20
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2191
Okunma

Damla damla bir anı...
Hastane odasının duvar kağıdındaki çizgilerde kayboldu gözlerim.
Her bir çizgi kaygıdan zengin, korku dolu bir yolculuğa yeniden çıkmak gibiydi…
En çok iki sene evvel bugün tam da bugün yakmıştı hayat canımı.
11 Mayıs
Ömrümün 11 Eylül’ü gibi …
Tüm kalelerimi yıkmıştı grade’ler…
Ne garip bir rastlantıydı, aynı güne denk gelmesi. Hep kan vermekten korktuğum çocuk hallerim geldi aklıma, bir film şeridi gibi izledim yine kendimi perdede, başrolünün hiç değişmediği kısa bir oyun gibi.
Oyun, oyuncu, perde, seyirci hepsi yine ben…
Bir keresinde, İğneci Kemal Efendi gelince evde bulamamıştı annem beni, bin bir dil dökmüştü de öyle çıkmıştım çaresiz ortaya. Değişen tek şey fiziksel olarak büyümüş bedenim ve sayıca artan tevellüdüm. Hala korkuyorum iğneden hala. Ki artık kan verebileceğim iki kolumda yasaklıyken iğneye, bugün ilk kez ayağımdan kan verecek olmamın 4 aylık gerginliğiyle geldim hastaneye. Elçim, arkadaşım Dr. Funda tüm kaygılarımdan haberdar bir şekilde sabah beni evden aldı lay lay lom müzik eşliğinde köprünün kalabalık trafiğiyle boğuşarak görev yaptığı hastaneye ulaştık. Kliniğinde özel bir odaya yerleştirdi beni ve odadaki yatağa oturarak ayaklarımı aşağıya doğru sarkıtmamı istedi, ayaklarıma kan toplansın diyeymiş meğer…
Az sonra hemşireler , değişik boyutta enjektörlerle geldiler yanımıza. Çoğu sağlıkçının pek şahit olmadığı bu duruma, onlar gibi bende pek hazır değildim açıkcası. İnsanın korkusuyla burun buruna gelmesi, üstelik en uç noktada ne zormuş Ya-Rabbim… Ne zormuş normal insanlar gibi kollarından kan veremeyecek olmak bir daha. Tabi ben dayanamadım sordum;
-“Hemşire hanımcım, canım çok acıyacak mı?” diye
Hemşire:
-“Kan veriyorsunuz nihayetinde ne olursa olsun acı duyarsınız, ayak derimiz kalındır yani biraz daha sıkıntılı olacak sanırım” deyince tüm damarlarımın stresten çekildiğini ve bir kıl kadar inceldiğini hissettim.
Dr. Funda;
-“Seçilciğim, bugün öğleden sonra kuzucukların okulundaki Anneler Günü partisine katılacağız değil mi?” diye sözüm ona beni oyalarken, iki hemşire bacağımı oynatmamam gerektiği talimatını vererek ayağıma sarıldılar.
Hemşire;
-“Lütfen hareket etmeyin, yoksa canınız çok yanar” dediğinde sinirlerimin acıyla harmanlanıp laçka olduğunu hatırlıyorum. İnatla gözlerimdeki yaşı dondurdum olduğu yerde, bilerek ve isteyerek tüm gücümle durdurdum vücut sıvımın kirpiklerime istilasını. Soğuk bir acıydı bu, duygusuz bir acı. Yedi kez göğü yıldızlı odada ne derin uykulara dalmış, ne dayanılmaz acılara uyanmıştım aslında ben ama hala tüm bunların yanında basit sayılacak bir can yanmasına dayanamamak gücüme giderken, tüm gücümün de gittiğini hissediyordum bedenimden. Oğlum doğduğunda topuğundan kan alınırken neden bu kadar ağladığını yeni anlıyordum ne garip, tam 5,5 sene sonra.
İğne ayağıma girdiğinde “ kırt “ diye bir ses duydum ve ilerlerken acısını hissediyordum ama artık damarımı tam bulmuşlardı ve süt sağar gibi 8-10 adet tüpe sağdık kanımı hep beraber. Damla damla … Geçen eve götürdüğüm bir kucak kırmızı gül kadar kırmızıydı kanım.Canım yanmıştı ama yinede bir denemede damarımı bulduğu için hemşireye sarılıp, onu öpmek istiyordum…
Duvar kağıdının çizgilerinde geçmişe yola çıkan ruhum, iğnenin ayağımdan çıkmasıyla tekrar dirildi.
Demem o ki !
Mecbur kaldığınızda veya ihtiyaç duyulduğunda kan vereceğinize, bugün bu anımı okuyanlar gidip bir hekime genel bir kan tahlili yaptırsınlar. Hem benim kadar canlarının yanmayacağını ben garanti ediyorum, en azından kolundan verebilecek olanlar için…
Sağlıcakla
Fotoğraf: SNKY
.