Dağların kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde, bir derviş vardı. Adına sadece "Yolcu" derlerdi. Sakalı ağarmış, yüzü çizgilerle dolu, ama gözleri hâlâ bir çocuk gibi ışıl ışıldı. Yıllar önce, gençlik ateşiyle yanıp tutuşurken, "Hakikati" bulmak için inzivaya çekilmişti. Ama bir sabah, rüyasında gürül gürül akan bir nehir görmüş ve uyandığında kalbine bir sızı düşmüştü. Sanki aradığı şey bu dağda değil, çok uzaklardaydı.
Böylece sırtına bir heybe, eline bir asa aldı. Tek bir kuru ekmek ve bir matara suyla yola koyuldu. Amacı, rüyasındaki o nehri bulmaktı. Yol, onu ilk önce bir köye getirdi. Köy, kuraklıktan kavrulmuş, toprağı çatlamıştı. İnsanlar umutsuz, yorgundu.
Yolcu, köy meydanındaki kuru çeşmenin başına oturdu. Hiçbir şey yapmadı. Sadece oturdu ve çevresine toplanan köylülere baktı. Onların hüzünlü gözlerine, yorgun ellerine baktı. Sonra, gözlerini kapayıp derin bir sessizliğe daldı. O sessizlik öyle derindi ki, köylüler bile nefeslerini tuttu. Ve sonra, beklenmedik bir şey oldu. Gökyüzünde bulutlar toplandı ve yıllar sonra ilk kez o köye yağmur yağdı.
Köylüler sevinçle dans etmeye başladı. Yaşlı bir kadın, dervişin önüne eğildi: "Sen bir ermişsin! Lütfen kal, bizi koru!"
Ama Yolcu, sadece gülümsedi. "Ben sadece bir yolcuyum. Yağmuru getiren ben değildim. Belki de sadece, onun gelmek için doğru zamanı beklediği bir sessizlik sundum."
Yoluna devam etti. Günler, haftalar geçti. Bir ormanda, ağlayan genç bir adamla karşılaştı. Adam, sevdiği kızı kaybetmiş, hayata küsmüştü. Yolcu, yanına oturdu. Hiç konuşmadı. Sadece, yere bir çizgi çizdi. Sonra, yanına bir çizgi daha. Ve bir tane daha. En sonunda, çizgilerden bir güneş resmi çıktı ortaya.
Genç adam, ağlamayı kesti. "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Yolcu, "Kaybettiğin şey, senin dünyanı kararttı," dedi. "Ama bak. O kadar çok çizgi var ki bu dünyada. Sadece bir tanesinin silinmesi, güneşin doğmasına engel değil."
Genç adam, bir süre resme baktı. Sonra ayağa kalktı, tozlarını silkeledi. "Sanırım yola devam etmeliyim," dedi.
Derviş de yola devam etti. Dağlar aştı, nehirler geçti. Aradığı nehri bir türlü bulamıyordu. Üstelik, heybesindeki ekmek bitmiş, matarasındaki su tükenmişti. Ayağındaki sandallar yıpranmış, yorgunluktan bitap düşmüştü.
Sonunda, bir gün, devasa bir uçurumun kenarına geldi. Karşısında, ulaşamayacağı kadar uzakta, gürül gürül aktığını duyduğu, gözleriyle de gördüğü o nehir vardı. İşte rüyasındaki nehir! Ama arada aşılması imkânsız bir boşluk.
Tüm umudu tükendi. Yere çöktü. Yılların yorgunluğu, hayal kırıklığı üzerine çöktü. O anda, yanıbaşında bir ses duydu:
"Ne arıyorsun, yolcu?"
Başını kaldırdı. Yaşlı, bilge bakışlı bir çoban duruyordu. "O nehri," diye fısıldadı derviş. "Aradığım her şeyin onda olduğunu biliyorum."
Çoban, güldü. "Peki, o nehir ne yapıyor?" "Akıyor." "Nereye akıyor?" "Bilmiyorum." "Peki, sen onun neresinde olmak istiyorsun? Başlangıcında mı, sonunda mı, yoksa bir yerlerinde mi?"
Derviş, bu soru karşısında şaşkına döndü. Hiç böyle düşünmemişti. Çoban devam etti: "Belki de aradığın nehir, sen ta içindeyken, sen onun akışının farkındayken bulamadığın şeydir."
Bu sözler, dervişin kafasında bir şimşek gibi çaktı. Gözlerini kapattı. O anda, köyde yağmurun yağışını, genç adamın yüzündeki tebessümü, dağlarda yürürken hissettiği rüzgarı, açlığını, susuzluğunu, umudunu ve umutsuzluğunu hatırladı. Ve o an anladı.
Aradığı nehir, bu dışarıdaki bir su kütlesi değildi. Aradığı nehir, kendi yolculuğunun ta kendisiydi. Her adım, her karşılaşma, her hayal kırıklığı ve her sevinç, o nehrin bir parçasıydı. O, sadece suyun içinde olduğunu fark etmeyen bir balık gibiymiş.
Gözlerini açtı. Çoban gitmişti. Uçurumun kenarında yalnızdı. Ama artık yalnız hissetmiyordu. Ayağa kalktı. Sırtındaki yorgunluk, içindeki hüzün gitmişti. Yüzünde derin bir huzur ve minnettarlık vardı.
Yolculuğu bitmemişti. Aslında, yeni başlıyordu. Ama bu sefer, varmak için değil, yolun kendisi olmak için yürüyecekti. Çünkü anlamıştı ki, dervişin yolculuğu, bir yere varmak değil, yolda kendini bulmak ve her adımda, her nefeste, aradığı her şeye zaten sahip olduğunu hatırlamaktı.
Ve dönüp, geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Artık nehri aramıyordu. Çünkü o, artık kendi nehrinin ta kendisiydi.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.