Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. la rochefaucauld
FİLOZOF KIRMIZISI
Filozof Kırmızısı, sıradan bir kadınken, hastalıklarla mücadele eden, ameliyatlar geçiren sonrasında engelli kalan, bu sırada eğitim yolculuğuna devam eden, aynı zamanda annelik yapmaya çalışan ve hay...
19. Bölüm

3.3.4 Sezgimin Rehberliği: Bedenimi Dinleyerek Sağlığıma Adım Adım Yaklaşmak

3 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Doktorum artık yavaş yavaş beden dilimi anlamaya başlamıştı. Benim bedenimi dinlediğimi, ne hissettiğimi ve ne yaşadığımı ezbere değil, deneyimle söylediğimi fark ediyordu. Zamanla şunu görmeye başladı: Ne söylediysem karşılığı çıkıyordu. Bu fark ediş, ilişkimizin yönünü değiştirdi. Ben yalnızca hasta değil, bedenini tanıyan ve onu dikkatle izleyen biri olarak görülmeye başladım. O noktadan sonra doktorum beni daha çok dinliyor, söylediklerimi ciddiye alıyor ve kararlarını buna göre şekillendiriyordu. Aslında ben kendi doktorum olmayı öğrenmiştim; o da bunu kabullenmişti.

Toprak uygulamasından sonra kendimi yavaş yavaş daha iyi hissetmeye başladım. Yaklaşık bir hafta sonra ayaklarımdaki topraklar çıkarıldı. Ardından küçük ama benim için çok büyük adımlar geldi. Yürümeye başladım. Tuvalete kendi başıma gidebiliyor, yemeğimi kendim yiyebiliyordum. Bedenimi yeniden kullanıyordum; ancak bu kullanım sınırsız değildi. Sanki pille çalışan bir oyuncak gibiydim. Enerjim çok çabuk tükeniyor, birkaç adım sonra yoruluyordum. Gücüm geri geliyordu ama henüz kalıcı değildi.

O ablanın üçüncü yatışında hastanede daha uzun kaldı ve bu kez yaşadığım anlara yakından tanıklık etti. Zaman zaman, farkında olmadan, hastanede kalıyor olmamı sorguluyordu. “Ben çıktım, sen niye hâlâ yatıyorsun, eve mi gitmek istemiyorsun?” demeye başlamıştı. Bu sözler beni çok incitiyordu. Oysa iki küçük evladım vardı ve beni evde bekliyorlardı. Eve gitmemek gibi bir isteğim hiç olmamıştı.

Eski eşim epilepsi hastasıydı. Çocuklar çok küçük ve çok hareketliydi. Tek başına yetişmeye çalışıyordu. Anne ve babam dönüşümlü olarak yanımda kalıyor, evle hastane arasında mekik dokuyorlardı. Herkesin yükü ağırdı. Eşimin epilepsi nöbetleri, çocukların sorumluluğu, benim bir türlü iyileşemem, belirsizlik… Tüm bunlar psikolojik olarak hepimizi yıpratıyordu. Ben de elimden geleni yapmaya çalışıyordum ama diyabet hastası olmam iyileşme sürecimi uzatıyordu. Ortada inkâr edilemeyecek biyolojik ve tıbbi bir gerçeklik vardı.

Haklı olarak, ne söylense alınıyordum. İçimde büyüyen kırgınlığı, belli etmemeye çalışıyordum. Bir yandan artan ağrılarla mücadele ediyor, bir yandan da psikolojimi ayakta tutmaya çabalıyordum.

Gücüm olduğu anlarda kendi kendime sosyoloji sınavlarına çalışıyordum. Kalemimi ve defterimi elime alabiliyorsam yazıyordum; şiirler, ders notları, düşünceler birikiyordu. Yatakta olmama rağmen kitaplarım hep yanımdaydı. Okumaya yeniden başlamıştım. Sosyoloji üçüncü sınıftaydım ve sınavlara hazırlanıyordum. Ders kitaplarımı defalarca okumuş, neredeyse ezberleyecek düzeye gelmiştim. Zihnim hâlâ çalışıyordu ve bu, tutunduğum en güçlü daldı.

Zihnimi iyileşmeye odaklamıştım. Okulumu bitirecektim. İşinde başarılı bir sosyolog olacaktım. O an için tek hayalim buydu. Evlatlarımın gurur duyacağı bir anne olabilmekti.

Ortada tek bir sorun vardı. Hâlâ taburcu olamıyordum. Sınavlar yaklaşıyordu ve benim sınavlara girebilmem için izin almam gerekiyordu. Hayatım yine bir eşikteydi. Bir yanda iyileşmeye çalışan bir beden, diğer yanda vazgeçmeyi reddeden bir zihin vardı. O noktada anladım ki sezgime güvenmek yalnızca bedeni dinlemek değil, hayata tutunmanın da bir biçimiydi. Ben sezgimle hayatta kalmayı öğreniyordum.

Sınavlarım gelip çatmıştı. Oysa ben tarif edilemeyecek kadar halsiz, bitkin ve yorgundum. Bedenimde neredeyse hiç güç kalmamıştı. Yine de denemek istedim. Ne olur ne olmaz diye rektörlüğe bir e-mail yazdım. Durumumu açıkça anlattım. Hastanede yattığımı, sınavlara gidemediğimi, gözetmen ve sınavı yapacak personelin hastaneye gelmesi hâlinde derslerimi başarıyla geçebileceğimi söyledim. Hatta yalvardım. Bu benim için sadece bir sınav değil, hayata tutunma çabasıydı.

Gelen cevap netti. Kanun gereği hastanede sınav yapılamazdı. O an içimde bir şey çöktü. Üzüldüm. Ağladım. Ruhum sınavdaydı; bedenim ise hareketsiz bir şekilde yatakta kalmıştı. Kendime şu soruyu sordum: Neden nefes alıyorum? Neden bu bedenin yükünü taşımak zorundayım? Ruhum itiraz ediyordu, bedenim susuyordu.

İşte o an anladım ki bazı şeyler insanın elinde olmuyordu. Çare aradıkça çaresizlikle yüzleşilen anlar vardı. Kabul etmek zorunda kaldığım bir gerçek vardı: Mücadele etmek her zaman yetmiyordu. Bazen insan, sadece sabırla beklemeyi öğreniyordu.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL