"Dürüstlüğü seçtim, düze yenildim sanmıştım. Meğer yokuşlar beni güçlendirmek için varmış. En yakınımdan gelen ihaneti bir 'hiç' gibi geride bırakıp, dost görünenlerin maskesini düşürdüğüm o gün; eski...
Cam Kırıkları Üzerinde Yürüyen Yürek (Sabahın Ayazında Bir Başına) Gece boyunca kapının ardında yankılanan o öfke dolu yumruk sesleri, sabahın ilk ışıklarıyla yerini zehirli bir pazarlığa bıraktı. Gözlerime mil çekilmiş gibiydi; uykusuzluktan değil, hayal kırıklığının ağırlığından... "Ver telefonu, işe gideceğim!" diye bağırdı kocam. Sesi, sanki hiçbir şey olmamış, gece o kıyametler kopmamış gibi pişkin ve buyurgandı. Ama benim elimde tuttuğum sadece bir telefon değildi; o, onurumun, uğradığım ihanetin ve söylenen binlerce yalanın tek kanıtıydı. "Hayır," dedim, sesim çatallı ama kararlıydı. "Ölsem vermem." O an, evin içinde bir arbede başladı. Yıllardır sevgiyle tuttuğum o eller, şimdi çantamın sapına yapışmış, beni yerlerde sürüklüyordu. O çanta benim kalemimdi, kağıdımdı, sığınaktı... O sürükledi, ben direndim. Sonunda keskin bir "çıt" sesi duyuldu; çantamın bağı kopmuştu. Tıpkı kalbimdeki o son bağın kopuşu gibi. Gürültüye uyanan oğlum ve kızım, korku dolu gözlerle aramıza girdiler. Evin içinde bir hengame, bir çığlık yumağı... Kızım, o masum yavrum, gözyaşları içinde yalvarmaya başladı: "Anne ne olur ver babamın telefonunu, ne olur bitsin artık bu kavga!" Kızımın o bakışları ciğerimi yaktı. Ama biliyordum ki, bu telefon giderse geriye sadece koca bir yalan kalacaktı. Yine de evdeki o kaostan kurtulmak için tek bir çarem vardı: Kaçmak. Kimsenin beklemediği bir anda, kapıdan fırlayıp kendimi dışarı attım. Ben evden uzaklaşırken arkamda bıraktığım o yuvadan polis sesleri yükseliyordu; komşular kavgaya şikayete gelmişti. Ama ben artık orada değildim. Sabahın altısıydı. Sokaklar, henüz uyanmamış bir şehrin soğuk nefesiyle doluydu. İlk gördüğüm otobüse bindim. Nereye gittiğimi bilmeden, sadece uzaklaşmak, o yalanlar silsilesinden kaçmak istiyordum. Cebimde çalan telefonun ekranında küçük kızımın adını gördüm. "Anne beni bekle, geliyorum, yalnız gitme karakola..." dedi hıçkırarak. Onu bir hastane önünde beklemeye karar verdim. Acilin önündeki o soğuk banka oturduğumda, hava henüz karanlıktı. O an hissettiğim duygu... Tarifi imkansızdı. Bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden her şey: Verdiğim emekler, sabırla ördüğüm o yuva, çocuklarım için katlandığım her şey... Şimdi ise, elinde kopuk bir çanta bağıyla, bir hastane bahçesinde sığınacak yer arayan yapayalnız bir kadındım. Hayatımda ilk defa kendimi bu kadar "kimsesiz" hissettim. Kızımla buluştuğumuzda, yüzümüzdeki o solgun ifadeyle karakolu aramaya başladık. Yollar uzadı, adresler değişti. "Burası değil, şu adrese gideceksiniz," dediler. Şehrin içinde, kendi vatanımda bir mülteci gibi dolaştım durdum. Sonunda bir karakolun kapısından içeri adım attık. Hayatımda hiç girmediğim o koridorlar, tuhaf bakışlı insanlar, mesaisine yeni başlayan memurlar... Ağlıyordum. "Neden ben?" diye sordum memura. "İhaneti yapan o, yalanı söyleyen o, rezilliği çıkaran o... Bedelini neden ben ödüyorum?" Cevap, ruhumdaki yangına su serpmek yerine üzerine benzin döktü. "Zina suç değil hanımefendi," dedi memur, dosyasına bakarken. "Darp yoksa, rapor yoksa biz bir şey yapamayız." Sanki içimdeki o devasa fırtına, o parçalanmış onurum onlara göre "önemsiz bir vaka"ydı. Onlar etimdeki morluklara bakıyordu, ruhumdaki kan gölüne değil. Adalet, sadece görünen kanıtların peşindeydi; oysa benim bütün kutsallarım ayaklar altına alınmıştı. Çıkarken memura döndüm, son bir gayretle: "Demek ki bu dünyada dürüstlerin yeri yokmuş memur bey. Sahtekar olacaksın, dolandırıcı olacaksın ki kıymetin bilinsin." Karakolun o gri kapısından çıktığımda, dilimden o meşhur şiirim döküldü. Yılın şairi seçildiğimde yazdığım o mısralar, meğer benim alın yazımmış: Hakikatten yana seçtim dilimi, Cahilce söylenen söze yenildim. Sabır küreğiyle açtım yolumu, Yokuşu tırmandım, düze yenildim. O gün orada, o soğuk sokakta yürürken anladım; ben aslında yenilmemiştim. Ben, yalanın konforunu değil, hakikatin o keskin ve soğuk rüzgarını seçmiştim. Ve o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Son Söz: Küllerinden Doğan Bir Kadın Yollar, karakollar ve hastane bahçeleri geride kaldı. O gün o otobüsten indiğimde, sadece bir şehirden değil, koca bir yalanlar imparatorluğundan da tahliye etmiştim kendimi. Memurun "suç değil" dediği şey, benim nazarımda ruhun cinayetiydi. Kanunların maddeleri arasına sığmayan o büyük ihanet, aslında beni özgürleştirmişti. İnsan, en güvendiği yerden kırılınca artık hiçbir fırtınadan korkmuyor. O sabahın ayazında anladım ki; kalemim benim kılıcımmış, şiirlerim ise zırhım. Yokuşu tırmanırken yorulmuş, düze indiğimde ise haksızlığa yenilmiş gibi hissedebilirim. Ancak biliyorum ki; dürüstlüğün verdiği o huzurlu uyku, dünyanın bütün hazinelerinden daha değerlidir. Ben Necla Polat... Hayatın bana yaşattığı o acı "şiiri" bir madalya gibi göğsümde taşıyorum. Artık yalanlar üzerine kurulu saraylarda kraliçe olmaktansa, hakikat yolunda yalın ayak yürüyen bir yolcu olmayı seçiyorum. Çünkü şairin dediği gibi: Hakikatten yana seçilen dil, hiçbir zaman tam anlamıyla susmaz.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.