rıza Kavramlarının Analizi
1.1. Sûret ve Sîret İkiliği: Biyolojik Varlıktan Etik Varlığa Geçiş

Metnin merkezindeki "sûret" (biçim, görünüş) ve "sîret" (öz, karakter) ayrımı, felsefe tarihinin en kadim meselelerinden biridir. Platon'un "idealar dünyası" ve "gölgeler dünyası" ayrımı, Aristoteles'in "madde" ve "form" kuramı, Descartes'ın "res cogitans" (düşünen ben) ve "res extensa" (yayılan ben) ikiliği ve nihayetinde Kant'ın "görünüş" (phenomenon) ve "kendinde şey" (noumenon) ayrımı, bu temel karşıtlığın Batı'daki tezahürleridir (Platon, MÖ 380; Kant, 1781). Metne göre, insan sûreti, biyolojik bir insan bedenine sahip olmakla kazanılır. Bu, pasif bir durumdur. Sîret ise, aktif bir çaba, bir olma halidir. Köpek metaforu, sîretten yoksun, yalnızca sûrette kalmış bir "insanımsı"yı tasvir eder. Buradaki hayvanilik, biyolojik bir aşağılama değil, ahlaki bir yoksunluk halidir.

Psikolojik açıdan bu durum, Lawrence Kohlberg'in ahlaki gelişim evreleri kuramıyla paralellik gösterir. Kohlberg, insanın ahlaki yargısının, "itaat ve ceza" odaklı alt evrelerden (köpeğin içgüdüsel eylemi), "evrensel ahlak ilkeleri"ne dayanan üst evrelere doğru geliştiğini savunur (Kohlberg, 1981). Metindeki "eyleminin ahlaki sonuçlarının bilincine varma", Kohlberg'in "toplumsal sözleşme eğilimi" evresine tekabül eder. "Rızalık yoluna girme" ve "tazmin etme" ise, en üst evre olan "evrensel etik ilkeler" düzeyinin davranışsal bir yansımasıdır. Dolayısıyla, insan olma yolculuğu, psikolojide de bir gelişim süreci olarak kavramsallaştırılmıştır.

1.2. Rıza (Rızalık) Kavramının Felsefi Derinliği

"Rıza", metinde iki düzeyde işler: Bireysel düzeyde vicdan ile uzlaşma, yapılan hatayla yüzleşme ve onarma iradesidir. Bu, varoluşçu felsefenin özünde yatan "otantik olma" (authenticity) arayışıyla kesişir. Kierkegaard ve Heidegger için otantiklik, klişelerden ve "They"den (das Man) kurtulup, kendi varoluşunun sorumluluğunu üstlenmektir (Heidegger, 1927). Metaforumuzdaki kişi, tavukları yediğinde kendini kandırmaz, sorumluluğu başkasına atmaz. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim" diyerek otantik bir varoluş sergiler.

İlişkisel düzeyde ise rıza, mağdur ile fail arasında kurulan etik bir diyalog ve onarım sürecidir. Bu, modern adalet teorilerinde, özellikle de "onarıcı adalet" (restorative justice) modelinde karşılık bulur. Geleneksel "cezalandırıcı adalet"ten farklı olarak onarıcı adalet, suçu topluma karşı bir kural ihlali olarak değil, bireylere ve ilişkilere verilen bir zarar olarak görür. Amacı, cezalandırmaktan ziyade, zararı tazmin etmek, diyaloğu sağlamak ve rızalığı tesis etmektir (Zehr, 2002). Metaforumuzdaki kişinin tavukların parasını ödeyip sahibinin rızasını alması, onarıcı adaletin mükemmel bir örneğidir. Bu süreç, faili topluma yeniden kazandırır ve sosyal dokuyu güçlendirir.

2. Bölüm: Bireyden Topluma: Rızanın Sosyolojik ve Siyasal Tezahürü
2.1. Toplum Sözleşmesi ve Rıza: Hobbes, Locke, Rousseau ve Ötesi

"Rızalık yolu" bireysel bir erdem olmaktan çıkıp toplumsal bir ilke haline geldiğinde, karşımıza "toplum sözleşmesi" kuramları çıkar. Thomas Hobbes, "Leviathan"da (1651) insanların, doğa durumundaki "herkesin herkesle savaşı"ndan kurtulmak için, özgürlüklerinden vazgeçip bir egemene mutlak itaat sözü verdiğini yazar. Ancak bu, rıza değil, korkuya dayalı bir boyun eğmedir. John Locke, "Yönetim Üzerine İkinci İnceleme"de (1689) itiraz hakkını ve mülkiyet hakkını sözleşmenin merkezine koyar. Hükümet, bireylerin doğal haklarını korumak için onların rızasıyla kurulur ve bu rızayı kaybettiğinde devrilebilir. Jean-Jacques Rousseau ise "Toplum Sözleşmesi"nde (1762) en radikal adımı atar: "Genel irade" (volonté générale) kavramını ortaya atar. Gerçek özgürlük, kişinin kendi arzularının kölesi olmaktan kurtulup, herkesin yararına olan genel iradeye rıza göstermesidir (Rousseau, 1762).

