5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1588
Okunma

BİSİKLET
Bana bisiklet kullanmayı öğreten, sendelediğim zaman beni tutacağından emin olacağım bir babam yoktu. Bir bisikletimde yoktu zaten… Ama bir bisikletim olmasını çok isterdim. Geceleri tek göz oda evimizde aynı zamanda koltuk, yemek odası takımı, karyola, yemek masası ve akla gelebilecek veya gelemeyecek her maksat için kullandığımız divan üzerindeki yatağıma yattığımda hep bir bisikletim olduğunu hayal ederdim. Öyle gıcır gıcır olması da gerekmezdi. Kimseden izin alma gereği olmadan binebileceğim, zincir atsa da kendi kendime tamir edebileceğim bir şey yeterdi. Boyası kötü bile olsa kayıkçı amcalar o kadar boyayı benden esirgemezdi. Birde kontra pedal olsaydı… Ama hiç olmadı, olamazdı da. Nasıl olsundu ki, evimizde kullandığımız suyu karşıdaki belediye çeşmesinden, tuvalet ihtiyacımızı bahçedeki derme çatma tuvaletten karşılarken bisiklete sıramı gelirdi...
Bayramlarda topladığım harçlıkları annem gelecek günler için emanete alıp, bana her zamankinden daha fazla harçlık verdiğinde doğru bayram yerine koşar, bütün paramı kiralık bisikletlerde harcardım. Yaşı 40’ın üzerinde olanlar iyi hatırlarlar bayram yerlerini… Hey gidi günler… Televizyonun siyah beyaz, arkadaşlık, dostluk kavramlarının içlerinin dolu olduğu yıllar… Düşünüyorum da o günden bugüne değişmeyen tek şey: Ajda PEKKAN. Neyse, yine bir bayram günü kiraladığım bisikletin lastiği patlayınca nasıl korktuğumu aynı heyecanla hatırlıyorum. Beni hapse atacaklar diye ödüm kopmuştu. Oysa arkamda gücünü hissedeceğim bir babam olsaydı, korkma oğlum! Canın sağolsun deseydi…
Eminim o da çok isterdi demeyi. Herhalde 30 yaşında Lenf kanserine yenik düşmek o’nun kendi tercihi değildi. Şimdi babamın hiç tanımadığı, Tıp fakültesinin 3. sınıfında okuyan torunu, günümüzde bu hastalığın tüm kanser türleri içinde en kolay teşhis ve tedavi edilen tür olduğunu söylüyor. O torunlar ki sadece benim anlattıklarım kadarıyla bildikleri dedelerinin mezarına her gidişte sanki dün toprağa verilmişçesine dua ediyor, toprağı okşuyor, etrafı temizliyor ve adet olduğu üzere su döküyorlar.
Ah be babacım. Ben kızlarıma bisikleti daha onların istemesine fırsat vermeden aldım. Öğretene kadar bir hafta kan ter içinde peşlerinden koştum. Onların kendi başlarına bisiklet sürmeye başlamalarını görmek o kadar büyük mutluluk ki… Keşke sen de görebilseydin. Bazı arkadaşlarım bisiklet sürerken ellerini bırakıyorlardı. Ben buna hiç cesaret edemedim. Annem hep; “oğlum bizim sigortamız yok, sakın hasta olma” diye tembihlerdi. O zamanlar anlamazdım ama şimdi çok iyi anlıyorum annemi. Benim sigortam var baba ama hala dikkat ederim hasta olmamaya…
Yazarını bilmediğim, ilk okuduğumda gözyaşlarımı saklamak için fellik fellik yer aradığım ve okurken her zaman aynı duygulara kapıldığım “Ahmet” şiiri benim gönlümde çok önemli bir yere sahiptir. Kimbilir belki bu yazıyı okuyanlar arasında da benzer duyguları yaşayanlar vardır. Bazen ebediyete akıp giden zaman içinde birilerinin yazdığı söz ve dizeler, hassas gönüllerde çok farklı duygulara dönüşüp, anlamlanabiliyor.
AHMET
Aldatıldı yine,
Her günkü gibi,
Elleri boştu babasının.
Oysa heyecanla bekliyordu akşam olmasını,
Çok istiyordu o bisiklete binmeyi.
Dolu gözlerle baktı babasına,
Ama ağlamadı…
“Yarın” dedi babası.
“Peki babacığım” dedi Ahmet.
Erkenden yatağına koştu,
Saatler ilerledi,
Gece oldu.
Odası hariç kimse duymadı ama…
Ahmet ağladı, çok ağladı…
Çocukların ağlamadığı, hep sevinç çığlıklarının yankılandığı bir dünyada yaşamak dileğiyle…