19
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2387
Okunma


Genç kadın o gün tüm işlerini bir tarafa bırakıp, evden kaçarcasına çıkıp kendini sokağa attı. Sabahın erken saatinde kalkıp işe gitmesi gerekiyorken, telefon ile yazı işlerini arayıp gelemeyeceğini bildirmişti.
Akşamdan kalmaydı.
Bu gün halletmesi gereken işlerini yarına erteleyebilirdi. Masasının üzerinde birikmiş işleri gözünün önünde canlanınca, nevri döner gibi oldu. Son zamanlarda Deniz ile araları iyicene bozulmuştu. Sudan sebepler yüzünden kavgalar çıkıyor, hiç olmadık zamanda birbirlerine karşı hoş olmayan kelimeler sarf ediyorlardı. Evlendiklerinden bu yana süregelen bu tatsız kavgaların sonunun nereye varacağını kestirmek çok güç değildi. Çoğu kez yalnız kaldığında kendi kendine öz eleştiri yapıyor, madalyonun her iki tarafını da kurcalıyordu. Fakat yinede işin içinden bir türlü çıkamıyordu. Eften püften sebeplerden dolayı ağza alınmayacak sözler söylenip, arkasından ayrı yataklarda geçirilen uykusuz ve sancılı bir gecenin ardından sabahı buluyorlardı.
Bıkkınlık ve üzüntü içerisinde geçecek bir gün daha kendisini beklerken, evde duramayacağını hissetmişti.
Kendisine henüz yabancı gelen bu şehre yerleşeli bir yıl olmuştu. Arkadaşlarının çoğu, genç kızlık zamanlarında ki hayatlarda kaybolup gitmişti. Evliliğiyle beraber ve Deniz in isteği üzerine, sürekli o şehirden bu şehre göç ettiklerinden dolayı bir türlü kalıcı arkadaşlıklar edinememişti. Doğru söylemek gerekirse, kurabileceği arkadaşlıkları şöyle elinin tersiyle itip kendisini sadece eşiyle paylaştığı hayatın içerisine hapsetmişti. Paylaşılabilecek onca dünya nimetlerini sadece Deniz ile yudumlamak isteği, bir süre sonra genç kadını kısır bir döngünün içerisine sokmuştu.
İşte bu günde, o kısır döngünün döndüğü çarklardan sadece ilki değil belki de sonuncusu da olmayan günlerden biriydi.
Kocaman bir aşk ile birbirlerine bağlandıkları o yaz, çar çabucak karar verdikleri evlenme fikriyle kendilerini nikâh masasında bulmuşlardı.
Deniz olabildiğince büyüleyici özelliği sahip ve gülümsemesi çok hoş olan bir erkekti. Gülümsedikçe her iki yanağında beliren gamzeleri, zaten ona âşık olmak için başlı başına bir nedendi. Neslihan’a göre o zamanlar, ona âşık olmamak için deli olmak veyahut gözlerinin kör olması gerekirdi. Mümkün değil diki Denizin o cazibeli çekiminden uzak kalabilmek. Ailesinin tüm itirazlarına rağmen onunla evlenmişti. Bu nedenledir ki yaşanmış onca üzüntülü günlerinde, anne ve babasının şefkatli kollarına koşamayışı.
Deniz bir fotoğraf sanatçısıydı. Hayalindeki fotoğraf sergisini açabilmek adına, tüm ülkeyi karış karış gezip kafasının içerisindeki fotoğraf karelerini yakalamak arzusundaydı. Bu nedenle, kendileri için ekmek teknesi olan işini bir süre sonra bırakmıştı. O bir sanatçıydı. Ve kendisini tamamıyla sanatına vermeliydi. Holdingde çalışmak hiçte ona göre bir iş değildi. Neslihan’a göre ütopya fakat Deniz için gerçekleşmesi an meselesi olan hayalinin peşine düşmüştü.
Neslihan önemli bir derginin editörlüğünü yapıyordu. Kazandığı tüm parayı evin giderleri için harcarken, Denizin fotoğraf çekimi için gerekli olan tüm masrafları Bursa da iş adamı olan babası gideriyordu. El altından gönderdiği paraların havale dokümanları, karı kocanın arasında bir kuma gibiydi. Neslihan’a göre; maddi anlamda sağlam bir aileye sahip olan Deniz, maneviyat anlamında sıfır rakamına eş değer bir ailenin ferdiydi. Ona göre Deniz parayla satın alınmış koca bir evlattı. Her halükarda paralarını konuşturan bu aileye, bir türlü ısınamamıştı. Deniz in onların bir evladı oluşu, aklına gelince hayrete düşüyordu. “Yok, hayır Deniz onlardan çok farklı…” Diye düşünse de, kimi zaman yaşadığı olaylarda gördüğü tabloda ki adam kayınpederini veya eşini hatırlatıyordu.
Konargöçer bir hayatın ardından, gözlerinin gülüşünü hiç göremedikleri bebeklerini kaybedince hangi şehirde yaşadıkları Neslihan için çokta önemli değildi. Kendisi için önemli olan, mesleğini devam ettirebileceği bir şehir olsundu. Bu kendisi için yeterliydi.
Tanıdık olmayan yolda, etrafındakilerin farkına varmadan yürümeye devam etti. Nereye doğru yol aldığının farkında olmadan, adımlarının yönelişine uslu bir çocuk gibi itaat etti.
Etrafında yürüyüp geçen insanların ayaklarına bakarak, sokağın sağ tarafından aşağıya doğru kalabalık bir caddeye seğirtti. Yoldan geçen arabaların korna sesleri beyninin içinde yankı yaparken, ne kadar kalabalık bir şehir diye düşündü. Hafifçe yağmaya başlayan karın yanı sıra, ısıran cinsten bir soğuk vardı. Kulaklarının üşüdüğünü hissedince beresini almadığına hayıflandı. Ellerini mantosunun ceplerine sokup, kendince ısınmaya çalıştı.
Kalabalık caddede koşuşturan insanların arasından seğirtip, durakta tramvay bekleyen yolcuların durduğu yere yöneldi. Sonrasında gidebileceği bir yerin olmadığını düşünüp, yoluna devam etti.
Karın hafifçe dokunuşlarına aldırmadan, yokuş yukarı çıkan bir yola saptı. Yolun nereye varacağını bilmeden, adımlarını biraz hızlandırdı. Soğuk kılıç gibi keskin bir hal almaya başlamıştı. Her iki tarafı ağaçlıklı yol üzerinde yürürken, etrafın sessizliği karşısında hayrete kapıldı. Tek ses, ağaçların dallarından yere düşen kar yumaklarının sesiydi. Az önce ki hareketliliğin yanı sıra, burada ki sessizlik şaşılacak derecede tezattı. Kıvrımlı yolun az ilerisinde duran tabelaya gözü çarptı. Beyaz metal levhada ok işareti yön gösterilip, büyük harflerle Ese Baba Türbesi yazıyordu.
Hayatı boyunca mistik olaylara ve duygulara inanmayan Neslihan, gayri ihtiyari o tarafa doğru yöneldi. Caminin giriş kapısıyla burun buruna gelince, içeriye başı açık giremeyeceğini düşündü. Zaten buraya hangi duygunun onu yönlendirdiğinin de farkında değildi. Sanki gizli bir güç arkasından onu buraya itmişti. Mantosunun kapüşonunu başına geçirip avluya adımını attı. Tahmin ettiği kadarıyla ikindi ezanı okunuyordu. Yanından geçen ihtiyar bir adamın meraklı bakışlarına aldırmadan, sol taraftaki kapalı bölüme doğru yürüdü. Karşı tarafa baktığında, şehrin bir bölümü gözlerinin önündeydi. Farkına varmadan epey bir yol yürümüş olduğunu düşündü. Yan taraftaki sundurmanın hemen yanı başında duran çeşmeyi geçip, türbenin olduğu bölüme geldi.
İnançsız bir insan değildi. Tanrının var olduğuna inanıyor ama her kesin kaderinin kendi ellerinde bir oyuncak olduğunu düşünüyordu.
Türbenin baş tarafında beyaz mermerin üzerine işlenmiş, yeşil renkli yazıları bir çırpıda okuyuverdi. Üzüldü. Neye üzüldüğünü bilmeden… Dua etmesi gerekiyordu. Kendisi için mi yoksa şu toprağın altında yatan zat için mi dua edeceğini bilemedi. Avuçlarını açıp hepimiz için diye mırıldanıp, ezberinde olan duaları okunmaya başladı.
Bakışları sağ elinin yüzük parmağında takılı olan, altın yüzüğe kaydı. Başparmağı ile yüzüğe dokunup yerini düzelti. Deniz doğum gününde almıştı. Kendisi için tam bir sürpriz olmuştu. Çok beğenmiş, nedendir bilinmez ama acayip bir şekilde yüzüğü önemsemişti. Parmağından asla çıkarmamaya söz vererek, çocuksu bir sevinçle yüzüğü parmağına geçirişini seyretmişti. Ve on aydır parmağından hiç çıkarmamıştı. Batıl bir inancın arkasında ki düşüncesine göre; sanki elini yıkarken dahi yüzüğünü çıkarsa bir şeylerin büyüsünün oracıkta o an bozulup gideceğini düşünüyordu.
Lakin şu an ki öfkesi; ani bir hareketle parmağından yüzüğü çıkarıp, bel çantasının fermuarlı gözünü açıp içine koymasına neden oldu.
Neslihan, sundurmanın altında ne kadar kaldığının farkına varmadan öylece bekledi. Bir ara türbenin toprağını parmağıyla eşeleyip durdu. Kafasının içi bulanıktı. İçi bir hoştu. Her şeye rağmen Deniz i özlediğini düşündü. Bu ne garip bir sevgiydi. Anlam veremedi. Ürperdiğini hissedince biraz kendine gelir gibi oldu. Saat epeyce ilerlemişti. Karşı tarafta ışıkları yanan evlerin ,pencereleri birer birer aydınlanırken, gitmeliyim artık diye düşündü.
Geldiği yolun istikametinde yokuş aşağıya doğru hızlı adımlar ile yürürken, sağ elinin yüzük parmağının boşluğunu o an hissetmedi.
_ Allah aşkına Neslihan ne işin vardı oralarda?
_...
_ Canım benim tamam artık üzülme. Yenisini alırız.
Deniz; Neslihan’ın hıçkırıklardan sarsılan bedenini kendine doğru çekip, sakinleştirmeye çalışıyordu. Yalnız genç kadının içi içini yiyordu. Yüzüğü kaybetmekle kendisini Deniz e ihanet etmiş gibi sayıyordu. Hal bu ki onun için çok değerli olan bu yüzük, sanki Deniz in bir parçası gibiydi. Kendisine olan öfkesi kontrolünün kaybolmasına neden oluyordu. Bir türlü sakinleşemiyordu. Beyninin içerisinde nasıl olur soruları dönüp dolaşırken, on bin defa türbeye gidip geliyor, adından yüzüğünü parmağından çıkarıp çantasının içerisine koyuşunu hayal ediyordu. Defalarca o küçük çantanın üç ayrı gözünü evirip çevirip kontrol etmiş, bir umut ile yüzüğünü bulacağını sanmıştı. Yalnız yoktu işte. Onu kaybetmişti.
Ağlamaklı ve üzgün geçen bir kış gecesinin ardından, sabah ilk ışıklarını gün yüzüne vurmaya başlamıştı. Yeni bir gün yeni şeylere her daim gebe değilmiydi? Pişmanlık duygularıyla geçen gecenin sabahında, şiş gözler ile aynaya baktığında kendinden nefret etti. Deniz in boylu boyunca yatan vücuduna utanarak bir bakış attı. Adımlarını kontrol ederek, ses çıkarmamaya çalışarak mutfağa doğru yöneldi.
Saatin akrebi sabahın altısını gösteriyordu. Elindeki su dolu bardak ile beraber solonda ki koltuğun üzerine yığılır gibi oturdu. Yemek masasının üzerine atılmış duran bel çantası oracıkta öylece duruyordu. Akşamdan kalma bir hali vardı.
Neslihan boğazına düğümlenen acı bir hıçkırığın varlığıyla cebelleşirken, bir umut ile eli çantaya doğru uzandı. Göz pınarlarından akan damlalar küçük deri çantanın üzerine akarken, öylesine fermuarlarını açmaya başladı. Görüş alanını bulandıran gözyaşlarını elinin tersiyle silerken, gözünün önünde sarı bir şeyin parlayıp söndüğünü fark etti. Bu bir hayal miydi ki? O an yüreği ağzına gelir gibi oldu. İçi tamamıyla boşaltılmış çantanın, en büyük gözünde parlayan yüzüğü görünce şaşkınlıktan o an ne yapacağını bilemedi. Kaçamak bakışlar ile etrafını süzdükten sonra, tekrar kaybolacağı korkusuyla çar çabucak yüzüğü parmağına geçirdi. Bunun nasıl olabileceğini düşünürken, şaşkınlığın ve sevincin ayrıca bir parçada ürküntünün karışık olduğu bir duygu ile irkildiğini hissetti.
İçinden geçen düşüncenin akabinde, kısa bir dua mırıldandı. Emindi Allah duasını duymuştu.
Üzerindeki mavi pijamanın paçalarını çekiştirerek, yatak odasına doğru koşar adım yürüdü.
Sevgi ve şefkatin harmanlandığı bir duyguyla Deniz e sarıldı. Uyku mahmurluğuyla gözünü açan kocası aynı şeyi tekrarladı “ Canım üzülme. Aynısını alırız." Dedi. Neslihan bunu karşılığında kocaman gülümseyip sadece Deniz e sarılmakla yetindi.
Aklında o an için sadece Ese Babanın türbesi vardı. Dudaklarından sessizce bir dua döküldü. Bu sefer ki dua, sadece onun içindi.
SEVİLAY DİLBER