Rızalık Yolu İnsan-ı Kâmil’e Seyrü Sülûk Ve Mârifettulaha Erme
İnsanın içsel dönüşümünü bir köpek metaforu üzerinden anlatan tasavvufî bir seyrü sülûk risalesidir. Kümese girip tavukları yiyen köpeğin hikâyesi, bilinçsizlikten farkındalığa, suçtan telafiye uzanan...
Tevrat, İncil ve Kur’an Işığında Kadim Bir İnsanlık Yolculuğu Giriş: “Döktüğünü Doldurmak” Rızalık Yolunda Seyrü Sülûk: Tevrat, İncil ve Kur’an Işığında Kadim Bir İnsanlık Yolculuğu
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Giriş: “Döktüğünü Doldurmak” – Eyleme Dökülen Bir Ahlak Felsefesi “Dil ver, baş kaldır; döktüğünü doldur, ağlattığını güldür, yıktığını yap, incinme-incitme, dar gel doğru söyle.” Bu kadim öğreti, insanlık durumuna dair derin bir felsefeyi özetler: Hakikat, soyut iyi niyetlerde değil, somut sorumluluk alma ve onarma eylemlerinde (fiilde) tecelli eder. Bu çalışmanın odak noktası olan “Rızalık” kavramı, sadece bir uzlaşma değil, kişinin kendisiyle, toplumla ve nihayetinde Yaratıcı’yla olan ilişkisini onaran, aktif ve dinamik bir manevi yolculuk sürecidir. Tasavvuftaki “Seyrü sülûk” ile birebir örtüşen bu yolculuk, nefsin aşamalarını (merâtib) aşarak “İnsan-ı Kâmil” olma hedefine doğru ilerler.
Bu makale, söz konusu Rızalık felsefesini, üç semavi kitabın ışığında inceleyerek, evrensel ahlaki ilkelerin nasıl birbirini tamamladığını ve bu kadim yolun modern dünya için nasıl bir şifa kaynağı olabileceğini analiz edecektir. Rızalık kavramı, özü itibarıyla, insanın hem içsel hem de toplumsal düzlemdeki arayışını yansıtır. Bu arayış, bireyin kendi nefsiyle hesaplaşmasını, toplumla barışık olmasını ve nihayetinde Yaratıcı’ya karşı sorumluluklarını yerine getirmesini kapsayan çok boyutlu bir süreçtir. Bu süreç, insanın potansiyelini gerçekleştirdiği, olgunlaştığı ve kemale erdiği bir yolculuk olarak da tanımlanabilir.
Rızalık yolunun temelinde yatan felsefe, insanın hatalarından dönme ve bu hataları telafi etme iradesidir. Bu, pasif bir pişmanlık duymaktan ziyade, aktif bir onarım sürecini gerektirir. Nitekim, “döktüğünü doldurmak” ifadesi, sadece maddi bir kaybı telafi etmekle kalmaz, aynı zamanda manevi bir borcu da ödemeyi simgeler. Benzer şekilde, “ağlattığını güldürmek”, bir nevi, sebep olunan acıyı neşeye dönüştürme çabasıdır. Bu çaba, bireyin toplumsal ilişkilerde denge ve uyum arayışının bir tezahürüdür.
Tasavvufi gelenekte, seyrü sülûk olarak adlandırılan bu manevi yolculuk, müridin mürşid-i kâmilin rehberliğinde nefsini terbiye etmesi ve ruhunu arındırması sürecidir. Bu süreç, çeşitli mertebeleri kapsar ve her mertebe, bireyin içsel dönüşümünde yeni bir aşamayı temsil eder. Rızalık kavramı, bu mertebelerin en üst noktalarından birine işaret eder; zira rıza, hem kulun Rabbi’nden razı olması hem de Rabbi’nin kulundan razı olması anlamına gelir. Bu karşılıklı rıza hali, insan-ı kâmil olma yolundaki nihai hedeflerden biridir.
Bu çalışma, Rızalık kavramını, Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim perspektifinden ele alarak, bu kavramın semavi dinlerdeki yansımalarını inceleyecektir. Ayrıca, modern dünyada bu kadim öğretinin nasıl yeniden yorumlanabileceği ve toplumsal barışa nasıl katkı sağlayabileceği üzerine bir analiz sunacaktır.
