1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
820
Okunma
KARAKTER OLUŞUMU
Karakter ; en kısa tanımıyla, ayırt edicilik diye tanımlanabilir.
Fertlerin farklı karakterleri olabildiği gibi, grupların da karakterleri tutumlarından anlaşılabilmektedir.
Edebiyatta, felsefede kişilerin toplumların karakterleri üzerinden olaylar kurgulanır yazılacak yazılar ve çıkartılacak sonuçlarda karakter önemli katkı sağlar.
Karakter tek başına değildir elbette. Kişinin kendi kendisiyle uyum içinde olması, duygu düşüncelerinde ki tutarlılığı, kendine hâkim olması karakterini belirleyen özellikleridir.
Karakter nasıl oluşmaktadır diye bir soru sorulabilir burada.
İnsan, doğar doğmaz onun etrafında pervane olan annesi ve babasıyla karşılaşır. Ağlamaktan başka bir şey bilmezken yiyeceğinden giyeceğine kadar her şeyi hazır bulur.
Günler, haftalar, aylar, yıllar derken oturmasını, yürümesini, konuşmasını, düşünmesini öğrenir birer birer.
Öğrenmenin yaşı ya da sınırı yoktur. Belki yaşa göre öğreneceği bilgiler vardır denilebilir. Misal vermek gerekirse; üç beş yaşlarında sevgiye muhtaç çocuklara dünyada sevgiden başka savaşların olduğu, savaşlarda çok canların kaybedildiği bu savaşları da büyüklerimizin yaptıkları bilgisini hem veremeyiz hem de vermek oldukça sakıncalıdır.
Tam tersine yaşı on altı on yedi olan gençlerimize dünyanın tozpembe olduğu, kimsenin kimseye düşman olmadığı bir dünyada yaşadığı söylenmez, söylenemez. Çünkü yakın zamanda gençlere geçecektir şimdiki büyüklerin yerleri. Onlara hayatın acı tatlı gerçek yüzü anlatılmalı, doğduğu yaşadığı yerlerin kimlerden miras kaldığı ve kimlere miras bırakacakları açıklanmalıdır.
İşte yukardan beri anlatmaya çalıştığım Karakter oluşsun. Hayata sıkı bir şekilde tutunabilsin.
Tam da burada meraklı çocuklarımızın merakını giderici ve aynı zamanda da karakterinin güçlü olması konusunda bir kıssayı paylaşmak istiyorum.
Bir çocuk ‘sekropia’ denilen bir tür güve kozalarını topluyor ve bahar gelince, güvelerin kozalardan nasıl çıktıklarını hayretle ve ilgi ile seyrediyordu.
Fakat güvelerin kozadan çıkarken sarf ettikleri gayret, çırpınma karşısında da içinde bir acıma hissi gelişiyordu.
Babası bir gün, bu böceklerin bir tanesinin kozadan çıkmasını güçleştiren ipeği makasla kesti.
Fakat sonuç şaşırtıcı idi; çok geçmeden böcek öldü.
Baba bu olay üzerine oğluna şu hayat dersini verdi:
“Oğlum, bu böcek kozasından dışarı çıkarken sarf ettiği gayret neticesinde, vücudundaki zehri dışarı verir. Eğer o zehir dışarı verilemezse böcek ölür. Aynı zamanda da bu çırpınışlar sayesinde ileride kendisi için çok gerekli olan kasları güçlenir. İnsanlar da, daha güçlü, daha dayanıklı ve daha iradeli olmak ve böylece istediklerini yapabilmek için önlerine çıkan zorluklarla mücadele ederek olgunlaşır, gelişir ve güçlenirler. Eğer insanlar, arzularına kolayca ulaşırlarsa karakterleri zayıflar, adeta, içlerinde bir şeyin ölmüş olduğunu hissederler.”
Sözün özü şu ki; çocuklarımızın karakterlerinin sağlam olmasını, hayatta karşılaşacakları her türlü zorluğa göğüs gerebilecek yapıda olmasını istiyor isek, onlara kaldıracakları yükten fazlasını yüklemeden ama hepten de başıboş kendi hallerine bırakmadan kendi hayat tecrübelerimizi vermeliyiz. Her şeyden önemlisi de Vatan ve Millet sevgisini vermeliyiz ki; sonradan yanlış yönlendirmelere kanmasın ve atalarından utanmasın.
HALİL MANUŞ-2012