Hacı Bektaş Veli
(Erkek Dişi Sorulmaz)
Roman
Hüseyin TURHAL
Aşkın ve Hoşgörünün Destanı: Hacı Bektaş Veli Romanı
Yazar: Hüseyin TURHAL
13. yüzyıl Anadolu’su. Topraklar kanla, gönüller korkuyla sulanırken; bir derviş, Horasan’dan getirdiği Vahdet (Birlik) fel...
Sınırda Bir Duraklama Hacı Bektaş Veli'nin Anadolu topraklarına girişi, soğuk bir bahar gününe denk geldi. Yanında sadece güvendiği bir yol arkadaşı, genç ve sadık müntesibi İlyas vardı. Yolculuk, sadece coğrafi bir değişim değil, aynı zamanda manevi bir sınavdı. Horasan'dan getirdikleri huzur ve bilgelik, burada karşılaştıkları kargaşanın ortasında sınanacaktı. Erzurum yakınlarında, ıssız bir handa konakladılar. Handaki insanlar yorgun, yüzler asıktı. Hepsinin dilinde aynı sözler: Selçuklu Beyleri arasındaki taht kavgaları, yüksek vergiler ve doğudan gelen Moğol korkusu. Bir tüccar, yüksek sesle şikayet ediyordu: "Herkes birbirinden şüpheleniyor. 'Bizden misin, onlardan mı?' diye soruyorlar. İmamımız, 'Yabancı dil konuşan herkes düşmandır' diyor. Tüccar mıyız, derviş mi, belli değil!" Bektaş, hırkasının altından çıkardığı kuru ekmeği İlyas ile paylaştı. Sonra tüccara döndü. "Birlik, dağların arkasında değil, gönüllerin içinde başlar, beyim. Eğer insanlar birbirine 'düşman' gözüyle bakarsa, en büyük düşmanlık kendi aralarında yeşerir. Kılıçla kurulacak barış, pamuk ipliği kadardır. Biz, gönülden gönüle köprü kurmaya geldik." Tüccar şaşkınlıkla baktı. Bu dervişin sözleri, handaki kasvetli havayı bir anlığına dağıtmıştı. Sivas'ta İnançların Gölgesi Yol, onları Sivas'a götürdü. Burası büyük bir ticaret merkeziydi ve farklı inançların, dillerin kesiştiği bir yerdi: Ermeni zanaatkârlar, Rum tüccarlar, Selçuklu idaresindeki Türkmenler. Ancak bu zengin çeşitlilik, aynı zamanda derin çatlaklar yaratmıştı. Şehrin pazarında, Bektaş bir tartışmaya tanık oldu. İki esnaf, dükkanlarının yerini paylaşamıyordu. Biri Müslüman, diğeri Hristiyan’dı. Tartışma, kısa sürede hakarete, ardından inançları aşağılamaya dönüştü. Bektaş, araya girip iki eliyle iki esnafı da durdurdu. Sakin ama kararlı bir sesle sordu: "Kardeşlerim, kavganız toprağın bir karışıyla mı ilgili, yoksa ruhunuzun derinliğiyle mi? Dükkanınızın kapısından içeri giren müşteri, Müslüman'ın mı Hristiyan'ın mı ekmeğini yer? Ekmek, sadece ekmektir. Sanat ve ticaret, inancın değil, alın terinin meyvesidir." Ardından, elindeki asayla yeri işaret etti: "Bu yer, yarın bir gün hepinizi kucaklayacak. Toprak, kimsenin inancını sormaz. Öyleyse siz neden sorarsınız?" Esnaflar utanç içinde başlarını eğdiler. Bektaş, onlara ilk ve en basit dersini vermişti: İnsanın değeri, yaptığı iştedir, söylediği dilde değil. Ahi Evran ve Dostluğun Sınırları Yolculukları sırasında, Bektaş Veli, dönemin Anadolu'daki diğer büyük manevi hareketinin önderi, Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran ile tanışmak üzere Kırşehir'e yakın bir bölgeye yöneldi. Ahi Evran, Bektaş'ın Horasan Erenleri'nden geldiğini biliyordu ve ona büyük saygı gösteriyordu. İki bilge, bir gece vakti küçük bir kulübede buluştu. Ahi Evran, "Hünkâr," dedi. "Bizim Ahilik, esnafı ve zanaatkârı dürüstlüğe, mertliğe çağırır. Ama bazen, farklı inançlardan olanı ocaktan uzak tutmak zorunda kalıyoruz. Toplumda düzeni sağlamak zorundayız." Bektaş, mütebessim bir ifadeyle cevapladı: "Sevgili Ahim, sizin ocaklarınız vücudu ve ticareti düzenler. Benim ocağım ise gönlü düzenler. Gönlün kapısını sadece 'bizden olana' kapatırsak, o gönül çoraklaşır. Bizim düsturumuz şudur: Yaradan'ı sevmek için, O'nun yarattığı her şeyi sevmek gerekir. Bir zanaatkarın inancı değil, elinin emeği kutsaldır." Bu sohbet, Anadolu'da Müslüman-Türkmen ve Ehl-i Kitap (Hristiyan ve Yahudi) toplulukları arasındaki ilişkilerin geleceği için hayati bir anlayış birliğinin temelini attı. Ahi Evran, Hacı Bektaş'ın getirdiği koşulsuz insan sevgisi felsefesinin, kendi düzenlerini daha da güçlendireceğini fark etti. Hacı Bektaş Veli, bu ilk karşılaşmalarında, Anadolu'nun ruhunu okumuştu. Burası, farklı renklerin bir arada yaşadığı ama henüz gökkuşağı olamamış bir mozaikti. Onun görevi, bu parçaları ayrıştırmak değil, sevgi harcıyla birleştirmekti. Artık tek bir hedefi vardı: Kendi yuvasını kurmak. Sulucakarahöyük, onu bekliyordu.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.