Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
PİR SULTAN ABDAL Roman Hüseyin TURHAL
Sivas’ın Banaz köyünde doğan Hızır, sazının teliyle sadece âşık değil, aynı zamanda halkının vicdanı oldu. O’nun deyişleri, basit birer ezgi değil, Osmanlı’nın ağır vergilerine ve inanç baskısına karş...
5. Bölüm

Pir Sultan Abdal Romanı - 2. Bölüm

8 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Pir Sultan Abdal Romanı - 2. Bölüm
Erkan ve Nefes: Mürşid Aranışı

I. Dar Gelen Köy
On beş yaş, Hızır için artık dar gelen bir gömlek gibiydi. Banaz’ın havası, suyu ve hatta deyişlerinin yankısı bile O’na yetmiyordu. Babasından öğrendiği ahenk güzeldi, ama Hızır biliyordu ki, o tellere dokunuşun ardında saklı duran sırrı çözmesi gerekiyordu. Âşıklık, sadece güzel söz söylemek değil, aynı zamanda manevi bir yolda yürüme sanatıydı; bir mürşidin elini tutup ‘Erkan’a girmekti.
Ne zaman sazı eline alsa, içinden gelen ses, onu sürekli ileriye, bilinmeyene doğru itiyordu. O’nun şiirleri, artık sadece yerel dertleri anlatmıyor, Hakk’a ulaşmanın çetin yollarını, Ali’nin aşkını ve on iki imamın sabrını dillendiriyordu. Bu derinleşen hissiyat, O’nu Banaz’dan ayıracak, meşakkatli bir ‘Talip’ yolculuğuna çıkaracaktı.
Bir sonbahar sabahı, babasına, “Baba, tellere dokunuyorum ama parmaklarımın altından kayıp gideni tutamıyorum. Nefesim var ama bu nefesin sahibini bulmalıyım,” dedi.
Babası, oğlunun gözlerinde parlayan ateşi gördü. Bilge bir gülümsemeyle, “Yolun açık olsun oğul. Ancak unutma, mürşit aranmaz, mürşit seni bulur. Sen sadece yürü ve gönlünü açık tut. Zikir ve fikir, Rehberin olacaktır,” dedi.
Hızır, babasının kutsanmış sazını sırtına astı, annesinin hazırladığı azık torbasını aldı ve dağların zirvesine doğru yürüdü. Nereye gideceğini bilmiyordu, sadece bir nefesin peşinden gidiyordu.
II. Yolculuk ve Kerbela’dan Gelen Ses
Hızır’ın yolculuğu, köydeki dirlik ve düzenin aksine, dış dünyanın acımasız gerçekleriyle doluydu. Kimi yerde aç kaldı, kimi yerde yağmur altında titredi. Fakat her zorluk, O’nun deyişlerine yeni bir dize ekledi. Gördüğü her yoksulluk, duyduğu her zulüm, O’nun sanatını daha da keskinleştirdi.
Yolculuğu sırasında, bir han köşesinde, yaşlı, nur yüzlü bir dervişle karşılaştı. Derviş, Hızır’ın yorgunluğunu, gözlerindeki derin arayışı ve sazını fark etti.
“Gözlerin bir şeyi arıyor gence. O aradığın şeyin adı, Pir’dir. O, sana dünyanın faniliğini, gerçeğin ise ebedi olduğunu gösterecektir,” dedi derviş.
Hızır, hemen dervişin önünde eğildi: “Ey ulu insan, yol göster bana! Benim nefesim var ama o nefesin kaynağını bulamıyorum.”
Derviş, Hızır’a sadece tek bir isim fısıldadı: Şeyh İsmail. Şeyh İsmail, o coğrafyanın en saygın ulularından biriydi ve Kerbela'dan beri süregelen acının ve aşkın sırrını taşıyordu.
Hızır, dervişin gösterdiği yöne doğru haftalarca yürüdü. Bu yolculukta O, Pir Sultan adının ilk tohumlarını da ekiyordu; yolda karşılaştığı talihsizlere, yoksullara sazıyla teselli veriyor, onlara inanç ve direniş aşılıyordu. Artık insanlar O’nu sadece Hızır değil, "Yoksulların Âşığı" olarak anmaya başlamıştı.
III. Hızır Paşa’nın Gölgesi
Hızır, nihayet Şeyh İsmail’in tekkesine yaklaştığında, yolu üzerinde başka bir tanıdık simayla karşılaştı: İsimdaşı Hızır.
Fakat bu Hızır, Banaz’dan ayrılırken tanıdığı o öğrenme aşkıyla dolu genç değildi. Şimdi üzerinde iyi kumaşlar vardı, atı gösterişliydi ve yanında iki tane silahlı koruma taşıyordu. Medresede aldığı eğitimi tamamlamış, resmi makamlarda görev almak üzere İstanbul’a gitmeye hazırlanan, geleceğin Osmanlı görevlisiydi.
İsimdaşı, bizim Hızır’ı gördüğünde şaşırdı. “Vay Hızır! Ne hallere düşmüşsün. Bu sefil kıyafetler, bu yorgunluk yakışır mı sana? Sana tavsiyem, bu dağların ve dervişlerin saçmalıklarını bırakıp, sarayın kapısını çalman. Gerçek güç oradadır.”
Bizim Hızır, gülümsedi. O’nun bu gülümsemesi, gururla karışık bir acımaydı.
“Yolumuz farklıdır, Hızır. Sen gücü kapıda aradın, ben ise kalpte. Senin gücün fani, benim aradığım ise ebedidir. Ben bu toprakların sesi olacağım, sen ise bu toprakların kuralı.”
Bu son sözler, aralarındaki buzları tamamen kırdı. İsimdaşı Hızır’ın yüzü ciddileşti. “Unutma, kalplerin sesi, sarayın top sesini bastıramaz. Ve ben bir gün o topu kullanacak konumda olabilirim.” diyerek yoluna devam etti.
Bizim Hızır ise, bu tehdidi umursamadan, yolun sonunda kendisini bekleyen Mürşidine doğru yürüdü. Artık adı sadece Hızır değil, Talip Hızır’dı. O gün, Şeyh İsmail’in kapısından içeri girdi ve canını canana, nefesini Hakk’a bağladı. Hızır, Pir Sultan Abdal olma yolundaki ilk büyük adımı atmıştı.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL