Söz Uçar, Yazı Kalır
Elinizdeki bu derleme, yıllardır yerel ve ulusal basında yayınlanmış ve yayınlanmamış makale ve köşe yazılarımın bir araya getirilmesinden oluşmaktadır.
Kitap, tek bir konuya de...
Bu yazımızda, Aleviliğin kadim ve kayıp tarihine, arkeolojik veriler ışığında bir kesit sunarak derinlemesine bir bakış atacağız. Yüzyılı aşkın bir süredir yazarlar, araştırmacılar ve tarihçiler Aleviliğin tarihini incelerken, onun gizemli ve kadim kökenlerine ne yazık ki ulaşamadılar. Aleviliği, İslam sentezi içerisinde, Arap çöllerinde arayarak; Aleviliğin özüne vakıf olmadan beyhude yere yüzlerce kitap ve makale kaleme aldılar. Ancak bu çalışmalar, teoriden öteye geçemedi. Aleviliği hep Arap çöllerinde, Ninova, yani Kerbela çölünde aradılar. Alevilik tarihini yazarken Kerbela saplantısından kurtulamayarak, Aleviliğin kadim tarihini kesip, budayıp, yarım yamalak bir tarih tezi ortaya attılar. Arkeoloji biliminin ve arkeologların yaptığı kazılar, harabeye dönmüş, üzerinde insanlığın kadim uygarlıklarının tozu sinmiş yerleşimleri gün yüzüne çıkardı. Arkeoloji fırçasıyla ortaya çıkan bu kayıp medeniyetlerin ışığı, Anadolu ve Dünya Tarihinin seyrini değiştirirken, Aleviliğin gizemli ve saklı tarihini de açığa çıkardı. Kaybolan Alevilik tarihini, Arkeoloji bilimi bulguladı. Arkeolojik veriler, Alevilik inancının bütün dinlerden önce var olduğunu kanıtladı. Aleviliğin Hz. Ali ile başlamadığı, ancak Alevilerin Hz. Ali döneminde, Hz. Ali’yi, Hz. Muhammed’i ve Ehl-i Beyt’i desteklediği ise tarihsel bir gerçektir. Geç Hitit dönemine ait, M.Ö. 9. yüzyıla tarihlendirilen saz çalan bir figür bulundu. Yine M.Ö. 1600 yılına ait Hitit Dönemi’nden kalma İnandık Vazosu üzerinde Alevi ritüelini andıran saz ve sema bulgusu mevcuttur. Ayrıca, M.Ö. 700 yıllarına ait Geç Hitit döneminden kalma bir stel üzerinde, Hitit müzisyenler; saz, bağlama, çifte kaval ve sema betimlenmiştir. (Bu eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.) Sümerler dönemine ait arkeolojik bulgularda ise on iki cem hizmeti ritüelini çağrıştıran veriler saptanmıştır. Arkeolojik bulgular, Aleviliğin İslam’dan önce var olduğunu kanıtlamıştır. Alevilik tarihini incelediğimizde, İsa’dan önce var olduğu; dünyadaki ilk inanç ve ilk adının Gök İnsan/Işık İnsanları olduğu, sonradan Leviler, Luviler, Aluviler gibi farklı isimlerle anıldığı ve İslam dininin doğuşuyla Hz. Ali döneminde de Alevi gibi isimler altında günümüze kadar geldiği anlaşılmaktadır. Arabistan çöllerinde Alevilik tarihinin izini sürenler, gerçek Aleviliğin kadim tarihine ulaşamamışlardır. Bakınız, Alevilerin Piri Hacı Bektaş Veli bir nefesinde ne diyor: Hararet nardadır, saçta değil, Keramet baştadır, taçta değil. Her ne ararsan kendinde ara, Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değil. Hacı Bektaş Veli burada açıkça belirtmiştir: Aradığın sendedir, yani senden uzak değil, aradığın yaşadığın vatanın adıdır. Yani Alevilik Anadolu ve Mezopotamya’da, Anatolia’dadır. "Kudüs’te, Mekke’de Alevi yok" demektedir. Bakınız, bugün Arap çöllerinde Alevilik var mı? İran, Irak, Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan, Somali, Filistin, tüm Arap çöllerinde Alevi var mı? Ne yazık ki yok. Ne bugün var, ne yarın, ne de geçmişte vardı. Bugün Arabistan, Afganistan, Pakistan, İran gibi Arap ülkelerinde saz var mı, Cem Evi var mı, semah dönen var mı? Ne yazık ki yok. Aleviliğin yaşamadığı yerden Alevilik tarihi çıkmaz. Çünkü buralarda Alevilerin yaşamasına hak tanımadılar, Aleviliği buralardan sürgün ettiler, yok ettiler, kestiler, astılar, biçtiler... Alevi ışığının olmadığı yerden saz yok, şiir yok, sanat yok, ilim, bilim, teknoloji yok, bolluk bereket yok, sevgi, barış yok, ilahi inanç yok... Aleviliğin olmadığı yerde bağnazlık var, zulüm var, talan var, haksızlık var, cehalet var. Aleviler, tarihte Işık İnsanları olarak Hz. Musa’ya destek oldular. Hz. İsa döneminde putperest tapınak dinciliğin karşısında Hz. İsa yanlısı oldular. Hz. Muhammed döneminde de putperest, dindar müşriklerin karşısında, Hz. Muhammed’in ve onun Ehl-i Beyt’inin yanında taraf oldular. Aleviler tarihi boyunca her devirde daima mazlumun ve doğruların yanında oldular. Bu sebeple çağlar boyunca zulüm gördüler, işkence çektiler. Alevilik bir din değildi, Alevilik bir mezhep değildi, Alevilik bir inançtı. Alevilik, Haktan gelen, Haka giden hakikat bir yoldu. Ondan dolayı her gelen hak peygamberlerini desteklediler. Bugün Anadolu’nun dört bir köşesinde, harabeye dönmüş, üzerinde basıp geçtiğin, “gavur harabesi” deyip önemsemediğin o antik yerleşim harabeleri var ya, birçoğu içerisinde kaybolmuş Alevi kadim tarihi yatmaktadır. İnsanlığın ve ecdadın tarihi kültürü ve dünyanın gizemi, içinde keşfedilmemiş nice medeniyetler barındırmaktadır. Alevilik, Güneş gibi bir ışıktır, bir nurdur. Bu ışıktan mahrum kalanlar, hayatı boyu karanlıkta kalırlar! Denizin dibine dökülen gerçekler, bir gün suyun yüzüne çıkacaktır. İstediğiniz kadar gerçeklerin üzerini örtün, ne yaparsanız yapın, bir gün gelir bütün hakikatler bir bir ortaya çıkar. Arkeoloji ışığıyla, bütün hakikatleri bulana kadar daima ışığın izinde gidiniz... (28 Nisan 2020) Hüseyin TURHAL
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.