Yıllar önce yazıp da bir çekmeceye sakladığı o mektuba gitti buruşuk elleri. İlk defa eline alıyordu. Milya’nın kalbi, engin bir deniz gibi, en gümbürtülü dalgasını vurmuştu damarlarına. Zarfın kenarları kırışmış ve sarı lekelerle bezenmişti. Zaman bu saman kâğıdına damgasını böyle vurmuştu. Tıpkı bir ara ipekten daha yumuşak olan parmak uçları gibi. Yılların yaşanmışlığı Milya’yı bambaşka bir şekilde hırpalamıştı. Yüreği kırgın bir kadın, çiçeklerin bir gün açacağına inanmazdı. Kırıldığı yerinden ufalanan hisler, tozları zamanında onarılmadıkça, eskisi gibi bütün olamazdı.
Gözleri opaklaştı, damla damla buğu, penceresi yavaşça aralandı, kirpiklerinden aşağıya sarktı. Orada sallanan anılar, bir bir o zamanın ipine doğru kaydı.
Milya, gençliğin baharındaydı. Saygıdeğer bir ailenin en küçük kızıydı. Kırsal bir kasabanın en görkemli köşkünde yaşıyordu. Aslında her şey, o gün penceresine uçup konan buruşturulmuş bir kâğıtla başlamıştı.
Milya o sırada balkonundaki çiçeklerin bakımıyla meşguldü. Renk renk ve türlü türlü çiçekler arasında yüzü güneş gibi ışıldıyordu. Yanından hızla bir şeyin uçtuğunu fark edip arkasına döndü. Pencerenin kenarında duran bu kâğıt, merakını cezbetmişti. Eldivenlerini dantel örtülü beyaz masaya bırakıp kâğıda uzandı. Kâğıtta, yamuk çizgileri bir araya getirmiş gibi çirkin yazılar vardı. Satırlarda şöyle yazıyordu:
Dağların ucuna dayadığım sırtımda açan çiçeğimsin, Kamburumda döküm döküm yapraklar, bu benim öksüzlüğüm, Opelya, mürdüm rengi kadife ve utanan nasırlı ellerim.
Yüreğinin hiç açılmayan kilitli kapısının kolu oynadı ve aralandı. Kapıda, aynı o çirkin yamuk yazılar gibi bir yazı belirdi: Aşk Kapısı…
Hayır, hayır Milya, sen bir hanımefendisin, bir mektupla gönlü çalınan soytarı değil. İçinden tekrarladığı telkinler pek de işe yaramadı. Elindeki buruşuk kâğıtla balkon kenarına geldi. Genişçe ovalara uzanan bahçe sınırına ve ötesine baktı. Etrafta hiçbir yabancı yoktu. Bahçıvan ve birkaç hizmetli dışında neredeyse kimse yoktu.
Kulağına gelen zil sesiyle çay saatinin geldiğini anladı. Heyecana kapıldı; elinde eğreti duran mektubu sanki herkes görmüş, okumuş gibi endişeliydi. O sırada kitaplığında özenle dizilmiş kitaplar gözüne çarptı. En üst raftaki, okumaktan pek keyif almadığı kalın şiir kitabının sayfalarını araladı ve rastgele bir sayfaya alelacele kâğıdı sıkıştırdı. Eliyle kalbini sakinleştirmek için birkaç kez hafifçe dokundu. Sonra elbisesinin eteklerini düzelterek merdivenlerden indi.
"Milya!"
Adını bu yüksek desibelde duymak hiç istemezdi. Süpürge ağızlı, titiz ve dakik annesini kızdıracağını anlamalıydı. O mektubu okumakla çok meşgul olmuştu. Tıpkı aynı mektubun yıllar sonra bile zihninde defalarca okunması gibi. Yılların değiştirmediği tek şey belki de buydu. Milya’nın yıllarını tek bir güne sığdırsalar, işte o gün bugün olurdu. Ki öyle de olmuştu.
"Ne ile meşguldün, hanımefendi?"
"Be-n ı-ı…"
Annesi ters bir durum olduğunu sezdiğinde, Milya bahanesini sunmak için geç kalmıştı.
"Sergo’yu senin balkonunun altından geçerken gördüm, elinde bir kalem tutuyordu…"
Milya’nın gözleri irileşti. Kalbi küt küt atarken göğsüne baskısını artırmıştı.
"Sana mektup mu yazdı?"
Sakinlikle sorulmuş gibi duran soru, tüm sinirini ardında bırakacaktı.
"Derhal odana! Cezalısın, ben izin verene kadar odandan çıkmayacaksın."
Koşar adım merdivenleri tırmandı. Milya’nın gözlerinden nehirler akıyordu. Biriken damlalar sel gibi yığılıp kalmıştı kirpiklerinde. O duymak istemediği sesi duydu yeniden: kilit sesini… Sonra hizmetlinin kapıdan uzaklaşan adımlarını işitti. Her hatasında olduğu gibi yalnızlığa mahkûm oldu. Akşam, kollarını sallarken gökyüzünde, daha da derinleşti acısıyla. O sırada kuş cıvıltısı gibi gelen ıslık sesi kulağına çalındı.
"Hey!"
Balkonun havalanan perdeleri arasından sıyrılıp kenara geldi. Ama aşağıda kimse yoktu. O sırada arkadan omzuna dokunan bir el ile irkilip arkasına döndü.
"Kim var orada?"
Karşısında dağınık bir görünüme sahip, kendi yaşlarında sayılabilecek bir genç adam duruyordu. Kumral, kıvırcık saçları sarmaşık gibi iç içe karışıktı. Kahverengi gözleri badem ağacının meyvelerini andırıyordu. Ve o ovalara yayılabilecek geniş, köşesiz, yuvarlak gülüşü…
"Sen de kimsin? Burada ne işin var?"
Gülüşü ovaların sınırını aşarak daha da genişledi.
"Ben Sergo’yum, Opelya… Buradayım, artık yalnız değilsin."
İki genç balkonun duvarına yaslandılar sırtlarını ve sabaha kadar hayat hikâyelerini birbirine anlattılar. Aynı zamanda aynı yerde farklı anılar yaşamışlardı. Zorluklar ve kolaylıklar iç içeydi. Sergo ona ilk âşık olduğu günü anlattı. Milya bunu hoşnut bir hayretle dinledi. Hayatında ilk defa o gün aralanan aşk kapısı, usulca ardına kadar açıldı, tek seferlik. Milya mektubu katlayıp zarfa geri koyduğunda, o kapıdan kilit sesini işitti. Yamuk Aşk Kapısı yazısı da kaybolana dek yavaş yavaş silindi.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.