Gün geldi ağladığım günlere ağladım. hz. ebubekir
KERBELA Aşka ve Şehadete Dair Roman Hüseyin TURHAL
Bu roman, Hicret’in 61. yılında, zulmün ve dünya hırsının zirveye çıktığı bir dönemde, Peygamber Ailesi'nin onurunu, ahlakını ve adaletini kurtarmak için ödenen en ağır bedelin hikayesidir. Medine’den...
5. Bölüm

2. Bölüm: Mekke'ye Hicret ve Mektuplar

13 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Mekke, Şaban Ayı, 60 H.
Medine’den ayrılış, bir kaçış değil, bir erdem beyanıydı. Hz. Hüseyin (r.a.), sadece ailesi ve bir avuç yoldaşıyla birlikte, kutsal ayların başlangıcında, mübarek Ramazan ayından hemen önce Mekke’ye ulaştı. Kâbe’nin muazzam gölgesi altında, Yezid’in zulmünden korunmayı umuyordu.
Mekke’nin kalabalığı, Hüseyin’in gelişini hemen fark etti. Yıllardır süren Muâviye döneminin ardından, Peygamber ailesinin bu onurlu ferdinin ortaya çıkışı, umutsuzluğa düşmüş kalplere taze bir nefes gibi geldi. Şaban ayını burada geçirdi. Umre için gelen, ticaret için gelen herkes onu dinlemek ve ona saygı göstermek istiyordu.
Ancak Mekke, aynı zamanda iki önemli isme daha sığınak olmuştu: Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah bin Abbas. Her ikisi de Hüseyin’in kararlılığını takdir ediyor, fakat yol haritası konusunda farklı düşünüyorlardı.
İbn Zübeyr, Hüseyin’i destekliyormuş gibi görünüyordu; ancak onun asıl amacı, Hüseyin’in varlığını bir kalkan olarak kullanıp, kendi hilafet davası için zemin hazırlamaktı.
İbn Abbas ise, büyük bir basiret ve deneyimle Hüseyin’i uyarıyordu: “Sen, Resulullah’ın (s.a.v.) ciğerparesisin. Eğer Irak’a gidersen, o insanlar sana ihanet ederler. Geri dönme şansın varken dön! Mekke’nin Harem’i senin için en güvenli yerdir.”
Hüseyin, bu nasihatleri dinliyor, ancak kalbinin derinliklerinden gelen ilahi çağrının fısıltısını da işitiyordu.
Mekke’ye varışından kısa süre sonra, Kûfe’den mektuplar gelmeye başladı. Önce tek tek, sonra ikişer ikişer... Derken sel gibi akmaya başladı.
Kûfe’de, Yezid’e karşı duyulan öfke ve Muâviye döneminin sertliği, halkı patlama noktasına getirmişti. Kûfe’nin liderleri, Hüseyin’in kendilerine gelmesi için adeta yalvarıyordu. Mektupların sayısı binleri bulmuştu. Gelen mektuplar arasında, şehrin önde gelenlerinden ve nüfuzlu kabile reislerinden oluşan heyetlerin imzaları vardı.
Mektupların dili, coşku doluydu:
"Allah aşkına bize gel! Halkımızın kalbi seninle, gözlerimiz sana hasrettir. Eğer gelirsen, Yezid’i hemen valilikten atacağız ve sana biat edeceğiz. Burası, Senin baban Ali’nin (r.a.) şehridir. Bizler, O’nun takipçileriyiz!"
Bu mektuplar, Hüseyin’in zihninde yeni bir kapı aralıyordu. O, gücü ele geçirmek için yola çıkmamıştı, ancak Ümmet’in ıslahına ve adaletin tesisine çağrılıyordu. Sessiz kalmak, zalime boyun eğmekti. Gelen davete icabet etmek ise, büyük bir tehlikenin içine atılmak demekti.
Bir gün mektup getiren Kûfeli bir heyet, Hüseyin’in huzurundaydı. Hüseyin, onları dikkatle dinledi, mektupları tekrar okudu. Onların coşkusu samimi görünüyordu, fakat Kûfe’nin tarihi sicili, ihanetlerle doluydu. Kûfe, daha önce babası Hz. Ali’ye ve kardeşi Hz. Hasan’a karşı vefasızlık etmiş, en zor anlarda sırtını dönmüştü.
Hüseyin, gözlerini Kâbe'ye çevirdi ve kararını verdi:
"Kûfe’ye gideceğim. Ama bu kadar çok insanın davetine hemen icabet etmek akıl kârı değildir. Önce bir elçi göndereceğim. Benim için durumu yerinde inceleyecek, halkın gerçek niyetini araştıracak."
Bu karar, onun ilahi adalete olan inancını ve halkına duyduğu merhameti gösteriyordu. Eğer Kûfe gerçekten onu istiyorsa, oraya gitmeliydi. Ama bu davetin sahte bir tuzak olması ihtimali vardı ve bu yüzden tedbirli olmak zorundaydı.
Elçi seçimi kritikti. Bu göreve, kendisi için canını feda edebilecek, zeki ve cesur birini göndermeliydi. Gözleri, amcasının oğlu Müslim bin Akîl’e kaydı. Müslim, güvenilir, sözü dinlenen ve cesareti tartışılmaz bir gençti.
Müslim, görevi büyük bir şerefle kabul etti. O, Kûfe’ye, sadece bir elçi olarak değil; Hüseyin’in temsilcisi, onun eli ve dili olarak gidecekti. Eğer Kûfe halkı ona biat ederse, Hüseyin de yola çıkacaktı.
Mekke’deki hac mevsimi yaklaşıyordu. Yezid’in casusları da boş durmuyordu. Hüseyin, Hac'ın kutsiyetini kanla bozmak istemiyordu. Müslim’i hazırladı ve ona yolcu dualarıyla veda etti.
Müslim bin Akîl, Kûfe’ye doğru yola çıkarken, Hüseyin Mekke’de beklemeye devam etti. Bu bekleyiş, yakında gelecek olan müjdeli bir haberin ya da kalbi parçalayacak bir ihanet haberinin gölgesi altındaydı.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL