5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2298
Okunma

‘’Hey gidi günler’’ diyerek eskiye bir yolculuk yapmak ve hayatın bize sunduklarından kesitler sunmak üzere hazırlandık… Hazırlandık hazırlanması da nerden ve nasıl başlamalı yazmaya karar veremedik bir türlü. Seneler akıp giderken ömür perdesinden, geçmez zannettiğimiz zaman ne çabuk geçip gitmişti. Rahmetli nenem, biri öldüğünde, yaşını sorar, aldığı cevapla üzülür ve ‘’çok gençmiş’’ derdi., Onun genç dediği, bize yaşlı gelir ‘’ neresi genç, daha ne kadar yaşayacaktı’’ dediğimiz yaşlardayız şimdi.. Geldiğimiz yerde kendimizi hala genç hissetmemiz ne garip! Oysa artık yaşlanmıştık. Zaman mı acele ediyordu akmak için bizler mi zamana yetişemiyorduk bilemiyorum..
Şu anda ekrana bakarak, yazdıklarımı okuyorum ve başka neyi ve nasıl yazacağımı bilememenin sıkıntısını yaşıyorum.. İnsan , kendinden bir şeyleri anlatmakta neden zorlanır? ‘’Herkes benim gibi mi acaba? Yoksa bana mı zor geliyor’’ gibi düşüncelerle yoğrulurken hatırlıyorum daha önce ‘’ Hayatımdan Kesitler’’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Şimdi zor gelişi nedendi? Yaşlanmak böyle bir şey miydi? Nasıl geçtiğini anlamadığımız ömrün tozlu raflarına ulaşmak ve tozlarını silip gün yüzüne çıkarmaktan mı çekiniyorduk! Ve belki de yaşlandığımızın idrakine varmaktan korkuyorduk…
Hızlı ve hareketli , üstelik ailenin en haşarı çocuğu olup, genç kızlığa ve akabinde anneliğe adım atan, şimdi anneanne olmayı bekleyen biri olarak, hala gencim iddiasında bulunmak ne tuhaftı! Anladım ki yaşlanan bedendi , gönül hep gençti, kendini hep genç hissederdi. Hissetmek yetseydi keşke! Yetmiyordu!
İtiraf ediyorum; yazıya başlarken, şiire dokunmaktı maksadım, hayatımın neresinde hangi duygularla yazma gereği duyduğumu analiz edecek ve en eski şiirlerimden bölümlerle yazıyı süsleyecektim. Olmadı.. Bu gün doğum günüm olması sebebiyle, kutlamalar beni sadece yaşıma odakladı… Nefse ağır gelen yaşlanma duygusu ,yazıya mührünü vurdu. Biraz da inatlaşarak, üzerine basa, basa yaşlandım diyerek nefsi ezdim kendimce… Doğum kadar ölüm de haktı ve her beşerin bir ömrü vardı, kimi kısa kimi uzun… Ne kadar yaşarsa yaşasın insan sonunda ölmüyor muydu? Öyle ise nedendi bu telaş? Nedendi bu korku? Önemli olan, ömrü nerede ve nasıl harcadığımız değil miydi? Huzura , huzurla gidebilmek, razı olan, razı olunan olabilmek değil miydi Allah katında? Öyle idi evet… Öyle ise gereğini yap bakalım zalim nefis, telaşa kapılıp beni yolumdan etmeye kalkma sakın!
Hz. Ömer (ra): “İki şey var. Birini hatırladığımda ağlarım, birini hatırladığımda gülerim! Kızımı gömmek için kuyu kazarken sakalıma bulaşan kumları, toprakları kızım temizliyordu. Onu hatırladığımda ağlarım. Helvadan put yapardık, onlara tapardık, acıktığımızda da onları yerdik! Bunu hatırladığımda da gülerim!”
Şimdi dur ve düşün ey nefis, seni ağlatan ve güldüren şeyleri!
Bir şeyi unutmuyorum; merhameti sonsuz Rabbimin affediciliğini… Yeter ki samimiyetle tövbe edebilelim… Ve yeter ki samimiyetle yoluna baş koyalım ulaşamazsak da yolunda ölürüz…
Artık kalemi bırakma zamanı çünkü artık kalbim yerinden çıkacakmış gibi dövünmekte sinede!
Yazmak isteyip yazamadıklarım, yazdıklarımın gölgesinde kalmasın diye noktayı koyarak başka sefere inşallah temennisiyle bitiriyorum....
Selam ve dua ile…
Aysel Bahram
1 Nisan 2012