5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1290
Okunma

PEHLİVANKÖY’DE BİR AVUÇ TOPRAK
Yakınından geçmişsinizdir, Edirne’ye giderken. Pehlivanköy derler, şirin bir kazasıdır, Trakya’nın. İşte, o Pehlivanköy’e, 1,90’lık bir pehlivanı, tabutuna sığmaz bir civanmerdi götürdüm. Dört güçlü erin zor kaldırdığı Orhan çavuşu, yakışıklı Orhan’ı götürdüm.
Genç bir üsteğmendim, Orhan çavuş şehit olduğunda. Haydi dediler, birkaç gün de izin sana. Şehidimizi teslim et ve gel.
O zamanlar, böyle uçakla filan nakil yok. Hep otobüs, tren, vapur seyahati. Ömrümde ilk defa bayrak sarılı tabuttan korkarak başını çeviren insanlar gördüm ve kızdım. Otobüsler almadı, zor bela bavulların yanına yatırdık aslanımı. Feribotta araçların yanına, trende kompartımanın zeminine.
Sonunda, Pehlivanköy’ün ana yolla birleşen kavşağında otobüsün bagajından kırık bir tahta bavul gibi çıkarttık, Orhan’ımı.
Bütün köy o kavşaktaydı sanki. Ben buraya daha önce bir düğün için gelmiştim. Edirne gelin karşılamalarını tombul memelerini sallayarak oynarken mest olduğum o kızlar, başlarına kondurdukları yazmalı ipek örtülerle hüzün içinde çok sevdikleri Orhan’ın nişanlısını ve ailesini teselli etmek için suskundu.
Birkaç çocuğun telden yaptığı arabalara takıldı gözüm. Ne güzel topaçlar vardı ellerinde. Alıp çevirmek istedim. Jandarma Komutanı selam veriyormuş, “Hoş geldiniz, komutanım” diyerek. Gözüm, genç bir kızın saçlarında. Görmek, duymak istemiyorum dünyayı.
Acaba hakiki Trakya kızları, böyle sarışın mı olur? Boya olamaz oğlum. Bu kız daha on üçünde.
Bir kadın geliyor. Tertemiz giyimli. Onu kollarından tutan birkaç kadın daha...
“Oğlum...” diyor bana. Elini öpüyorum. Sarılıyor, bırakmıyor.
Köyün içine kadar traktör, minibüs, hatta at arabalarıyla giriyoruz. Yola çok yakın. Köy meydanında caminin musalla taşına koyuyorlar, Orhan’ı.
Erlerim, şehidin yüzünü görmek isteyen akrabalarına mani oluyor, tabutu açtırmıyor. Ay parçası gibi beyaz, tam Orhan’ıma uygun bir kız geliyor yanıma.
“Onu son bir defa göreyim komutanım. Yalvarırım, son bir defa.” Yanında yapılı bir kız daha var. O da ağlıyor görmek için. Bacısıymış.
Ne yapmalıyım? Bir kahpe, Orhan’ı, nöbetçileri değiştirirken önce dizinden sonra karnından, en son da çenesinden vurdu. Çenesinden giren mermi, kafasının arkasını da alarak götürmüş.
“Hayır, bırakın onu hayalinizdeki Orhan olarak kalsın”
Haydaa, kız dizlerinin üzerine çöküp, elimi sıkıca yakalayarak ağlıyor. Onu ayağa kaldırayım derken, bu sefer bacısı aynı şeyi yapıyor. Yok olmak istiyorum. Dayanılacak gibi değil.
Bir evin tek erkek evladı. Ve tahta tabut içinde paramparça dönmüş geriye, oynadığı, büyüdüğü, sevdiği, sevildiği köyüne.
Jandarma başçavuşu da, ısrar ediyor. Babasını küçük yaşta kaybedip, bacısına baba olan şehidimin yüzünü görmek için. Başçavuş deneyimli bir insan belki ama herkesin içinde ona anlatamıyorum alt çeneden, ön dişinin altından giren merminin neler yapabileceğini.
Sonunda, naaşı sadece amcaya gösterebileceğimi söyleyerek biraz rahatlatıyorum kadınları. Mezara koymadan amca için açıyoruz kefeni. Ağabeyinin emanetini gören metin olduğunu sandığımız amcayı bizim erler zor oturtuyor bir mezar taşına, kafasından sular dökerek, ellerini öperek.
O gece ben ve iki er Orhan’ın evinde, iki erim de muhtarın evinde tertemiz yataklara, kokulu yorganların içine yatıyoruz. Ne yedim, ne konuştum. Kim kimdi bilmiyorum. Orhan’ın anasının tapılası ellerini öptüm, öptüm, öptüm.
Orhan’ın şapkasını başından çıkartmayan nişanlısına onu anlatırken, genç kızın hayallerini sicim gibi döktüğü gözyaşlarında gördüm, kahroldum. Üç kahpe kurşun nasıl da yıktı dağ gibi pehlivanı?..
Sabah kahvaltıyı yaptık mı? İçtiğimiz çay mıydı, yoksa göz yaşlarımız mı? Yumurtayı tereyağında severdi diye, bacısının getirdiği bakır kap içine eminim gözyaşlarını da koymuştu, şehit anası.
Kaçmak istedim. Dönmek istedim. Ağlamak istedim. Köyden minibüsle çıkarken bu kadın ne olacak, hadi, kızı birine verirler de, bu kadın ne olacak, diye düşünerek anamın kokusunu hatırladım. Orhan’ın anasına salladığım elim havada asılı kaldı.
İstanbul otobüsünü bizim için on dakika bekletmişler. Şoför kızmıştı biraz. Ses etmedi ama. Otobüsün kalkışıyla, ana yola girişiyle anladık öfkesini. İstanbul’da iki gün kalacaktık. Ben birliğime gitmek istedim. Canım hiçbir şey istemiyordu. Erlerimden birini karşılamaya gelen babasının teklifini reddederek, dönmeye karar verdim.
“Gelin lan, buraya. Sizi bir öpeyim aslanlarım.” Onları öperek vedalaştım. Bilinmezdi ki, hangisi daha.köyüne, evine böyle dönecek, sevdiğini, çocuğunu, anayı böyle geride bırakacak. Ya da yine ben mi birini daha, yoksa onlardan biri mi beni getirecek yeni çakılmış tahta tabutta?..
Alay Komutanına, “ Şehit köyüne ulaştı, komutanım” diye tekmil verdikten sonra, onun, “Otur bakalım, bir şey içelim” demesiyle cesaret bulup, “Ben, bir daha asla şehit götürmem, komutanım. Asla götürmem” diyebildim. Kaç gündür akmasını yasak ettiğim göz pınarlarımın önündeki tapayı da çektim. Akmaya başladılar.
Eyüp Yaşar OVALI 03.04.2012