Atatürk'ün modeli, bu üç düşünürün sentezine yakındır. Hobbes'un güçlü devlet anlayışı, Locke'un mülkiyet ve birey hakları vurgusu ve Rousseau'nun genel irade ve kamusal yarar ideali, onun "halkçılık" ve "cumhuriyetçilik" ilkelerinde iç içe geçmiştir. Ancak Atatürk'ün projesi, bu Batılı kuramlara, metaforumuzdaki "özü yoklama" ve "manevi tazminat" boyutunu da ekleyerek daha bütüncül bir "rıza toplumu" inşa etmeyi hedefler.

2.2. Ârifler, Kâmiller ve Cahiller: Toplumsal Sınıflandırmanın Ahlaki Temeli

Metin, toplumu ahlaki gelişmişlik düzeylerine göre sınıflandırır: "Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar." Bu, sosyolojik bir analiz sunar. "Cahillik" burada entelektüel bir eksiklik değil, ahlaki bir körlük, öz-eleştiri yoksunluğu ve sorumluluğu dışsallaştırma eğilimidir. Toplumsal huzursuzlukların, çatışmaların ve adaletsizliklerin temelinde, bireyler ve gruplar düzeyindeki bu "cahillik" hali yatar.

Buna karşılık, "kâmil" bireylerden oluşan bir toplum, sürekli bir öz-eleştiri ve onarım mekanizmasıyla işler. Bu, ütopik bir ideal değil, işleyen bir demokrasinin olmazsa olmazıdır. Sağlıklı bir demokrasi, vatandaşların ve kurumların kendi hatalarını kabul edip düzeltebildiği, medyanın, yargının ve sivil toplumun bu süreci denetlediği bir "kolektif öz-yoklama" sistemidir. İşte Atatürk'ün hedeflediği toplum, "cahillik"ten arınmış, "kâmil" bireylerin oluşturduğu, sürekli kendini yenileyen ve geliştiren dinamik bir organizmaydı.

3. Bölüm: Atatürk'ün İnsan Merkezli Medeniyet Projesi: Rızalık Devletinin İnşası (1923-1938)
3.1. Aydınlanma'nın Ruhu: Akıl, Bilim ve Özgür İrade

Mustafa Kemal Atatürk'ün projesi, 18. yüzyıl Aydınlanması'nın temel değerleri üzerine inşa edilmiştir. Aydınlanma, Immanuel Kant'ın 1784'teki "Aydınlanma Nedir?" makalesinde tanımladığı gibi, "insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır." Bu, "aklını kendin kullanma cesareti göster!" çağrısıdır (Kant, 1784). Atatürk'ün hedefi, kul olmaya alışmış, dogmalarla örülmüş bir toplumu, bu "ergin olmama" durumundan çıkarıp, aklını özgürce kullanan bireyler haline getirmekti.

Onun;

Akıl ve bilime yaptığı vurgu, "kümes"in dar, dogmatik kalıplarını kırmak içindi.

Laiklik ilkesi, aklı ve vicdanı dini otoritenin tahakkümünden kurtararak, bireye özgür bir düşünce ve inanç alanı açmak içindi.

Hukuk devleti anlayışı, keyfiliği ve gücün kötüye kullanımını engelleyerek, bireyin haklarını güvence altına almak içindi.

Eğitim devrimi (Tevhid-i Tedrisat, harf devrimi, karma eğitim), "cahilleri" değil, "ârif" ve "kâmil" nesiller yetiştirmek, yani metindeki "sûrette insan"ları "sîrette insan" yapmak içindi.

Tüm bunlar, Aydınlanma'nın akıl, eleştiri, özgürlük ve ilerleme fikirlerinin Anadolu topraklarındaki somut tezahürüydü.

3.2. İnsan-ı Kâmil'i Merkeze Alan Kurumsal Yapı: Laik, Demokratik, Sosyal Hukuk Devleti

Atatürk'ün inşa ettiği devlet modeli, metaforumuzdaki felsefeyi kurumsallaştıran bir çerçevedir:

Laiklik: Rıza, ancak özgür iradeyle verilebilir. Laiklik, bireyin dini veya dünyevi tercihlerini hiçbir dış baskı olmadan yapabilmesinin, yani otantik bir rıza geliştirebilmesinin garantörüdür. Sîretin, dogmatik bir sûretin esaretinden kurtarılmasıdır.

Demokrasi ve Cumhuriyet: Demokrasi, kolektif rızanın en üst siyasi ifadesidir. Halkın, kendi kendini yönetme iradesidir. Atatürk'ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözü, iktidarın meşruiyet kaynağını ilahi bir güçten veya bir hanedandan alıp, toplumsal rızaya dayandırmıştır. Seçimler, temsili sistem, meclis – bunların hepsi sürekli yenilenen bir rıza mekanizmasının araçlarıdır.

Hukuk Devleti: Metaforumuzdaki "tazminat" ve "rızalık alma" eylemi, toplumsal düzlemde hukuk devleti ile sağlanır. Hukuk, güçlünün değil, hakkın ve adaletin üstünlüğünü tesis eder. Mazlumun hakkını, failden hukuki yollarla alarak toplumsal dengeyi (rıza) sağlar. Medeni Kanun, ceza kanunları, anayasa – tümü birer "toplumsal tazminat ve rıza" düzenleyicisidir.

Sosyal Devlet: Atatürk'ün devleti "sosyal" bir hukuk devletidir. Bu, rızanın yalnızca bireyler arası değil, aynı zamanda sınıflar arası da olması gerektiği fikrinden kaynaklanır. Toplumun güçsüz ve yoksul kesimlerinin haklarının korunması, onlara adil bir yaşam sunulması, genel rızanın ve sosyal barışın temelidir. "Mazlumun zararını tazmin etme" ilkesinin kitlesel boyutudur.

3.3. Projenin Özgünlüğü: Aydınlanma ve Anadolu Tasavvufunun Sentezi

Atatürk'ün projesinin benzersiz yanı, Batı Aydınlanmasının rasyonalist ve seküler araçlarını, Anadolu'nun manevi ve ahlaki değerleriyle harmanlayabilmesidir. "İnsan-ı kâmil" kavramı, kökleri İslam tasavvufuna dayanan çok derin bir felsefi idealdir. Muhyiddin İbn Arabi, Mevlana Celaleddin Rumi ve Yunus Emre gibi düşünürler, insanın olgunlaşma ve kemale erme yolculuğunu bu kavramla ifade etmişlerdir.

Atatürk, bu geleneksel "kâmil insan" idealini, Aydınlanmacı "akılcı, özgür, üretken birey" idealiyle birleştirmiştir. Onun merkeze aldığı insan, yalnızca akılcı ve laik değil, aynı zamanda "hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olan", "sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi" olandır. Bu, "Aydınlanmış Kâmil İnsan" prototipidir. Bu sentez, onun devrimlerinin halka mal olabilmesinin, tepeden inmeci jakoben bir proje olmaktan çıkıp bir medeniyet dönüşümü projesine dönüşmesinin anahtarıdır.

Sonuç: Zorlu ve Onurlu Yol: Rızalık Toplumu Olma Mücadelesi
"Bir Metafor Olarak Köpek" metni, bize insan olmanın statik bir durum değil, dinamik ve zorlu bir yolculuk olduğunu hatırlatır. Bu yolculuk, önce bireyin kendi içinde başlar: içgüdülerin ve "cahillik"in farkına varıp, sorumluluk almaya, özünü yoklamaya ve hatalarından dönmeye cesaret etmekle. Ancak bu bireysel dönüşüm, nihai hedef değildir. Asıl erdem, bu bilinci toplumsal hayata taşımak, kurumları bu felsefe üzerine inşa etmektir.

Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 arasında tesis etmeye çalıştığı model, işte bu "rızalık toplumu" idealinin tarihteki en iddialı tezahürlerinden biridir. Bu model, salt bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir ahlak, bir vicdan ve bir medeniyet projesiydi. Aklın ve vicdanın aydınlattığı bir yolda, "kümes"in dar, dogmatik ve eşitsiz kalıplarını kırarak, özgür, sorumlu ve "kâmil" bireylerin oluşturduğu bir toplumu hayal etti.

Elbette bu proje eleştirilere açıktır. Uygulamadaki kusurlar, jakoben metodlar, çok partili hayata geçişteki sancılar ve toplumsal dönüşümün tamamlanamaması gibi pek çok tartışma konusu vardır. Ancak projenin özünde yatan felsefe –akıl, vicdan, adalet, rıza ve insan onuru– evrensel ve kalıcıdır.

Günümüzün kutuplaşmış, sorumluluğun sürekli dışsallaştırıldığı, "cahillerin" kendini aklayıp "âriflerin" susturulmaya çalışıldığı dünyasında, bu "rızalık yolu" felsefesi her zamankinden daha fazla önem arz etmektedir. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, bireyler ve toplumlar olarak bu zorlu ama onurlu yolda yürüme cesaretini gösterebilmekte yatmaktadır. Atatürk'ün mirası, bize bu yolda ilham vermeye devam etmektedir.

Kaynakça:

Heidegger, Martin (1927). Being and Time.

Hobbes, Thomas (1651). Leviathan.

Kant, Immanuel (1781). Critique of Pure Reason.

Kant, Immanuel (1784). "An Answer to the Question: What is Enlightenment?".

Kohlberg, Lawrence (1981). The Philosophy of Moral Development.

Locke, John (1689). Two Treatises of Government.

Plato (MÖ 380). The Republic.

Rousseau, Jean-Jacques (1762). The Social Contract.

Zehr, Howard (2002). The Little Book of Restorative Justice.

(Metnin özü için) Anonim. "Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı".
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL