15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1557
Okunma


BAYIRLAR-4
Avludaki ıhlamur son yapraklarını döktüğünde yağmurlarda soğumaya başlamıştı benim yalnızlığımın ateşlendiği gibi.
Ağır ağır çöker gecenin gölgeli adımları, paslı çivisini batırır sağır odalarımdaki yanlızlığıma.Her paslı çinin battığı yerde kan yerine irin akar,acıyı haykıramaz dil lal kalır, utanır, çekilir içten içe içine.Sönerken bir ocak, duvara sıvanır islerin ötesi karanlık.
İklimler mevsimsizdir, tek mevsimlik bir kış vardır yanımda. Sıcak yerine artık soğuklardı yüzümü yakan.Yüreğimde, yanlızlığın yangınlığı ve kor gibi hatıralar küle döndürmekteydi ruhumu.
Zaman su gibi akarken, cam kenarı sarkıklar gözlerime takıldığında anladım, kışın köyün üstüne çöktüğünü. Artık gölcüklerin üstündeki cam gibi olan buzları kırma heyecanımı yitirmiştim.Teneşirin üzerindeki cesetten dökülen suların bir fidanı beslemesi gibiydi geçen zaman.
Daha gençliğime ilk adımlarım tökezlemeliydi, yitik umutlarımdaki hüznümde. Fatma’ nın gelinlik giyip gidişiyle.Her şey bitmiş gibiydi.
Artık Fatma’nın anasından ekmek istemez olmuştum. Kendi hamurumu, kendi yufkamı kendim yapmayı öğrenmiştim.Fatma’nın anası anlatmıştı nasıl yapıldığını.İlk zamanlar yaksamda ekmeği, alışmıştım.Alışamadıklarım ise anamın babamın yokluğundaki büyümlerdi.
Katıksız koymuyordu ahraz babamdan kalan küçük tarla.
Her gün çıkıp bayırlarımdan yukarı onların yanına gitmek isterken, büyümüşlüğün zincirleri ayağıma takılır gidemezdim. Artık her cuma akşamı çıkar olmuştum.O bayırları aşar/aşındırır giderdim, onların mezarlarının başına.
İkisinede ayrı ayrı anlatırdım,yokluklarında onları ne çok özlediğimi. Annem sevinmiş olmalıydı, ilk ekmek yapışımı ona anlattığımda.Babam da sevinmiştirde hani anam bana ekmek pişirmeyi öğretemeden öldüğü için daha çok sevinmiştir diye düşündüm.
Sevdim buz tutmuş topraklarını.Artık eskisi gibi ağlamasamda yüreğimin titremesi dünkü gibi hala tazeydi.
köyün meydanından geçip giderken öğrendim.
Fatmanın anası kırışık yüzündeki çizgilere inat bahar bakışlarıyla, büzüşmüş dudaklarını aralayıp,
"Torunum oldu.Fatmam bir kız doğurdu.Adını sen koymuş.Mektupta yazmış, seni ne çok özlediğini." demişti. omuzlarımda o an kelebek kanatları takılıp ucmuştum.Sarıldım, Fatmanın anasına, sevincimden.
Sonrasında onun mektubuna sarıldı gözlerim kokladım hemde çok. Her harfini ezberleyene kadar okudum. Fatmanın anası Meryem anne,
" Mektup sende kalsın, nede olsa yarısı sana yazılmış.Biz okuduk kızım." dediğinde kirpiklerimden bir damla düştü zarfın üzerine. Bir daha sarıldım Meryem annemin bedenine.
O da ortak oldu gözlerime. Sesi çatallaşmış bir şekilde bir yandan gözlerindekini silereken,
"Haftaya onun yanına gideceğiz bebeğini görmeye.Söyleriz senin selamını." dediğinde ayrıldım onların evlerinin önünden.Koştum,koştum, koştum....
Nefesim çiğerlerimin arta kalan köşelerinden çıkar gibiydim. Basmadan yapılma çiçekli minderin üstüne oturdum.Koynumdan sıcak terimden ıslanmış mektubu çıkardım.Harf harf sabahlara kadar okudum.
Mektuba sarılıp uyumuşum o gün. O gün sonra her gün o mektubu okuyarak ezberlemiştim.Sabah ilk işim koşar adım köyün en yaşlısı Emine teyzenin evine gittim. İplik bir de şiş istedim.Onada söyledim Fatma’nın kızına hırka öreceğimi.
Duyunca verdiği mor ipliğin alıp yerine pembe bir iplik vermişti.Emine teyzenin evine önceleri gittiğim zamanlardan öğrenmiştim nasıl örgü örüldüğünü.
Eve gerisin geriye dönmüştüm.Oturup , hırka örmeye başladım, en güzel motiflerle Fatma’nın kızına.Bitince de bir pembe bir patik yaptım. Sabırsızlıkla Meryem annemin gideceği günü bekledim.Hediyemi katlayıp bir basma besine sardım.
İçine yazmış olduğum dört sayfalık mektubumu koymayıda unutmadım. Daha çok sayfa yazacaktımda olmadı işte. Meryem annemin gideceği gün sabahtan verdim.O da sevindi Fatma’ için verdiklerime. Yola çıkıp giderken arkalarından su döktüm, el salladım. Artık köy eskisinden daha çok yanlızlığın yankılarına bürünmüştü.
Günler günleri kovalarken bayırlarından yukarı çıktığım mezarlıklar bana kalmıştı.O günlerde dikkatimi çeken başka şeyler olmaya başlamıştı.Aynı okulu birlikte bitirdiğimiz Ahmet, Mustafa, Memet’ in dudaklarının üstündeki tüyle bıyık bırakmışlardı.
Dikkatimi çeken, garipsediğim tarafsa, bıyıklarından çok şapka altı bana bakışlarıydı. O an Meryem annemin sözü bir daha aklıma gelmişti."Kızım büyüdün gelinlik genç kız oldun unutma..." dediği sözler kulağımda tazelenmiş gibi olmuştu.
O günden sonra ekmek yaptığım ocağın isini yüzüme gözüme sürüp öyle dışarı çıkmayı akıl etmiştim.İşe yaramasada aklıma başka şey gelmemişti. Tek varlığım bayırların ardındaki anamın ve babamın mezar taşları ve topraklarıydı.
Gitmesem olmazdı.Meryem annemin gidişinin üzerinden beş gün geçmişti.O gün perşembe akşamı mezarlığı ziyaret edip gelmiştim. Akşamın zifiriliği pencerelerimi örtüğünde kapı çalınmıştı. İşte o gün üzerime ölüm kusmukları dökülmüştü. Kapıyı açmamla birlikte gölgeli bir el ağzımı kapatıp içeri attı beni.
Çırpındım hemde çok, bağırmalarım göğüs kafesimin içini kırar gibiydi. Sesimi boğan şey gölgeli bir eldi dudaklarımın üstünde.
Sonrasında bayılmışım. Kendime geldiğimde yırtılmış elbiselerim, şalvarım ve vücudumdaki morluklardan çok bacaklarımın arasındaki kanı görmemle ikinci kez bayıldığımı hatırlıyorum.
Kendime yeniden geldiğimde gözlerimden irin akıyordu.Bir urgan bir tavandaki eski kirişe salladım düşüncelerimi.
Ağır ağır çöker gecenin gölgeli adımları, paslı çivisini batırır sağır odalarımdaki yanlızlığıma.Her paslı çinin battığı yerde kan yerine irin akar,acıyı haykıramaz dil lal kalır, utanır, çekilir içten içe içine.Sönerken bir ocak, duvara sıvanır islerin ötesi karanlık.
Çiğerim nefessiz kalıyordu boğuluyordum....
klavye yordu yine....
BAŞTA SİTE ÇALIŞANLARINA BANA DEFTERDE BİR SAYFA VERİP YAZMAMI SAĞLADIĞI İÇİN, SONRASINDA BENİ FAZLASIYLA ONURE EDEN SEÇİCİ KURULA ÇOKÇA TEŞEKKÜR EDİYORUM...
EN DERİN SAYGILARIMLA....