İÇİMDEKİ DEFİNE GİZEMİNE YOLCULUK
ROMAN
Hüseyin TURHAL
Bu, sadece bir macera romanı değil, aynı zamanda rutinin zincirlerini kırma cesaretini gösteren her birimizin hikayesidir. Pusulanın iğnesinin titremesiyle başlayan bu yolculukta, okuyucu, Eren ile bi...
Eren, aynı rüyayı defalarca görmekten yorulmuştu. Gençliğinden beri peşini bırakmayan bu düş, her seferinde aynı tanıdık sahneyle başlıyor, aynı tanıdık hüsranla son buluyordu. Karlı, sarp bir dağın zirvesinde, güneşin ilk ışıklarıyla parlayan devasa, işlemeli bir sandık duruyordu. Sandığa giden yol, sislerle kaplı dipsiz uçurumlarla çevrili, daracık bir patikaydı. Ne kadar tırmanırsa tırmansın, ne kadar çabalarsa çabalasın, zirve hep birkaç adım ötede kalıyor, elleri boşlukta savruluyordu. Ardından bir boşluk hissi, derin bir düşüş ve uyanış... Bu sabah da farklı değildi. Şakağı zonklayarak, alnında biriken terle uyandı. Saatin alarmı acımasızca çalmaya başlamıştı bile. İstanbul'un gri gökyüzü, penceresinden içeri sızmaya çalışan cılız ışık hüzmesiyle bile bir kasvet taşıyordu. Eren, 30'lu yaşlarının ortasında, büyük bir şirkette orta düzey bir pozisyonda çalışan, hayatı belirli bir rutinin dışına çıkmayan sıradan bir adamdı. Her sabah aynı saatte uyanır, aynı kahvaltıyı yapar, aynı yoldan işe giderdi. İçinde sürekli büyüyen bir boşluk hissi vardı; bir şeyler eksikti ama ne olduğunu bir türlü tanımlayamıyordu. Tıpkı rüyasındaki sandık gibi, ulaşmak istediği ama bir türlü adını koyamadığı bir şey… Kahvaltı yaparken kapının çalmasıyla irkildi. Beklediği bir şey değildi. Apartman görevlisi, elinde orta boy, ahşap, eskitilmiş bir kutuyla duruyordu. "Eren Bey, bu size geldi. Bir kurye bıraktı, imza bile almadan gitti." Kutu, oldukça eski görünüyordu. Üzerinde hiçbir gönderici bilgisi yoktu, sadece Eren'in adı el yazısıyla karalanmıştı. Merakla kutuyu alıp içeri geçti. Koltuğa oturup kutuyu dikkatle inceledi. Ceviz ağacından yapıldığı anlaşılan kutunun yüzeyi, sanki yılların hikayesini taşıyormuş gibi çiziklerle doluydu. Kutuya dokunmak, Eren'in içinde tuhaf bir his uyandırdı; sanki unutulmuş bir geçmişin kapısı aralanıyordu. Kutuyu açtığında, içinden çıkanlar Eren'i daha da şaşırttı. İlk olarak, bakır bir pusula. Eskiydi, kenarları aşınmış ama iğnesi hala sapasağlam duruyordu. İkincisi, yıpranmış bir parşömen kağıdına çizilmiş, üzerinde anlaşılmaz semboller ve yer isimleri olan bir harita parçası. Harita, sanki bir bütünün küçük bir parçasıydı. Ve son olarak, küçük, buruşuk bir not kağıdı. Üzerinde sadece tek bir kelime yazılıydı, Eren'in yıllardır görmediği amcası Arif'in kendi gibi eksantrik el yazısıyla: "İçindeki Define." Arif Amca… Eren'in çocukluğundan beri bir efsaneydi. Haritalara, kayıp medeniyetlere, gizemli bilmecelere takıntılı, sürekli dünyanın bir yerlerinde "define" arayan bir adam. Aile, onun bu tutkusunu hiçbir zaman ciddiye almamış, hatta biraz da deli gözüyle bakmıştı. En son ne zaman gördüğünü bile hatırlamıyordu Eren. Belki on beş yıl, belki yirmi yıl önce… Ve şimdi, geride sadece bu garip mirası bırakmıştı. Eren, notu tekrar okudu: "İçindeki Define." Ne anlama geliyordu bu? Amcası yine bir bilmece mi bırakmıştı? Yoksa her zamanki gibi bir metafor muydu? Masanın üzerindeki pusulaya uzandı. Soğuk metali parmaklarının arasında hissederken, iğnesi hafifçe titredi ve kuzeyi işaret etti. Harita parçasını açtı. Üzerindeki ilk işaret, bir yıldız şekliydi ve altında "EGE" yazıyordu. Belki de bir köye işaret ediyordu. İçindeki boşluk hissi, yerini tarifi imkansız bir merak ve heyecana bırakmıştı. Bu kutu, bu pusula, bu harita… Sanki yıllardır aradığı ama adını koyamadığı o şeyin bir parçasıydı. Sanki o rüya gibi zirveye giden yolun ilk adımıydı. İşine gitmek, sıradan rutinine devam etmek, o an için yapılabilecek en anlamsız şey gibi görünüyordu. Bir anda karar verdi. Amcasının bıraktığı bu son bilmeceyi çözmeliydi. Belki de amcası, hayatı boyunca aradığı "defineyi" kendisi bulamamış, ancak onun yolunu işaret etmişti. Eren, masanın üzerindeki harita parçasını, pusulayı ve notu dikkatlice topladı. İçindeki fırtına dinmiş, yerini garip bir dinginliğe bırakmıştı. Bu, sadece bir harita ve pusula değildi; bu, Eren'in monoton hayatını altüst edecek, onu hiç bilmediği bir köye, bambaşka bir maceraya sürükleyecek bir davetti. Telefonunu eline aldı ve patronunu aradı. "Bugün işe gelemeyeceğim. Ani bir durum çıktı. Belki birkaç gün de gelemem…" Karşıdan gelen şaşkın sesleri duymamazlıktan geldi. Arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı. Zihninde, rüyasındaki dağın zirvesindeki o parlak sandık tekrar belirdi. Ama bu sefer, yol daha net görünüyordu. "İçindeki Define..." diye fısıldadı. Bavulunu hazırlamak için odasına yönelirken, pusulanın iğnesi hafifçe titredi ve Ege'nin güneybatısını işaret etti. Macera başlamıştı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.