Çirkin ve zarafetten yoksun bazı kadınlar, gerektiği gibi övmesini bildiklerinden, ömür boyunca sevilmişlerdir. andre mauroıs
MEMLEKETİMİN HATIRA DEFTERİ
Yüklemenin bitmesinin ardından makine çalıştırıldı. Nice Limanı’ndan çıkış izni istendi. Serenity o gün kaderinin değişeceği hakkında en ufak bir fikre bile sahip değildi. Serenity, Nice limanı’yla ve...
5. Bölüm

HACİZ

45 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
2015 yılı sonbaharının serin bir cumartesi günü Gökhan, sevgilisi Aliye’nin köyden arkadaşlarıyla tanışmak için Doktorlar caddesinde bir kafede buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Köy dediysek de öyle Anadolu’nun kenarda köşede kalmış, hizmet gitmeyen ya da çorak arazilerle dolu bir köyü değildi. İskenderun şehir merkezine otuz dört kilometre uzaklıkta olan Arsuz’a bağlı bir köy ve bu köyde herkesin evinde en azından birkaç motosiklet ve bir çok evde araba bulunuyordu. Üstelik bu arabaların pek çoğu da öyle eski püskü arabalar değil lüks markaların arabalarıydı. Köyde yaşayanların ana geçim kaynağı Suudi Arabistan ya da Dubai gibi Arap ülkelerine çalışmaya gitmiş aile fertlerinin burada kalan az gelirli ailesine para göndermesiyle sağlanıyordu. Çok az bir kesim fakir sayılabilir ve bu az kesime tabi olan köylülerin erkekleri daha zengin ve toprak sahibi olan köylülerin tarlalarında, bahçelerinde çalışır hanımları ise evlerinin bahçelerinde boğma rakı yapar ya da eşlerine yardım ederek bahçelerde birlikte çalışırlardı. Bir kaç caddesi ve güzel asfalt yolları olan bu köyün nüfusu ancak on bin civarındadır. İşte bu köyden olan Aliye, her gün bir saat yol gelip İskenderun’da bir lisede okuyordu. Okuldan çıktığı vakit, okulun karşısından minibüse biniyor ve bir saat yol daha giderek köye dönüyordu. Gökhan ve Aliye aynı okuldan tanışıyorlardı.

Buluşma saatine yakın karşı kaldırımdan orta boylu ve orta kilolu, esmer, siyah saçlı güzel bir kız geliyordu. Üstünde açık renkli çiçekli bir tişört, altında açık renkli bir kot pantolon ve kahverengi bir kaban vardı. Bu Aliyeydi ve Gökhan’ın ona baktığını görünce yüzünde gizlenmesi güç bir tebessüm oluştu. Gökhan görenlerin tekrar dönüp yüzüne bakmaya gerek duymayacağı kadar sıradan biriydi. Aliye’den daha uzun boylu ve atletik yapılı bir vücudu vardı. Siyah dalgalı saçları, buğday rengi teniyle baştan ayağa simsiyah giyinirdi. Dışarıdan onu tanımayan biri onun bu giyiminden yas tutan bir hali var zannederdi. Aliye şimdi Gökhan’ın olduğu kaldırıma geldi, ikisininde yüzündeki tebessüm bir an için eksilmemişti ki selamlaşıp sarıldılar. Aliye “Ben şimdi aradım Münevver ve Yakup yukarıda bizi bekliyorlar.” Dedi. Birlikte önünde durdukları koyu yeşil, dışında yer yer ahşap kaplamalı süslemeler olan üç katlı binanın basamaklarını çıktılar. Yakuplar üçüncü katta bulunan terasta oturmuşlardı. Aliye ve Münevver hemen sarıldılar ardından sırayla Münevver ve sevgilisi Yakup, Gökhan’la tanıştılar.

“Hoşgeldin kardeşim, ben Yakup. Aliye senden çok bahsetti.”

“Hoşbulduk abi, bende Gökhan.”

