5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
991
Okunma

KANDIRIKÇI
Bir 30 Ağustos akşamıydı. Sıcak , güneşli. Dostlarımla Tarabya’ da ,deniz kenarında, rakı ,balık, beyaz peynir ve buz gibi kavun ile , zaten seni yaşıyordum. Şafak Abla, arıyordu telefonda ağlayarak. Nereden bulmuştu beni, ap ansız.
’Öldü, Gülay öldü ’ diye bağıran , inanamadığım sesi , hep kulaklarımı , çınlatır. Zaten seni, kaptırmış olmanın, dayanılmaz ızdırabıyla ve resimlerini , mektuplarını, iğrenç fare bokları gibi sakladığım, sota daki bavulumdan atan, geri zekalı karımla, başım dertteyken....Şimdi birde ölüm mü? Şaka mıydı bu ? Ayrılığı kabullendik de, ölmek neyin nesi . Zamanı mı erkenden böyle?
Telefondan, elimde yarım kadehimle döndüğümde , masaya, titriyordum, sanki seni yıllar önce, kaybetmemiş gibi. Olsun, ben yine, Bahçelievler’ deki , karanlık sokağına, kel akasyanın arkasında, kırbaç gibi, yüzümde patlayan ,soğuk yağmurlarda , evini gözetlemeye, gece yarılarında, küstah mahalle kabadayılarının ,tehdit dolu ,argo konuşmalarına, hatta ekip arabasının, beni beşinci defadır ,karakola çekmelerine razıyım. Şaka yapmış ol. Ne kadar eşekçe olursa olsun ,kızmayacağım söz.
Seni Ulus’da ,Akman Bozacı’sın da tanıştırmıştı Halan,,Şafak Abla. Kırmızılı lacivertli, ekose etek, beyaz diz altı çoraplarınla, hafif makyajınla , görür görmez vurulmuştum sana. Küçücük’ tün, on sekiz yaşında, müsamereye çıkartılmış , okuyacağı şiirden utanan kız çocuğu gibi. Hoş ben de, sadece yirmi yaşındaydım ya.. Ankara’yı bilmediğini söyledin ,gözlerini kaçırarak. Oysa Bozacı’nın her tarafı aynalarla döşeliydi. Beni incelediğini, sonra ,sana başımı döndürdüğümde başka taraflara baktığını görüyordum. O gece ve belki altı gece daha hiç uyumamıştım. Ellerin, ne kadar bakımlı ve güzeldi. Sen ,hiç bulaşık yıkamaz mıydın?
Ertesi hafta, Barış Manço’yu izlemeye gitmiştik, Maltepe’ye. Yeni başlamıştın eczacılık okumaya. Okulları ,sanki beraber bitirdik, Ankara’yı hazmederek. Arkadaş evlerinde, diskoların karanlık arka bölümlerinde, hep mutluyduk. Kızılay, taş taş, kaldırım kaldırım, hatta direk direk bilirdi bizi. Piknik’i, severdin en çok, ben de Goralı’yı. Cumartesi geceleri içerdik de çokça, Ahmet Ayık’ın yerinde.
Beni , çok bekledin biliyorum. Vefasızlık sanma, param hiç yoktu, ailem istemiyordu evlenmemi ve sen acele ediyordun. Konya’nın tanınmış bir avukatıydı , baban. Beni biraz , o anlıyordu galiba, pavyon kızı, Feriha’ya tutulduktan sonra. Konya’dan utanır, bak kızı da evlendi, desinler diye seni de verdi , meslektaşına. Baban, seni Konya’da ziyaret ettiğim bir yaz akşamı, tam çıkarken evinizden, yakalamıştı beni. Koca adam, ağlıyordu gece yarısı. Koluma girip, gitmek istemediği evinin sokağında, Feriha’nın şarkısını söyletmişti bana. Seviyordu işte, Konsomatris Feriha’yı. İyi ki de sevmiş, yoksa yaşamadan giderdi, gerçek vuslatı.
“Tez geçse de, her sevgide bin hatıra vardır. Sevda denilen şey, yaşayan, yaşayan hatıralardır”
Kaç kez söylemiştik bilmem. Sevda ,boktan bir nem. Kime kim yazılmış, bilinmez. Başı gibi, sonu da hayırlı olmalı.
İnanmamıştım, evleneceğim dediğinde. Boş bulundum. O iri yarı, çam yarması, sana hiç yakışmamıştı. Çıyan gibi sarı, domuz suratlı, yanında fedai gibi duran biriydi. Hani, sen esmerleri severdin. Halan anlattı; beni, nikah Ankara’da olacak diye kandırıp, Konya’da evlendirmişlerdi seni. Tam masada, “Hayır” demişsin de, sonra ikna etmişler. Ben ise, o saatlerde Gençlik Parkı’nın içine, Göl Gazinosuna, motosikletimi zorlukla sormuş, seni kaçırmayı planlamıştım. Çocukluk işte. Dedem, Deli Bahri’nin genleri, ne olacak.
İlk çocuğunun ismini, benim adımı koydun. Ama doktorlar, bir daha doğurmayacaksın, ölürsün demişlerdi sana. Neden dinlemedin ki? Ayrılışımızdan , tam 11 sene sonra, İstanbul’da buluştuk seninle. “Seni ,son bir defa, görmek istedim” diyerek gelmiştin. Karnını biraz şiş görüp, hamile misin diye sorduğumda “Hayır” demiştin. Kandırıkçı.
O gece , sadece elini tutabildim. Evli ve bir çocuk annesiydin, ne de olsa. Ne geceydi ama. Cebimde param boldu. Sen yanımdaydın ve ben sana dokunamasam bile, her mimiğinde, her elimi sıkışında, her gülüşünde, ya da şarkılarımız söylenirken, gözlerinde, küçük balonlar gibi büyüyüp yanaklarından süzülen her damla göz yaşında, mutluydum. Tarabya’da bir tavernaya gitmiştik. Bütün Gül’cü kızlardan, sana kırmızı güller almıştım da, masada meze tabaklarına yer kalmamıştı. O gece bizimdi. Hilton Otelinin , sabaha karşı kapanan barını, ikimiz için açan piyanist, boş salonda şarkılarımızı söylemiş, biz dans etmiştik. Seni son kez koklamışım.
“ Dudaklarımda arzu, kollarında yalnız ben.”
“ Böyle bir kara sevda, kara toprakla biter.”
“ Unutturamaz seni hiçbir şey, unutulsam da ben.”
Ben, koca kulaklı, sırtı uyuz yaralarıyla dolu, aptal bir eşeğim Gülay. Seni, neden bıraktım ellere. Parasının da, ailesinin de, yokluğunun da koyayım …..mına. Seni kaptırdıktan sonra, aklım başıma geldi. Çok uzaklardan motosikletle geliyor, seni görüp gidiyordum, belli etmeden. Hatta bir gün, arabana tekme atıp, durdurmuştum seni, ama beni tanımadın, başımda kask olduğu için. Aniden gaza basıp gittin. Bana onun için mi ,son görüşmemiz dedin? İsteyerek mi ,ikinci oğlana hamileydin? Sende, karın zarı iltihabı oluşuyordu. Birinciden, çok zor kurtulmuştun. Neden denedin ,Bebeğim? Beni, kalan ömrümün içinde, daha mutsuz etmek için mi?
Yıllar geçiyor, Sevgili Keçi’m. Bazen, hiç yolum değilken, Konya’ya kırılıyor direksiyonum. “Musalla” Mezarlığında, senin yanında buluyorum kendimi. Baban da, iki mezar ötede yatıyor. Bu benim güllere , kafayı takan kim dersin? Her defasında , kırılıp atılıyor. Bu yüzden, son olarak kırmızı gül fidanı diktim, tam kalbinin hizasına.
İnsan neyi sever? Yakındakini mi, uzaktakini mi? Bir diriyi mi, yoksa ölüyü mü? Onu, mutlu edemeyeceği, düşüncesine kapılıp, hepten mutlu etmeyi mi yoksa? 30 Ağustoslar da ,akşama kadar Zafer bayramını kutluyorum, sonra sana, elimde bir kadeh hayatıma girdiğin için, mutluluklar verdiğin için, hem içip hem de teşekkürlerle veda ediyorum.
Var değil mi? Öbür tarafta buluşmak falan. Az kaldı Bebeğim. Beni, yine Zafer Pasajının önünde ,bekler gibi bekle. Üzerinde , kırmızılı ekose eteğin, minicik ayaklarında az topuklu süet papuçların ve beyaz diz altı çoraplarınla. Ojelerin de , beyaz olsun. “Hep seninim diyen, küçük kırmızı dudaklarınla KANDIRIKÇI.
EYÜP YAŞAR OVALI 24.02.2012