Mansur bin Hüseyin, bilinen adıyla Hallac-ı Mansur... O, asırlar boyunca, tasavvuf yolcularının bir ucu keskin kılıç, diğer ucu ise sonsuz bir aşk denizi olan menkıbesi olagelmiştir. O, zühd ve riyaze...
HALACI MANSUR BÖLÜM 7: Sözün Yayılması Mansur, inzivadan çıktığında, artık sadece bir yolcu değildi; yürüdüğü yolun sözcüsüydü. Bedenindeki yorgunluk gitmiş, yerine kalbinden fışkıran Aşk'ın coşkusu gelmişti. Yüzü nurluydu ama gözlerinde, sarnıcın dibinde yaşadığı o mutlak gerçeğin ateşi yanıyordu. Ne saraylara gitti ne de ulemaların meclislerine. Mansur, Kayseri'de bıraktığı hayatına bir gönderme yaparcasına, vaaz vermek için Bağdat'ın en kalabalık çarşısını seçti. Bir zamanlar halıların fiyatlarını tartıştığı yerde, şimdi varoluşun fiyatını ilan ediyordu. İlk başta, halk, onun eski, yıpranmış hırkasına rağmen duruşundaki asilliğe şaşkınlıkla baktı. Mansur, bir taşın üzerine çıktı ve konuşmaya başladı. Sözleri, medreselerin kuru dilinden uzaktı; halkın anlayacağı, halı, su, gökyüzü gibi imgelerle örülmüştü. "Ey Bağdat halkı!" diye gürledi. "Siz, O'nu uzaklarda arıyorsunuz! Gök kubbede, yedi kat semada! Oysa O, size şah damarınızdan daha yakındır! Halı dokursunuz; ipliğin kaynağı sizsiniz. Peki, sizin kaynağınız kimdir?" Vaazı, birkaç gün içinde dilden dile yayıldı. İnsanlar, yoksulların ve âşıkların sözcüsü olarak gördükleri Mansur’un etrafında toplanmaya başladı. Onun felsefesi basitti: Aşk, ayırmaz, birleştirir. Ve sonra, kaçınılmaz olan oldu. Mansur, coşkunun zirvesinde, sarnıcın dibinde keşfettiği o büyük sırrı, tüm dünyanın duyacağı şekilde haykırdı: "Ya eyyuhe’n-nâs! Ben, Hak'ım! Ene'l Hak!" Söz, bir şimşek gibi çarşıyı vurdu. İnsanlar anında ikiye ayrıldı: Müridler (Sevenler): Halkın yoksul kesimi, sanatkarlar ve diğer dervişler, Mansur’un sözünü Aşk'ın ve vecdin (ilahi coşku) bir ifadesi olarak gördü. Onlar için bu, Mansur'un nefsini tamamen yok edip, O'nun nuruyla konuştuğu anlamına geliyordu. Mansur, onların gözünde, dünyaya meydan okuyan, samimi bir Aşık'tı. Münkirler (Karşı Çıkanlar): Şehrin zenginleri, tüccarları ve özellikle de ulema (din bilginleri) dehşete düştü. Onlar için bu söz, İslam’ın temeli olan Tevhid'e (birliğe) aykırıydı. Bir kul, nasıl olur da Allah olduğunu iddia ederdi? Bu, kesinlikle küfür (inkâr) ve şirk (ortak koşma) idi. "Bu adam, toplumun düzenini bozuyor!" diye feryat ediyordu medrese talebeleri. "Allah'ı kendine ortak koşuyor! İdam edilmelidir!" Tüccarlar, Mansur'un sözlerinin kendi ticaretlerini bile etkilediğini fark ettiler. Artık insanlar, halı almak yerine, Mansur'un "dünya malının boşluğu" hakkındaki sözlerini tartışıyordu. Bağdat, aydınlık ve karanlık, akıl ve aşk arasında şiddetli bir ayrışmanın eşiğindeydi. Mansur, her geçen gün daha fazla takipçi kazanırken, aynı zamanda şehrin en güçlü otoritesi olan Kadı Eşref'in gözünde de daha tehlikeli hale geliyordu. Bir akşam, Mansur, vaazını bitirip ayrılırken, çarşının köşesinde bekleşen Kadı'nın muhafızlarını fark etti. Muhafızlar, henüz harekete geçmemişlerdi, sadece izliyorlardı. Mansur gülümsedi. Biliyordu ki, söz bir kez ağızdan çıktıktan sonra, artık onu zincirlemek kimsenin haddine değildi. Ama bedeni, bu sözün bedelini ödeyecekti.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.