Gökhan o ana kadar onlara karşı hiçbir zaman köyde yaşadıkları için önyargılı olmamıştı fakat Yakup’u dışarıdan gören birinin serseri sanmaması olası bile değildi Yakup, kısa boylu, zayıf, çelimsiz sopa gibi bir herifti. Yaşça hepsinden büyüktü ama saçları dik dik fönlenmiş, üstünde dizi yırtmaçlı gri renkte bir kot pantolon vardı ve henüz öğlen olmamasına rağmen Yakup bu saatte bira içiyordu. Yakup birasını henüz bitirmişti ki hep birlikte koyu bir sohbetin içine balıklama daldılar. Herkes bu sohbete eşlik ederken koyu, süvari* Türk kahvesini yudumluyordu. Saatler geçti yavaş yavaş hava kararmaya başlıyordu Aliyelerin daha gidecek bir saat yolu olduğu için hep birlikte vedalaştılar. Gökhan onlara eşlik ederek okulun köşesindeki durağa kadar yürüdü, ardından onlar köye gitmek üzere minibüse bindiler Gökhan ise evine yürüyerek döndü.

***

Bir hafta kadar sonra artık havaların soğumaya başladığı bir gün Gökhan’ın telefonu çaldı tanımadığı bir numaraydı…

“Alo, buyrun kimi aramıştınız.?”

“Gökhan, benim Yakup. Numaranı Aliye’den aldım.
Geçen ki kafedeyim gel bir kahve içelim.”

“Peki abi.”

Zaten çarşıda olan Gökhan yürüdüğü yönü değiştirerek kafeye doğru döndü. Şaşırmıştı, acaba Yakup abisi onunla bir şey mi konuşacaktı? Neyse, zaten her ne varsa az sonra görecekti böyle düşünsede ikinci kez göreceği bu adamı pek az tanıyordu. Bu nedenle içinde garip bir heyecan ve bununla beraber az da olsa yabancı sayılan bu adama karşı bir korku vardı. Yaklaşık on dakika sonra kafenin önüne kadar geldi, derin bir nefes aldı basamakları ağır ağır çıkıyor çıkarken heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Gökhan korkak biri değildi fakat yeni tanıştığı insanlarla iletişim kurarken zorlanıyordu biraz heyecanlanıyor ve bazen avuç içleri terliyordu. Şimdi Yakup tam karşısındaydı ve onu görünce ayağa kalktı tokalaşmak için elini uzattı.

“Hoşgeldin Habip, nasılsın?” Dedi Yakup.

Gökhan sonrasında Arapça’da “canım” anlamına geldiğini öğreneceği bu kelimeyi o an ilk defa duymuştu. Acaba Yakup onun ismini mi karıştırdı? Yoksa başka bir şey mi söyledi? Diye düşünürken hiçbir şey belli etmeden gülümseyen bir yüzle “İyiyim abi, sen nasılsın?” Dedi. Oturup birlikte kahve içerken iki lafın belini kırdılar. Ardından çaylar geldi Gökhan ona yaşadıkları köy hakkında sorular soruyordu. Yakup ise her soruya nezaketle, asla sıkılmadan cevap veriyordu. Bir gün onu köye götürüp gezdirebileceğinden bahsediyordu. Aralarındaki samimiyet iyice artmıştı, ikinci kez oturmalarına rağmen sanki yıllardır tanışan iki dost gibi oldular. Aslında Yakup hiçte fena biri değildi, belki biraz serseri sayılırdı fakat göründüğü kadar değildi Gökhan onu tanıdıkça bir çok şeye hayret ediyordu. Yakup ara ara yurtdışındaydım diye söyleyince Gökhan dayanamadı sordu
“Yurtdışında neredeydin abi?”
Yakup gülümsedi “Nerede olacak Arabistan’da kaldım bir kaç ay.” Dedi.
Gökhan da gülümsedi ve içinden “Doğru ya neresi olacak” diye geçirdi. Sessizliği Yakup bozdu.
“Hadi gel bugün işin yoksa birlikte köye gidelim hem belki benim ufak bir işim var bana da yardımcı olursun.”

Gökhan “Neden olmasın abi, hadi hesabı ödeyip çıkalım.” Dedi.
Birlikte okulun köşesine yürüdüler, minibüsü beklerken Yakup bir sigara yakıp Gökhan’a lise anılarından bahsediyordu birlikte gülüp eğleniyorlardı. Minibüs durağa yaklaşırken Yakup sigarasından son bir nefes alıp yere attı, üstüne basıp söndürdü ardından minibüse yöneldi Gökhan’da onun arkasından bindi birlikte en arkaya geçip oturdular. Yol boyunca kafede yarım kalan sohbetin devamını ediyorlardı. Yakup dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuydu bir ablası, bir erkek, bir de kız kardeşi vardı. Yakup’un ablası Kıbrıs’ta bir üniversitede yüksek lisans yapıyordu. Üniversite okurken sömestr ve yaz tatillerinde her gelişinde Yakup’a bir kaç şişe viski getirmiş, Yakup ise özel günlerde belki dostlarıyla ya da misafirleriyle sabahlara kadar oturup hoş sohbetler ettikleri esnada içilir diye saklamıştı. Bugün o kıymetli viskilerden beş tanesini meydana çıkarmış ve köyde ufak bir çekiliş ile bunları nakite çevirmek için kapı kapı dolaşıyordu. Aslında hali vakti yerinde paraya ihtiyacı olan biri değildi Yakup fakat bir kaç ay önce kulağına çalınan bir dedikodu köyde bir dükkana haciz geleceğini biliyordu.

Bu dükkan fotoğrafçı Raşit’in dükkanıydı. Raşit bu köyde büyümüş, fakir bir ailenin çocuğuydu gençliğinden beri orada burada iş tutmuş ancak kazandığı para ay sonu gelmeden suyunu çekince kenarda köşede bir çeyrek altını bile bulunmayan bu adam yaşı kemâle erince bir kaç sene önce Arabistan’a gitmiş. Başkalarının üç beş ayda hemde ailesine bakarak biriktirdiği parayı Raşit bir başına ancak iki senede toparlayıp gelmiş geri memleketi olan Arsuz’un Gözcüler köyüne. Burada, yurtdışında az biraz biriktirdiği parayla bir dükkan açamayacağı için iyisi mi bir yere ortak olayım diye düşünüp bir tanıdık vasıtasıyla bu fotoğrafçı dükkanına ortak olmuş. Raşit pek fazla bir şey bilmeyen bir adamdı, ortaokulu zor bitirmiş lise okuyamadan çalışma hayatına başlamıştı o nedenle öyle hesap kitap bilmez muhasebe işine karışmazdı onu diğer ortak halleder ay sonu gelince Raşit’in hakkına düşen payı -yani en azından Raşit öyle sanıyordu- ona verirdi, o da sorgusuz sualsiz aldığı parayı sayar cebine koyardı. Tabii işler böyle rayında giderken içeride Raşit’in bilmediği başka işler dönüyordu, bir gün diğer ortak gelip “Raşit bana Arabistan’dan çok güzel bir teklif geldi. Sen bana yirmi bin daha ver dükkanı tamamen sana bırakayım.” Dedi. Tabii Raşit duyduğu bu teklif karşısında şaşırdı durumu anlamaya çalışıyordu. ayrıca kimden yirmi bin bulabilirdi ki? Anasından başka kimi kimsesi olmayan bu adama kim güvenipte çıkarıp borç para verecekti? Anasına gidip “Anacağım benim ortak Arabistan’a gidiyor. Dükkanın kalanını da bana devredecek, yirmi bin lira daha verirsek dükkan tamamen bizim olacak hadi çıkar ver kefen paranı alalım şu dükkanın tamamını.” Dedi. Anası “Ah saf oğlum benim, bende ne gezer yirmi bin lira?” Dedi. Göğsünden bir tomar para çıkardı çıkarmasına ama toplasan bin lira çıkmazdı orada. O an kafasında ortağının söylediği sözler dolaşıyordu… “Ben orada zaten çok daha fazla para kazanacağım bu dükkan da sana çok para getirir.” Raşit ne yapıp edip bu dükkanı almak istiyordu, yaşı kırkı geçmiş bu yaştan sonra başkasının emri altında çalışmak istemiyordu. Üstelik bekardı, evlenmek istese işi hazırdı. Evleneceği kızın ailesine dükkanım var diyebilecekti. Raşit o gece heyecandan uyuyamadı. Sabaha kadar gözlerini kapatıp dükkanı tamamen aldığının hatta kız isteme merasiminde dükkanım var dediği anın hayalini kuruyordu.

Şu koca dünyada tek hayali köyünde bir iş sahibi olup birde evlenmek olan Raşit sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp hemen üstünü giyindi. Yüzüne bir su çarptı, aynada kıvırcık saçlarını eliyle biraz düzeltti. Bir sakal traşı oldu en hızlısından, yüzüne kolonya sürmeyi bile unutup hemen çıktı sokağa. İlk otobüsle İskenderun’a geldi. Duraktan bankaya kadar yürürken bankacının karşısında nasıl konuşması gerektiğini, nasıl oturması gerektiğini düşünüyordu ne derse ona yardım ederlerdi diye düşünürken bankanın önüne kadar geldi.