1. Rızalık Yolunun Temel İlkeleri ve Kutsal Metinlerdeki Karşılıkları
Rızalık yolunun dört temel direği vardır: Telafi, İyileştirme, Dürüstlük ve Nezaket. Bu ilkeler, semavi dinlerin özünde mevcuttur ve her biri, insanın manevi yolculuğunda kritik bir role sahiptir.
1.1. Telafi (Döktüğünü Doldurmak)
Telafi, hatanın maddi ve manevi sonuçlarını üstlenmektir. Bu, sadece zararı ödemekle sınırlı kalmaz, aynı zamanda ilişkileri onarmak ve güveni tazelemek anlamına gelir. Telafi eylemi, bireyin sorumluluk bilincini gösterir ve toplumsal düzende adaletin sağlanmasına yardımcı olur.
Tevrat’ta Telafi: Tevrat’ta telafi kavramı, “göze göz, dişe diş” (Çıkış 21:24) olarak bilinen lex talionis yasasında somutlaşır. Bu yasa, genellikle intikamcı bir yaklaşım olarak yanlış anlaşılsa da, aslında adaleti sağlama ve cezaların orantılı olmasını garanti altına alma amacı taşır. Örneğin, Çıkış 22:1-15 ayetlerinde, çalınan malın tazminiyle ilgili ayrıntılı hükümler yer alır. Buna göre, bir kimse bir öküz ya da koyun çalarsa, beş öküze karşılık bir öküz, dört koyuna karşılık bir koyun verecektir. Bu, verilen zararın kat kat telafi edilmesi anlamına gelir ve toplumsal dengeyi korumayı hedefler. Ayrıca, Levililer 6:1-5’te, bir kimse komşusuna haksızlık eder veya onu aldatırsa, çaldığı şeyi tam olarak geri vermekle yükümlü kılınır ve üstüne beşte birini ekleyerek telafide bulunur. Bu, “döktüğünü doldurma”nın somut bir örneğidir.
İncil’de Telafi: İncil’de telafi eylemi, daha derin bir manevi boyut kazanır. Luka İncili’nde, vergi görevlisi Zakkay’ın hikâyesi, telafinin dönüştürücü gücünü gösterir. Zakkay, İsa’yı görmek ister ve bir dut ağacına tırmanır. İsa, onu görür ve evine gelmek istediğini söyler. Zakkay, bu ilgi karşısında derhal tövbe eder ve şöyle der: “Rab, ben malımın yarısını yoksullara veriyorum. Bir kimseden haksızlıkla bir şey aldımsa, ona dört katını geri veriyorum” (Luka 19:8). Bu, “ağlattığını güldürmenin” somut bir örneğidir. Zakkay, sadece pişmanlık duymakla kalmaz, aynı zamanda verdiği zararı kat kat telafi ederek toplumsal ilişkilerini onarır. Ayrıca, Matta 5:23-24’te, İsa, bir kimse sunakta adak adarken, kardeşinin kendisine karşı bir şikâyeti olduğunu hatırlarsa, önce gidip kardeşiyle barışmasını, sonra gelip adağını sunmasını söyler. Bu, telafinin ibadetten önce geldiğini vurgular.
Kur’an’da Telafi: Kur’an-ı Kerim, telafi kavramını hem maddi hem de manevi boyutlarıyla ele alır. Maide Suresi’nde, “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Her kim de onu(n hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmış gibi olur” (Maide Suresi, 5:32) buyrulur. Bu ayet, bir canı kurtarmanın, en büyük telafi olduğuna işaret eder. Ayrıca, Bakara Suresi’nde, oruç tutamayanların fidye vermesi (Bakara 2:184), haccın ihramı sırasında avlanmanın cezası (Maide 5:95) gibi hükümler, telafinin farklı biçimlerini gösterir. Kur’an, aynı zamanda, manevi telafiyi de önemser; tövbe ve istiğfar, manevi zararların telafisi için bir yol olarak sunulur.
1.2. Dürüstlük (Dar Gel Doğru Söyle)
Dürüstlük, hakikati söylemek ve söz ile eylem arasında tutarlılık sağlamaktır. Bu, özellikle kişinin aleyhine olduğunda daha da önem kazanır. Dürüstlük, toplumsal güvenin temelidir ve bireyin manevi yolculuğunda kritik bir erdemdir.
Tevrat’ta Dürüstlük: Tevrat, dürüstlüğü toplumsal ilişkilerin temeli olarak görür. On Emir’den biri, “Komşunuza karşı yalan yere şahitlik etmeyeceksiniz” (Çıkış 20:16) şeklindedir. Ayrıca, Levililer 19:11’de, “Birbirinize yalan söylemeyeceksiniz ve hile yapmayacaksınız” denilerek dürüstlük vurgulanır. Süleyman’ın Özdeyişleri’nde, “Doğru sözler benim sevdiğimdir” (Özdeyişler 8:7) ifadesiyle dürüstlük yüceltilir.
İncil’de Dürüstlük: İncil’de İsa, dürüstlüğü son derece önemser. Matta İncili’nde, “Sizin ‘evet’iniz ‘evet’, ‘hayır’ınız ‘hayır’ olsun. Bundan fazlası şeytandandır” (Matta 5:37) der. Bu, söz ve eylem bütünlüğünü şart koşar. Ayrıca, Yuhanna İncili’nde, İsa, “Ben yolum, gerçek ve hayatım” (Yuhanna 14:6) diyerek hakikatin ta kendisi olduğunu belirtir. Pavlus’un mektuplarında da dürüstlük sıkça vurgulanır; örneğin, Efesliler 4:25’te, “Birbirinize yalan söylemeyin” denilir.
Kur’an’da Dürüstlük: Kur’an-ı Kerim, dürüstlüğü imanın bir gereği olarak görür. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun” (Tevbe Suresi, 9:119) ayeti, müminleri hakikatin yanında saf tutmaya çağırır. Ayrıca, Ahzab Suresi’nde, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin” (Ahzab 33:70) buyrulur. Kur’an, münafıkların en belirgin özelliğinin yalan söylemek olduğunu belirtir (Münafikun 63:1). Dürüstlük, ahiret inancıyla da bağlantılıdır; hesap gününde herkesin yaptıklarının karşılığını göreceği inancı, dürüstlüğü teşvik eder.
1.3. Nezaket (İncinme-İncitme)
Nezaket, hem kibrinden (incitmek) hem de gücenikliğinden (incinmek) arınmış bir kalp halidir. Bu, şiddet döngüsünü kırmak ve ilişkileri onarmak için esastır. Nezaket, merhamet ve şefkatin pratiğe dökülmüş halidir.
Tevrat’ta Nezaket: Tevrat, merhamet ve nezaketi önemser. Örneğin, Çıkış 23:4-5’te, “Düşmanının kaybolan öküzünü veya eşeğini görürsen, ona geri götüreceksin” denilir. Ayrıca, Levililer 19:18’de, “Komşunu kendin gibi seveceksin” emri, nezaketin temelini oluşturur. Süleyman’ın Özdeyişleri’nde, “Yumuşak cevap öfkeyi yatıştırır” (Özdeyişler 15:1) ifadesiyle nezaketin gücü vurgulanır.
İncil’de Nezaket: İncil’deki “Sana tokat atana öbür yanağını da çevir” (Matta 5:39) öğretisi, şiddet döngüsünü kırmak ve incitmemek üzerine kuruludur. İsa, “Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin” (Matta 5:44) diyerek nezaketin sınırlarını genişletir. Luka İncili’ndeki İyi Samiriyeli benzetmesi (Luka 10:25-37), nezaketin evrensel boyutunu gösterir; bir Yahudi’ye yardım eden Samiriyeli, din ve etnik köken farklılığının nezakete engel olmadığını kanıtlar.
Kur’an’da Nezaket: Kur’an, nezaketi bir erdem olarak över. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde öne geç. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur” (Fussilet Suresi, 41:34) ayeti, incitilmeye karşılık vermek yerine, incitmemeyi ve ilişkiyi onarmayı emreder. Ayrıca, “Onlar, öfkelerini yenenler ve insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever” (Al-i İmran 3:134) ayeti, nezaketin öfke kontrolüyle bağlantısını kurar.
Rızalık yolculuğu, tasavvuftaki seyrü sülûk’ta olduğu gibi, nefsin mertebelerinin aşılmasıdır. Bu mertebeler, bireyin içsel dönüşümünü ve manevi olgunlaşmasını temsil eder.
2.1. Nefs-i Emmare (Hayvanî Bilinç)
“Suret insan, siret hayvan” durumu, tasavvuftaki Nefs-i Emmare (kötülüğü emreden nefs) mertebesine tekabül eder. Kişi, eylemlerinin ahlaki sonuçlarını idrak edemez, tıpkı tavukları yiyen köpek gibi. Bu mertebede, birey, içgüdüleri ve arzuları tarafından yönlendirilir; ahlaki bir farkındalıktan yoksundur.
Tevrat’ta Nefs-i Emmare: Tevrat’ta, kardeşi Habil’i öldüren Kabil, yaptığının farkında değilmişçesine “Ben bekçi miyim?” (Yaratılış 4:9) diyerek sorumluluktan kaçar. Bu, hayvanî bilincin tipik bir örneğidir. Ayrıca, Yaratılış 6:5’te, “Rab baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte” denilerek insanın bu haline işaret edilir.
İncil’de Nefs-i Emmare: İncil’de, İsa’nın çarmıha gerilmesine sebep olanlar, bu mertebededir. Onlar, yaptıklarının ahlaki sonuçlarını idrak edememişlerdir. Ayrıca, Romalılar 7:15’te, Pavlus, “Ne yapmak istediğimi bilmiyorum, çünkü yapmak istediğim iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi yapıyorum” diyerek nefs-i emmare ile mücadeleyi anlatır.
Kur’an’da Nefs-i Emmare: Kur’an, nefs-i emmareyi “insanı kötülüğe sevk eden nefs” olarak tanımlar. Yusuf Suresi’nde, “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, var gücüyle kötülüğü emreder” (Yusuf 12:53) ayeti, bu mertebeye işaret eder. Ayrıca, “Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar” (A’raf 7:179) ifadesi, hayvanî bilinci tasvir eder.
2.2. Nefs-i Levvame (İnsanî Bilinç)
“Yaptığının iyi/kötü olduğunu bilmek”, Nefs-i Levvame (kendini kınayan nefs) mertebesidir. Bu, pişmanlık ve vicdan azabı duyma aşamasıdır. Birey, eylemlerinin ahlaki sonuçlarını idrak etmeye başlar ve içsel bir hesaplaşma sürecine girer.
Tevrat’ta Nefs-i Levvame: Davut Peygamber’in, kendisini eleştiren peygamber Natan’ı dinledikten sonra “Ben Rabb’e karşı günah işledim” (2. Samuel 12:13) itirafı, bu bilince bir örnektir. Davut, yaptığı hatanın farkına varır ve pişmanlık duyar. Ayrıca, Mezmurlar’da, “Günahım her zaman karşımda” (Mezmur 51:3) ifadesi, nefs-i levvamenin bir yansımasıdır.
İncil’de Nefs-i Levvame: İncil’deki, İsa’nın çarmıha gerilişine tanık olan ve “Gerçekten bu adam suçsuzdu” (Luka 23:47) diyen Romalı yüzbaşı da bu aşamadadır. O, yapılan haksızlığın farkına varır ve vicdanen rahatsız olur. Ayrıca, Luka 18:13’te, “Tanrım, ben günahkâra merhamet et” diyen vergi görevlisi, nefs-i levvamenin tipik bir örneğidir.
Kur’an’da Nefs-i Levvame: Kur’an, nefs-i levvameyi “kendini kınayan nefs” olarak tanımlar. Kıyamet Suresi’nde, “Kendini kınayan nefse yemin ederim” (Kıyamet 75:2) ayeti, bu mertebeye işaret eder. Ayrıca, “Yaptıklarına pişman olan ve inananlar” (Tevbe 9:102) ifadesi, nefs-i levvamenin tezahürüdür.
2.3. Nefs-i Mutmainne (Kâmil İnsan Bilinci)
“Yediği tavukların parasını ödeyip rızalık almak”, fiili bir telafidir ve kişiyi Nefs-i Mutmainne (huzura ermiş nefs) mertebesine taşır. Bu mertebede, birey, içsel huzura erer ve Yaratıcı’nın rızasını kazanır.
Tevrat’ta Nefs-i Mutmainne: Tevrat’ta, huzur ve sükûnet içinde yaşayan peygamberler ve salih insanlar, bu mertebeyi temsil eder. Örneğin, Mezmurlar’da, “Rabbim benim çobanımdır, eksiğim olmaz. Beni yemyeşil çayırlarda yatırır, sakin suların kenarına götürür” (Mezmur 23:1-2) ifadesi, nefs-i mutmainnenin halini yansıtır.
İncil’de Nefs-i Mutmainne: İncil’deki Zakkay örneği, bu mertebenin ta kendisidir. Zakkay, telafi eylemiyle içsel huzura erer ve İsa, “Bu eve de kurtuluş geldi” (Luka 19:9) der. Ayrıca, Filipililer 4:7’de, “Tanrı’nın her anlayışı aşan esenliği, yüreklerinizi ve düşüncelerinizi Mesih İsa’da koruyacaktır” ifadesi, nefs-i mutmainneyi tarif eder.
Kur’an’da Nefs-i Mutmainne: Kur’an’da bu mertebe, “Ey huzura ermiş nefs! Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir!” (Fecr Suresi, 89:27-30) ayetleriyle tasvir edilir. Rızalık almak, hem mazlumun hem de Yaratıcı’nın hoşnutluğunu kazanma yoludur. Ayrıca, “Allah’ın rızası ise daha büyüktür” (Tevbe 9:72) ayeti, nefs-i mutmainnenin nihai hedefini gösterir.
3. Özü Yoklamak: Arif ile Cahilin Farkı ve Kutsal Metinler
“Ayağıma taş dolansa kendimden bilirim” düsturu, sorumluluğu dışarıda değil, özde aramayı gerektirir. Bu, tamamen peygamberane bir tavırdır ve arif ile cahil arasındaki temel farkı ortaya koyar.
3.1. Arif/Kâmil İnsan
Arif veya kâmil insan, bir musibetle karşılaştığında hemen öz-eleştiriye yönelir. Sorunları dışarıda değil, kendinde arar ve kusurlarını telafi etmek için çaba gösterir.
Kur’an’da Arif İnsan: Kur’an’da, başlarına gelen bir sıkıntıdan sonra inananların “Bu başımıza gelenler, kendi yaptıklarımız yüzündendir” (Şura Suresi, 42:30) demesi emredilir. Bu, öz-sorumluluğun bir ifadesidir. Ayrıca, Hz. Musa, Firavun’a giderken “Rabbimiz! Onların bize yapacağı işkenceyi üzerimize sardın” (Yunus Suresi, 10:88) diyerek, zorluğu bile bir imtihan olarak görüp Allah’a havale eder. Bu, teslimiyet ve öz-sorumluluk arasındaki dengeyi gösterir.
Tevrat’ta Arif İnsan: Tevrat’ta, Eyüp Peygamber, başına gelen tüm musibetlere rağmen, “Rabb verdi, Rabb aldı, Rabb’in adına övgüler olsun” (Eyüp 1:21) der. Bu, öz-sorumluluk ve teslimiyetin bir birleşimidir. Ayrıca, Daniel, günahlarını itiraf eder ve Allah’tan merhamet diler (Daniel 9:4-19).
İncil’de Arif İnsan: İncil’de, İsa, “Önce kendi gözündeki merteği çıkar, sonra kardeşinin gözündeki çöpü görürsün” (Matta 7:5) diyerek öz-eleştirinin önemini vurgular. Ayrıca, Luka 18:9-14’te, kendini beğenmiş Ferisi’ye karşılık, “Tanrım, ben günahkâra merhamet et” diyen vergi görevlisi övülür.
3.2. Cahil İnsan
Cahil insan, hatayı daima dışarıda arar, kendini aklar ve savunma mekanizmaları geliştirir. Bu, kişinin manevi gelişimini engeller ve toplumsal çatışmalara yol açar.
Tevrat’ta Cahil İnsan: Tevrat’taki Adem, “Yanıma koyduğun kadın bana o meyveden verdi” (Yaratılış 3:12) diyerek suçu Havva’ya ve dolaylı olarak Tanrı’ya atar. Bu, sorumluluktan kaçmanın tipik bir örneğidir. Ayrıca, Firavun, Musa’nın tüm uyarılarına rağmen, “Rabbiniz kimdir ki, sözünü dinleyeyim?” (Çıkış 5:2) diyerek kendini aklar.
İncil’de Cahil İnsan: İncil’de, İsa’yı eleştiren Ferisiler, kendilerini aklar ve başkalarını yargılarlar. Luka 16:15’te, “Siz insanlar önünde kendinizi temize çıkarıyorsunuz, ama Allah yüreğinizi bilir” denilir. Ayrıca, Yuhanna 8:7’de, zina yapan kadını taşlayanlar, kendi günahlarını unutup başkasını yargılarlar.
Kur’an’da Cahil İnsan: Kur’an, cahil insanı, “Yaptıkları kötülükler kendisine süslü gösterilen ve onları iyi gören kimse” (Fatır 35:8) olarak tanımlar. Ayrıca, “Onlar, kötülük işledikleri zaman, ‘Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti’ derler” (A’raf 7:28) ifadesi, cahilliğin bir tezahürüdür. Firavun, Musa’ya “Siz ikiniz, Rabbiniz olan benim” (Yunus Suresi, 10:88) diyerek en büyük cahilliği sergiler.
4. Gerçek İnsan Olmanın 4 Şartının Teolojik Temelleri
Rızalık yolunun insan tanımı, kutsal metinlerdeki ideal insan portresiyle örtüşür. Bu tanım, dört temel şart üzerine kuruludur: Akıl & Bilim, Ahlak & Vicdan, Adalet & Rıza, Helal Kazanç.
4.1. Akıl & Bilim
Akıl ve bilim, insanı diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerdir. Bu, insanın yeryüzündeki halifeliğinin bir gereğidir.
Kur’an’da Akıl & Bilim: Kur’an, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Suresi, 39:9) diyerek aklı yüceltir. Ayrıca, “Allah’ın yarattığı her şeyi gözlemleyin” (Ankebut 29:20) emri, bilimsel araştırmayı teşvik eder. “Oku” (Alak 96:1) emri, bilgiye verilen değeri gösterir.
Tevrat’ta Akıl & Bilim: Tevrat, Süleyman’a bilgelik verilmesini över (1. Krallar 3:12). Ayrıca, “Bilgelik için çağrıda bulun, akıl için seslen” (Özdeyişler 2:3) ifadesi, aklın önemini vurgular.
İncil’de Akıl & Bilim: İncil’de, “Tanrı’yı severken tüm yüreğinizle, tüm canınızla, tüm aklınızla sevin” (Matta 22:37) denilerek akıl, sevginin bir parçası olarak sunulur. Ayrıca, Pavlus, “Düşüncelerinizi yenileyin” (Romalılar 12:2) diyerek eleştirel düşünceyi teşvik eder.
4.2. Ahlak & Vicdan
Ahlak ve vicdan, insanın içsel rehberidir ve toplumsal ilişkilerde adaletin temelini oluşturur.
Kur’an’da Ahlak & Vicdan: Kur’an, “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği… emreder” (Nahl Suresi, 16:90) ayetiyle ahlakı vurgular. Ayrıca, “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene” (Şems 91:7) ayeti, vicdanın ilahi kaynağına işaret eder.
İncil’de Ahlak & Vicdan: İncil’deki “Altın Kural” (“Size nasıl davranılmasını istiyorsanız, siz de başkalarına öyle davranın” – Luka 6:31) ahlakın temelidir. Ayrıca, “Sevgi, sabırlıdır, şefkatlidir” (1. Korintliler 13:4) ifadesi, ahlakı tanımlar.
Tevrat’ta Ahlak & Vicdan: Tevrat, “Komşunu kendin gibi seveceksin” (Levililer 19:18) emriyle ahlakı özetler. Ayrıca, “Adil ol, adalati titizlikle gözet” (Tesniye 16:20) emri, ahlak ve adalet arasındaki bağı kurar.
4.3. Adalet & Rıza
Adalet ve rıza, toplumsal düzenin ve manevi huzurun temelidir. Adalet, hakların gözetilmesi; rıza ise gönüllü kabulleniştir.
Kur’an’da Adalet & Rıza: Kur’an, “Aranızda adaletle hükmedin” (Nisa Suresi, 4:58) buyurur. Ayrıca, “Allah’ın rızası ise daha büyüktür” (Tevbe 9:72) ayeti, rızanın nihai hedef olduğunu gösterir.
Tevrat’ta Adalet & Rıza: Tevrat, “Adil ol, adalati titizlikle gözet” (Tesniye 16:20) emreder. Ayrıca, “RAB’bin isteği iyiliktir” (Mika 6:8) ifadesi, rızayı işaret eder.
İncil’de Adalet & Rıza: İncil’de, “Adalet, merhamet ve sadakati ihmal etmeden yaşayın” (Matta 23:23) denilir. Ayrıca, “Tanrı’nın isteğini yapın” (İbraniler 13:21) ifadesi, rızayı vurgular.
4.4. Helal Kazanç
Helal kazanç, emek ve alın teriyle geçinmektir. Bu, insanın onurunu korur ve toplumsal adaleti destekler.
Kur’an’da Helal Kazanç: “İnsan için emeğinden başka bir şey yoktur” (Necm Suresi, 53:39) ayeti, helal kazancın önemini vurgular. Ayrıca, “Allah’ın, rızık olarak size verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin” (Bakara 2:172) emri, helal kazancı şart koşar.
İncil’de Helal Kazanç: İncil’de, “Çalışmayan yemek yemesin” (2. Selanikliler 3:10) denilerek helal kazanç teşvik edilir. Ayrıca, “Doğrulukla kazanılmış servet” (Özdeyişler 10:2) ifadesi, helal kazancı över.
“Allah’ı insan yarattı bakışıyla bak” ifadesi, her insandaki ilahi cevheri görmeyi ve ona saygı duymayı gerektirir. Bu, Yaratan’a duyulan saygının, yaratılana gösterilmesidir. “Andolsun, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin Suresi, 95:4) ayeti, bu bakış açısının temel dayanağıdır.
Sonuç ve Çağdaş Yorum: Modern Dünyanın Rızalığa İhtiyacı Rızalık felsefesi, modern dünyanın kronik sorunlarına kadim ve etkili bir çözüm sunar. Günümüz toplumları, bireysel ve kolektif düzeyde derin yaralar taşımaktadır; sosyal medyada yaygın olan linç kültürü, kurumsal yozlaşma ve bireyler arasındaki güven erozyonu, bu yaraların sadece birkaç tezahürüdür. Rızalık yolu, bu sorunlara karşı, insan onurunu merkeze alan ve ilişkileri onarmayı hedefleyen bir alternatif sunar.
Sosyal Medya ve Linç Kültürü: Sosyal medyada hata yapan birini sonsuza kadar damgalama ve dışlama (“cancel culture”) yerine, onun “yıktığını yapma” ve “rızalık alma” yoluna girmesine fırsat tanımak, toplumsal şifanın anahtarıdır. Bu, affetme ve hesap sorma arasında bir denge kurar. Zira, affetmek, hesap sormaktan vazgeçmek değil, ilişkiyi onarmak için bir fırsat yaratmaktır.
Kurumsal Sorumluluk: Şirketlerin hatalarını örtbas etmek yerine, Zakkay örneğindeki gibi şeffaf bir şekilde açıklayıp, zararı tazmin etmesi (döktüğünü doldurması) güveni yeniden inşa eder. Kurumsal sosyal sorumluluk projeleri, bu anlayışın bir uzantısı olarak görülebilir.
Bireysel İlişkiler: “Özür dilemek” pasif bir söz iken, “telafi etmek” aktif bir eylemdir. İlişkileri onaran, eylemdir. Bu, bireylerin birbirlerine karşı daha anlayışlı ve şefkatli olmasını teşvik eder.
Nihayetinde, Rızalık yolu, insanı edilgen bir mağdur veya saldırgan bir suçlu konumundan çıkarıp, sorumluluk alan ve onaran aktif bir barış inşacısına dönüştürür. Tevrat’ın hukuku, İncil’in merhameti ve Kur’an’ın adalet ve denge anlayışı, bu yolun kilometre taşlarını oluşturur. Bu kadim seyrü sülûk, insanı “ben”in dar sınırlarından çıkarıp “biz”in ve nihayetinde “O”nun genişliğine ulaştıran, sürdürülebilir bir insanlık yoludur.
Kaynakça
Kitab-ı Mukadds (Eski ve Yeni Ahit). Çıkış, Levililer, Matta, Luka.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.