Gölgelere sinmiş eski bir adın, zamanın içinden bugüne sızan lirik bir yankısı. “Nasrel”, taşlara kazınmış bir kaderle bir gölgenin yarım kalmış hikayesini buluşturan bir yaşam rivayeti. Bir vadide ba...
Vadide döngünün başladığı yıl, toprağın rengi koyulaştı. Yağmur, taşlara her zamankinden fazla sindi. Gökyüzü bile sanki çökmüş bir hatırayı taşıyordu. İnsanlar anlam veremedi ama hayvanlar huzursuzdu. Her gece samanlıkların önünde durup karanlığa uzun uzun baktılar. Gecenin nabzı başka atıyordu artık. Köyde bir bebek doğdu o yıl. Annesi doğumdan sonra çocuğu kucağına aldığında ürperdi. Bebek ağlamıyordu. Sanki nefes almak bile fazla geliyordu. Gözlerini açtığında, annesi geri çekildi. O gözlerde, bir çocuğun değil, yıllar boyunca taşlara oyulmuş bir hikayenin tortusu vardı. Bir derinlik. Bir yarım kalmışlık. Bir tamamlanma ihtimali. Yaşlılar bebeği görünce birbirine bakıp sadece tek bir cümle kurdu:
“Yeni ad geldi.”
Bu söz, vadinin keskin soğuk sabahlarında bile yankılandı. Çocuk büyüdükçe taşlara karşı tuhaf bir yakınlık gösterdi. Daha yürümeyi tam bilmezken bile, köyün dışındaki eski kayalara gider, eliyle yüzeylerini yoklardı. Sanki bir şey hatırlamaya çalışıyor, ama hatırladıkça daha çok unutuyordu. Taşın her soğukluğu onu geri çağırır, her dokunuş bir adın kıyısına götürürdü. Köylüler bunu hayra yordu. Yaşlı bilge ise sessiz kaldı. Bilirdi ki bazı çocuklar dünyaya borçla gelir. Çocuğun adı verilmedi uzun süre. Çünkü hiçbir isim tam oturmadı. Her söylenen isim, sanki bir harfi eksik bırakıyordu. Annesi bir gece bebeği uyuturken parmaklarıyla onun kaşlarına dokundu ve fısıldadı: “Sen kimin adısın, küçük gölge?” Cevap gelmedi. Ama çocuk o fısıltıyla gözlerini açtı. Karanlığa baktı. Tıpkı birinin yıllar önce taşların arasında yaptığı gibi. Sütun o yıllarda yeniden değişti. Kimse ona dokunmadığı halde, yüzeyi daha koyulaştı. Bir gece, ay sütunun tam üstüne vurduğunda, N harfinin üstünde ince bir yarık belirdi. Bu bir kırık değildi. Daha çok, bir kapının aralanmasına benziyordu. Köylüler sabah sütunu görünce ürperdi. “Yeni ad onu çağırıyor,” dediler. Çocuk henüz altı yaşındaydı. Ama o sabah, annesinin elini bırakıp tek başına sütuna yürüdü. Adımlarının sesi yoktu. Sanki yürümüyor, hafifçe sürükleniyordu. Sütunun dibine geldiğinde durdu. Avucunu harfin üzerine koydu. Taş ısındı. Anne uzaktan gördü bunu ve zihninden bir çığlık geçti: “Bu çocuk, bir önceki hayatın tamamlanmamış gölgesi.”
Taşın içinden çok hafif bir ses yükseldi o an: “…döngü…” Çocuk, sanki bu sesi tanıyormuş gibi gözlerini kapadı. Vadide rüzgar durdu. Ağaçların yaprakları bile kıpırdamadı. Sütun bir daha hiç konuşmadı. Çocuk büyüdükçe suskunlaştı. Konuşmayı öğrenmişti ama kelimeler ona fazla geliyordu. Her sözcük, içindeki eski yankıyla çarpışıyor, bu çarpışma onu yoruyordu. Konuşmamayı seçti. Dinledi. Taşı dinledi. Rüzgarı dinledi. Gecenin içinden sızan o eski karanlığı dinledi.
Bir akşam annesi kapının eşiğinde ona seslendi: “Hadi içeri gel, gece serin olur.”
Çocuk başını çevirmeden sordu: “Ben… kaç kere doğdum?” Anne, o soruda kendi ömrünün bile bilemeyeceği bir acıyı gördü. Cevap vermedi. O geceden sonra çocukla kimse bu tür konuşmaları denemedi. İnsan bazı soruları yalnızca kendi karanlığıyla cevaplar. On üç yaşına geldiğinde çocuk, sütunun yanına son bir kez gitti. Kimse onu çağırmamıştı. Kimse peşinden gitmedi. Ama her adımında, vadinin hafızası titredi. Sütunun dibine vardığında diz çöktü. Elleri artık küçük değildi, ama hâlâ taşın soğukluğuyla akraba gibiydi. Parmaklarını harfin üzerine koydu. N harfinin üzerindeki yarık, o an genişledi. Sanki yıllardır bekleyen bir kapı, nihayet eşiğini açıyordu. Taşın içinden iki nefes yükseldi: Biri sana ait olan, diğeri Nasrel’e ait olan.
Çocuk nefesi çekti içine. Birden gözleri karardı. Dizleri yere düştü. Ama düşerken korkmadı. Sanki bir gölge içinden geçiyordu. Belki bir yüz. Belki bir ad. Belki yarım kalmış bir kader. Sütunun çevresindeki hava karardı. Rüzgar döndü. Dağların bile sesini yutan bir sessizlik çöktü. Taşın içinden son bir kelime çıktı: “…tamam.” Ve o kelimeyle birlikte çocuk yere yığıldı. Çocuğu bulduklarında nefes alıyordu. Ama gözleri değişmişti. Artık bir çocuk gibi bakmıyordu. Bir yetişkin gibi de değil. Sanki iki ruhun ağırlığını taşıyormuş gibi.
Annesi onu kaldırmaya çalıştığında çocuk fısıldadı: “Adımı buldum.” “Ne adın?” diye sordu kadın, ağlayarak. Çocuk gülümsedi. Bu gülümseme tanıdıktı. Köyün en yaşlısı o gülümsemeyi görür görmez titredi. Çocuk fısıldadı: “Adım bendim. Şimdi benimle geldiler.” Ve o gün vadinin kaderi değişti.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.