Bankanın önüne gelince kapıyı ittirdi fakat kapı kapalıydı içeride de kimse yoktu, yoldan geçen birisi “Bu saatte banka açık olmaz hemşehrim kapıda yazıyor okuman yok mu?” Dedi. Raşit çok utandı, yüzü kızardı. Heyecandan saate dikkat etmemiş saat 07.10’da bankanın kapısının önüne gelmişti en iyisi dedi şurada bir yerde bir simit yiyeyim bir çay içeyim diye düşündü. İskenderun’a yılda ancak bir kaç kez -ki o da hastaneye ya da devlet dairesinde işi olursa- gelen Raşit’in bildiği en meşhur yer olan Havuzlu Çarşı’ya geldi. Karşıdaki fırından bir simit aldı ardından ağır ağır Viktorya Pastanesine varmadan sağa döndü. Kocabaş işhanının arkasındaki çay ocağına vardı. Bir çay söyledi ve etrafına bakınmaya başladı. Güneş yeni yeni yükseliyor, insanlar işlerine gidiyordu. Ağır ağır taze demlenmiş tavşan kanı çayını yudumladı, simidini yedi. Bankanın açılma saatini bekliyor, Havuzlu Çarşı’yı turlayıp dükkanların vitrinlerinin önünde durup camdan yansımasıyla elbiselerin üstünde nasıl durduğuna bakarken hangisini alsam diye hayaller kuruyordu.

Nihayet bankanın önüne vardı, güvenlik içeriden gelip kapının kilidini açtı. “Buyrun, hoşgeldiniz. Sıra numarası almanıza gerek yok.” Dedi. Raşit içeri girer girmez gişede bulunan banka memuruna gidip bir şey söylemesine fırsat tanımadan “Kredi çekmek istiyorum.” Dedi. Gişe memuru lacivert ekose ceketin içine beyaz gömlek giymiş, kumral, fönlü saçlarıyla orta yaşlarda açık tenli hoş bir kadındı. “Tabii, kimliğinizi alayım beyfendi.” Dedi. Raşit kimliğini uzattı uzatmasına fakat heyecandan eli titriyordu gişe memuru işlemlerin devamı için kendisini satış temsilcisine gönderdi. Kimliğini alıp, satış temsilcisine gitti orada da işini halledip tekrar gişe memurunun yanına vardı. Sonunda içinde yirmi bin lira olan bir zarf uzattı gişe memuru Raşit zarfı aldı teşekkür edip çıktı bankadan. Bir kaç adım attı, açtı telefonu “Ortak iş tamam. Köye geliyorum para hazır.” Durağa koşar adımlarla yürüdü Raşit, hayallerine koşuyordu adeta kırk yaşından sonra bir baltaya sap olmanın heyecanıyla. Telefon çaldı tekrar, arayan ortağıydı. “Raşit sen orada kal, ben geleyim şu dükkanın devrini halledelim.” Dedi. Raşit durakta oturdu bekledi. Bir saat kadar sonra ortağı minibüsten indi, tokalaştılar Raşit’in içi içine sığmıyordu hemen zarfı uzattı ortağına, teşekkür etti. Birlikte notere gidip devir işlemlerini yaptılar, helalleştiler. Zaten bir kaç gün sonra da ortağı Arabistan’a gitti.

***

Raşit her sabah erkenden dükkanını açıyor, çayını demleyip kahvaltısını dükkanda ediyordu. Akşama kadar dükkandan hiç ayrılmıyor gelen müşterilerle ilgileniyordu. Bu dükkan bir köy fotoğrafçısıydı, içinde gelinlikler ve yapay çiçeklerde bulunuyordu. Burada insanlar gelip hem gelinliği, hem çiçeği hemde fotoğraf işini tek dükkanda hallediyordu. Her şey yolunda giderken bir sabah dükkanına gelen postacıyla başından aşağı kaynar sular döküldü. O an hiçbir şeyden haberi olmayan Raşit postacıdan aldığı kağıdı dikkatlice okudu ama yazılanlardan hiçbir şey anlamayınca yandaki dükkanda kendisinden daha bilgili bulduğu genç delikanlıya gösterdi. Delikanlı kağıda eline aldı baktı, inceledi “Raşit abi bu bir ihtarname borcunu ödemezsen haciz gelecekmiş senin dükkana.” Dedi. Raşit hala anlamadı olan biteni ne ihtarı? ne borcu? Bankadan borç alalı daha bir ay bile olmadı. “Bankadan mı gelmiş bu oğlum? Nerden gelmiş?” Dedi. Delikanlı önce kağıda sonra Raşit’in yüzüne baktı “Yok abi, biri seni avukata vermiş. Şahsi bir borç.” Dedi. Raşit soğuk soğuk terlemeye başladı, ne hacizi? ne borcu? “Oğlum emin misin? ben borç almadım kimseden.” Delikanlı kağıdı Raşit’e uzattı ve şöyle dedi. “Abi senin eski ortak sana baya bir borç bırakmış sanırım. Geçmiş olsun.” Raşit hemen dükkana döndü. Açtı telefonu, aradı eski ortağını ama cevap veren yok, eski ortak çoktan Arabistan’da iş tutmaya başlamış buradaki borçları da Raşit’e takmıştı. Raşit ne yaptı ne ettiyse ulaşamadı eski ortağına. Bütün borçlar kaldı üstüne hemde her şey yasaldı yani ya borcu ödeyecekti ya da dükkan elinden gidecekti. O an anladı ki Raşit aslında sadece bir dükkan devralmamıştı. Bir dükkan ve eski ortağının borçlarını da devralmıştı. İşte bu hikaye tüm köye yayılmıştı ama kimse bu olaya Yakup’un üzüldüğü kadar üzülmemişti. Yakup, Raşit’in dükkanına gidip olanları duyduğunu ve çok üzüldüğünü söyledi. Ona yardım etmek istediğini, yakında haciz memurlarının buraya geleceğini söyledi. Raşit kara kara düşünüp, sigarasını içerken Yakup “Raşit abi gece babamın arabasıyla geleyim şu gelinlikleri dükkandan çıkaralım yoksa ilk bunları haczederler.” Dedi. Raşit sadece başını salladı olur mahiyetinde. Yakup çayının son yudumunu içip kalktı. Gece saat 02.20 civarında Yakup dükkanın önüne geldi, Raşit arabanın lambasını görünce üst üste koyduğu gelinlikleri hızlı hızlı kimse görmeden Yakup’un babasının arabasının arka koltuğuna alabildiğine tüm gelinlikleri yığdı. Yakup bunları aldı köydeki kullanmadıkları evlerine götürüp orada sakladı.

İşte o geceden bir kaç gün sonra Gökhan ilk defa bu köye gelmişti. Yol boyunca bu hikayeyi dinledi ve hüzünlendi. “İşte” dedi Yakup. “Benim çekilişten elde edeceğim nakiti Raşit Abi’ye vereceğiz. Hem hayır yapacağız, hem de günahtan kaçacağız.” Çekiliş için numaralı karton aldı Yakup, Gökhan’la tüm köyü dolaşıp tek tek numaraları sattılar tanesi yirmi liradan, toplamda yüz numarayı sattılar bir günde. Akşam saatlerinde sonuç belli oldu, Cemil beş şişe viskiyi kazandı. Yakup ve Gökhan, önce Yakupların evinde viskileri alıp Cemil’e götürdüler ardından Raşit’in dükkanına geldiler. Yakup iki bin lirayı Raşit’in eline saydı. Sonra da “Abi bu parayı al borcunun birazını öde, hacizi kaldırsınlar. Bana borcun yok. Hepsi senindir helali hoş olsun.” Dedi. Raşit’in gözlerinden yaşlar geldi, olanlara inanamıyordu. Ağlamaklı bir ses tonuyla “Yakup kardeşim bu köyde kimse bana yardım etmedi. Bir tek sen bana elini uzattın Allah senden ve ailenden razı olsun.” Dedi. Yakup’a doğru bir adım attı ve ona sarıldı.

Gökhan hayatında ilk defa geldiği bu köyde, gördükleri karşısında şaşırdı ve Yakup’un bu davranışından çok etkilendi. Çünkü Yakup sadece ismen tanıdığı, o güne dek hiç muhabbeti bile olmayan bir adama o günün iki asgari ücreti kadar parayı hibe etmişti.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL