Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Adıyaman Diyarında Kayıp Hikayeler Hüseyin TURHAL
Adıyaman'da Kayıp Hikâyelere Yolculuk Adıyaman'ın kadim topraklarında, taşın ve zamanın derinliklerinde saklı kalmış, kaybolmaya yüz tutmuş gerçek hayat hikâyelerinin izini sürüyor. Bu eser, Nemrut'u...
3. Bölüm

Nemrud'un Güneşi: İki Gönlün Mührü

28 Okuyucu
1 Beğeni
0 Yorum

Antik Kommagene Krallığı'nın kutsal zirvesi Nemrut Dağı'nda, devasa tanrı heykellerinin gölgesinde, yasak bir aşk filizlenmişti.
Sila, dağın eteklerindeki bereketli topraklarda yaşayan bir dokumacı kızdı. Her sabah, ipliklerini güneşte kuruturken gözleri daima zirveye, babası tarafından yapılan ve başı gövdesinden ayrılmış devasa heykellere takılırdı. Onun hayatı, sabırla atılan her ilmek gibi düzenliydi.
Canan ise, kraliyet soyundan gelen genç bir muhafızdı. Yüce Kral Antiokhos'un ebedi vasiyetini korumakla yükümlüydü; yabancıların ve soylu olmayanların kutsal zirveye çıkışını engellemek onun en önemli göreviydi. Kural kesindi: Halk, Güneş'e hayran kalmalı, ancak Tanrılarla arasına mesafe koymalıydı.
Sila ve Canan'ın yolları, zirveye çıkan gizli bir patikada kesişti. Sila, rüyasında gördüğü bir deseni aramak için korkusuzca tırmanıyordu. Canan ise onu durdurmak zorundaydı.
"Geri dönmelisin," dedi Canan, sesi emir veriyordu ama gözlerinde tuhaf bir merak vardı. "Burası yasak bölge. Kralın vasiyeti çiğnenemez."
Sila, elindeki iplik sepetini sıkarak Canan'a baktı. "Ben Tanrı'dan korkmam, kralın taşından da. Ben sadece Güneş'in ilk ışığıyla yıkanan o görkemi görmek istedim. Belki aradığım desen oradadır."
Canan, kızın cesaretinden etkilendi. İlk kez birisi ona itaat etmiyordu. O günden sonra, gizli patika, iki genç kalbin buluşma noktası oldu. Canan, görevini hiçe sayarak her sabah gün doğumundan hemen önce Sila'yı zirveye çıkardı.
Doğu Terası'nda, dev tanrı heykelleri parçalanmış başlarıyla birlikte sessizce beklerken, Sila ve Canan soğuk havaya rağmen sırt sırta verip Nemrud'un Güneşi'nin yükselişini izlerlerdi. Güneşin ilk ışıkları taştan yüzlere vurduğunda, altın bir ışıltı dağın her yanına yayılır, sanki taştan tanrılar onları kutsuyordu. O an, ne Sila dokumacı, ne de Canan muhafızdı; sadece, Nemrud'un Güneşi'nin büyüsüne kapılmış iki aşık.
Aşkları, Kral'ın kulaklarına kadar ulaştı. Kral, soylu muhafızının fakir bir köylü kızıyla gizlice buluşmasına öfkelendi. Canan'ı ihanetle suçladı ve onu dağın doruklarındaki bir mağaraya hapsetti.
"Sana bir seçim hakkı veriyorum," dedi Kral, Sila'ya dönerek. "Aşkın uğruna, Nemrud'un tüm heykellerini bir gecede eski ihtişamına döndür. Yapamazsan, sevgilin sonsuza dek o mağarada kalacak."
Sila umutsuzluğa kapılmadı. Tüm köylü kadınları topladı, ipliklerini bıraktı, tüm gücüyle dağa tırmandı. Ne taş taşıyabilir, ne de heykelleri onarabilirdi. Ancak Sila, dokumacılığın en büyük sırrını biliyordu: birleştirmek.
Şafak sökerken, Kral ve muhafızları zirveye çıktı. Heykeller hala parçalanmıştı, ama Doğu Terası'nda nefes kesici bir manzara vardı. Sila ve Canan, tüm halkın yardımıyla, her biri bir heykel başının önünde, dağın eteğinden topladıkları binlerce renkli kır çiçeğini ve yün ipliğini kullanarak, dev heykellerin boyunlarına ve taçlarına dokunmuş devasa bir çiçekten taç takmışlardı. Altın sarısı, bordo ve mavi ipliklerle örülmüş bu taçlar, Nemrud'un Güneşi doğarken alevleniyor, heykellerin cansız taş yüzlerine hayat veriyordu.
Kral, bu ihtişam karşısında şaşkına döndü. Sila, Canan'ın elini tutarak ileri çıktı:
"Kralım, siz tanrıları taşa, aşkı yasağa hapsettiniz. Ama Nemrud'un Güneşi, birleştirilen her parçanın, atılan her ilmeğin, yeşeren her çiçeğin daha büyük bir güzellik yarattığını gösterir. Aşk, taştan daha güçlü, yasağın ötesinde ve Güneş'ten daha parlaktır."
Kral, bir an Nemrut'un Güneşi'nin alevlenen parlaklığına baktı. O an anladı ki, heykellerin ihtişamı sadece taşta değil, onu izleyen gözlerin aşkında ve hayranlığındaydı. Kral, Sila ve Canan'ı affetti.
Sila ve Canan, Nemrut'un Güneşi'nin altında evlendiler. Ve o günden sonra, Nemrut Dağı'na gelen herkes, gün doğumunu izlerken, aşkın en büyük sanat eseri olduğunu fısıldayan bir rüzgarla karşılanırdı...
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL